23 Kasım 2024 Cumartesi

Irak'taki gerçek hareket

"Komünizm, bizce, oluşturulması gereken bir durum, gerçekliğin kendisini uydurmak zorunda olduğu bir ideal değildir. Günümüzdeki durumu ortadan kaldıran gerçek hareketi komünizm olarak adlandırıyoruz." (1)
Günümüzdeki durumu analiz etme adına, dünya üzerinde egemen olan kapitalist düzenin ekonomik, siyasi, ideolojik tüm boyutlarıyla birlikte varoluşsal bir kriz içerisinde olduğu gerçeği, bu sayfalarda daha önce çeşitli biçimlerde dile getirildi. Bu bütünsel kriz halinin şiddeti ve hatta sürekliliğinden de öte, muhatapları açısından elde varolan ve ufukta gözüken gelişme imkanlarının niteliksel olarak geri dönüşü olmayan bir erime sürecine girmiş olması meselenin varoluşsal niteliğini oluşturuyor. Yapısal çürüme yerel, bölgesel ve küresel düzeyde giderek daha belirgin bir biçimde ete kemiğe bürünürken, düzenin bekası adına yapılan geleneksel hamlelerin mevcut durumu karşılamaktan uzak, miadını doldurmuş köhne manevralardan öteye gidemediği de pratik bir gerçeklik olarak gün yüzüne çıkmış oluyor. Bu anlamda, yerel ve bölgesel bekçileriyle birlikte düzen sahipleri arasındaki hegemonya mücadelesinin kanıyla canıyla cereyan ettiği saha olarak Ortadoğu, krizin çıplak bir biçimde kendisini ele verdiği bir merkez olmasının yanı sıra, onu kaldırıp atacak yeni bir gerçekliğin nüvelerini yaratan devrimci bir kaynak olmayı sürdürüyor. Yönetememe krizi ve giderek yayılan halk ayaklanmasıyla birlikte bölgenin merkez sahalarından biri olan Irak'ın işte tam da böylesi bir süreçten geçtiğini söyleyebiliriz.
 
12 Mayıs'ta yapılan genel seçimlerin ardından Irak'ta hükümet kurma girişimleri henüz sonuç vermiş değil. Yerel aktörler ve bağlı oldukları dış güçler arasında kılı kırk yaran hesaplamaların yapıldığı kıyasıya bir mücadele gerçekleşiyor. Aynı durum, temel yönetici mevkilerde yer alacak isimlerin belirlenmesi için de geçerli. Bilindiği üzere, ABD işgalinin bıraktığı enkaz üzerine bina edilen siyasal sistemde dengeyi sağlama adına meclis başkanlığı Sünnilerin, başbakanlık Şiilerin ve cumhurbaşkanlığı da Kürtlerin temsiliyetine ayrılmıştı. Ne var ki gelinen nokta, Irak'taki siyasal yapının kendisine etiketlenen bu biçimsel misyonu dahi asgari bir biçimde hayata geçirmekten çok uzakta olduğunu gösteriyor. Zira Irak siyasetinde belirleyici olan esas çatışma, ulus ve mezhepler arası olmaktan çok, bu kimlikler içinde saflaşmış güçler üzerinden cereyan etmekte. Saflaş(tır)ma, Ortadoğu'nun geleneksel meşrebine uygun; İran'a bağlı Şii blokunun (Haşd el Şaabi'nin Fetih koalisyonu ve Kanun Devleti) karşısında, İran'ın etkisini zayıflatmak üzere ABD-Suud ekseninin desteklediği başka Şii koalisyon grupları (Nasr, Hikmet ve de Sairun), başbakanlıkta ve de kurulacak hükümette söz sahibi olma adına şu anda temel aktörler olarak yer alıyorlar. Bu uğurda İran'ın Kudüs Gücü komutanı Kasım Süleymani ve ABD'nin DAİŞ'le mücadele koordinatörü Brett McGurk, temsil ettikleri eksenlerin Irak'ın siyasal geleceği üzerindeki belirleyici gücüne dayanarak tüm olası hükümet bileşenleriyle tehdit dolu görüşmeler çerçevesinde ülkenin dört bir yanında mekik dokuyorlar. Ayrıca elini kolunu çoktan ülkeye daldırmış gedikli Kürt düşmanı, yeni yetme yayılmacı Erdoğan devletinin de gözü kulağı yeni kurulacak yönetimde. Kürtler açısından da bu iç saflaşma durumu hükmünü koruyor. Öncesinde, KDP'nin Güney Kürdistan Bölgesel Yönetimi başbakanlığını, YNK'nin ise cumhurbaşkanlığını alması üzerine kani olunan denge, Güney Kürdistan referandumu sonrası bölgesel yönetimin fiili olarak ezilmesiyle koltuğunun değeri düşen KDP'nin itirazıyla bozulmuş durumda. Yönetmeye talip olduğu halkın neredeyse tamamının ilan ettiği bağımsızlık iradesinin sorumluluğunu almaktan aciz olanlar, şimdi cumhurbaşkanlığı makamı için birbirleriyle çekişiyor.
 
Ez cümle, Irak üst siyaseti dört bir koldan kaynatılan cadı kazanı misali. Sözde halklar için halklar adına alınan resmi temsiliyetler, tekmili birden bir hegemonya mücadelesinin aracı olma işlevinden öteye gitmiyor. Ulusal, mezhepsel, dinsel farklılıklar arası ve içi ayrışmaların keskinleştirilmesine dayanan ve bu haliyle ülkenin derin toplumsal, ekonomik, siyasal sorunlarına zerre derman olmayan bu kazanda eksik olan tek şey, ezilen Irak halkların geleceği... Sahi, halklar bu yerel, bölgesel ve küresel ölçüde dönen panayırın neresinde duruyor?
 
Özellikle son bir yıllık süreçte ülkenin farklı bölgelerinde çıkan irili ufaklı isyanlar ve ardından gerçekleşen mayıs seçimlerindeki yüzde 40'lık düşük katılım oranı, aslında Irak halklarının nerede konumlandığına dair yeterince ipucu vermekte. Ancak iki ayı aşkın bir süredir yayılarak devam eden Basra merkezli ayaklanmayla birlikte şimdi iyice ayyuka çıkmış bir gerçeklik var. Petrole endeksli, üretken olmaktan tamamiyle uzak ekonomik yapının giderek daralmasına bağlı olarak artan yoksullaşma, işsizlik, konut sorunu ve bununla birlikte rüşvet ve yolsuzluğun devletin neredeyse tüm kurumlarına sirayet etmiş olması, halihazırda ezilen Irak halklarını çapraz kesen bir sınıfsal öfkenin temel dinamiğini oluşturmaktaydı. Temmuz itibariyle ise devletin su, elektrik gibi halkın temel ihtiyaçlarını karşılamakta dahi skandal bir biçimde sınıfta kalması bu öfkeye benzin dökmüş oldu. Ülke petrolünün yüzde 70'nin çıkarıldığı Basra vilayetinde sefalet içinde yaşayan halk, petrolden elde edilen muazzam gelirin barajların ve arıtma sistemlerinin yöresinden bile geçmeyip yönetici patron kesimiyle birlikte Irak'ı dört bir yandan sömürenlerin cebine aktığı gerçeğini, elli dereceye varan sıcaklarda susuz ve elektriksiz kalarak ve ayrıca on binlerce insanın su kirliliğinden dolayı hastanelere düşmesiyle deneyimleyince isyan patlayıverdi. Ülkenin güneyinde başlayan ayaklanma Necef, Nasıriye, Meysan, Hille gibi kentlerden sonra Bağdat'a da sıçramış durumda. Bağdat yönetiminin sert müdahaleleri sonucu bu zamana kadar 30'un üzerinde ölü, yüzlerce yaralı, gözaltı ve tutuklamalara rağmen halkın öfkesi ülkeyi yakmaya devam ediyor. Ateşten kelimenin gerçek anlamıyla nasibini alanlar ise öfkenin muhataplarını gayet manidar bir biçimde açığa çıkarır nitelikte; hükümet, valilik, yerel yönetim binaları, başbakan İbadi önderliğindeki Nasr koalisyonun (ABD-Suud eksenli Şii blok) bileşen parti ofisleri ile birlikte Haşd el Şaabi'ye ait bir kamp alanı ve İran başkonsolosluğu, ayrıca petrol kuyularıyla birlikte yerli ve yabancı petrol şirketlerinin binaları ve de ülkenin denizlere açılan tek ithalat-ihracat kapısı olan Umr Kasr limanı... Saflaşma denilen böyle bir şey olsa gerek!
 
Evet, ezilen Irak halkları sınıf düşmanlarının hiçbirinde; ne ulus, din, mezhep gibi kimliklere dayandığı ölçüde siyasal güç haline gelen mevcut düzen partilerinde, ne de onların bölgesel/küresel patronlarında herhangi bir gelecek görmüyorlar. Son günlerin popüler deyimiyle ifade edilecek olursa onlar, kendi emekleri ve kanlarıyla yürütülmeye çalışılan geminin dümen kısmında tekmili birden dönen bu sömürü panayırına, "artık gemileri yakma vaktidir" sözü ve eylemiyle dahil olmuş durumda. Ortadoğu gerçekliğinde bu dahiliyetin nereye evrileceği pek kestirilebilir olmasa da, sınıfsal isyanın çürümüş düzeni topyekûn çatlatacak bir kuvvete dönüşmesini örgütleyecek devrimci bir özne boşluğu, konumuz bağlamında can alıcı bir noktada duruyor. Ancak yine de, hem Irak hem de bölge açısından ortada büyük bir hazine mevcut. Zira isyanın kendisi öğretmeye, böylesi bir öznenin halklar eliyle inşasına kapı aralayacak bir bilincin filizlenmesine ve de Ortadoğu'da patinaj yapan tarihi ileriye doğru ittirmeye devam ediyor.
 
2011 Arap isyanlarıyla başlayan ve bu sene Tunus, İran, Kürdistan, Ürdün ve de Irak gibi topraklar özelinde yeniden alevlenen tüm bu halk isyanları süreçlerinin sınıfsal karakteri, Ortadoğu'ya biçilen makus talihin sınırına dair bir işaret sunuyor. Zira bölgeyi yağmalama adına sahada ihtiyaç duyulan biteviye çatışma nizamının, onun için gereken geleneksel saflaş(tır)mayı sürdürebilme kapasitesinin altı, küresel sömürü düzeninin kendi ölümcül kriziyle bağlantılı olarak giderek daha fazla oyulmakta. Bu anlamda, gerçek olan belirleyici saflaşma, ezilen ve sömürülen yığınların sınıf düşmanlarına karşı öfkesiyle, bu öfkenin patladığı isyanlarla şekillenirken diğer taraftan Rojava'dan doğan ve Kuzey&Doğu Suriye Federasyonlarına genişleyerek hayata geçirilen demokratik halkçı yönetim, bu bağlamda tüm bölgeyi aydınlatacak somut bir ışık olma niteliği taşıyor. En başa dönüp bitirecek olursak, tüm bu sömürü, kan, zulüm deryasına inat, Ortadoğu günümüzdeki durumu ortadan kaldıran gerçek hareketlerle umut olmaya devam ediyor. Bu hakikati büyütmek, nihai hedefine ulaştırmak da, bölgenin komünist özneleri olarak boynumuzun borcu olsun.
 
(1) Karl Marx & Friedrich Engels, Alman İdeolojisi, Evrensel Basım Yayın, 2013, s. 43