İngiliz gazeteci Sweeney: Enternasyonal dayanışmayı geliştirmeliyiz
Türkiye ve Kürdistan'daki siyasi gelişmeleri yakından takip eden İngiliz gazeteci Steve Sweeney, emperyalist devletlerin Erdoğan iktidarına verdiği desteği "Türkiye, NATO'nun Ortadoğu'daki kalkanı -Erdoğan'ın bu güçlerden bağımsız hareket ettiğine inanmak yanlış olur" diyerek özetledi. Gökhan Güneş’in serbest bırakılmasını hatırlatarak, "Bunun nedeni, Uluslararası Af Örgütü veya hükümet, liberal STK'ların baskısı değildi. Örgütlü mücadele ve sokak direnişi kazandırdı. Bunun nedeni, ezilenlerin sesini yükselten uluslararası dayanışma ağlarımızdı" diye konuştu.
Morning Star Gazetesi Enternasyonal Editörü ve Kurdistan Media Project Eş Editörü Steve Sweeney, Türkiye ve Kürdistan'daki gelişmeleri yakından takip ediyor. Bu gelişmelere ilişkin ETHA'nın sorularına yanıt verdi.
2015'ten bu yana Türkiye ve Kürdistan'da Erdoğan rejimi kapsamlı bir saldırı konseptini devreye soktu. Toplumsal muhalefeti sindirmeyi, özellikle de devrimci güçleri tasfiye ederek kendi faşist iktidarını pekiştirmeyi amaçladı. HDP başta gelmek üzere, devrimci demokratik güçler de bu süreci direnerek göğüslemeyi esas aldı. Türkiye'deki gelişmeleri nasıl görüyorsunuz?
Kürtler, emperyalizm için bir tehdit ve Ortadoğu'daki bölgesel kontrolü sağlama planlarının önünde bir engel teşkil ediyor. Bu, elbette Osmanlı İmparatorluğu'nun yenilgisine ve dünyanın bu kısmının Sykes-Picot aracılığıyla İngiltere ve Fransa'daki rakip güçler arasında bölünmesine kadar izlenebilir. Sevr ve Lozan antlaşmaları ve modern Türkiye'nin kuruluşu bugünkü siyasal gelişmeleri etkileyen yapısal tarihsel momentlerdir.
Garê'deki son askeri operasyonlarda, Şengal -"güvenlik anlaşmasında"-, Efrîn, Serê Kanîye ve Rojava'nın başka yerlerinde işlenen savaş suçlarına göz yumulmasında görülebilir. NATO'nun sağladığı askeri destek sonucu katledilen siviller, Kobanê'de üç devrimci kadına yönelik suikasttan sorumlu olan İHA'ların parçaları İngiltere'nin imzasını taşıyor. Buna rağmen NATO'nun en büyük ikinci ordusu direnişi ezemiyor.
Emperyalist devletlerin Ortadoğu'ya yönelik planları ve çıkarları, Türkiye'de demokratik güçlerin gelişmesine izin vermemesinin nedenidir. Bu nedenle demokrasinin kapsamlı tasfiyesi, gazetecilerin hapse atılması ve devrimci güçlerin hedef alınması konusunda büyük bir sessizlik var. Dünyanın başka neresinde bir siyasi partinin 20 bin üyesinin tutsak edilmesine dünya böylesine bir sessizliğe gömülür?
HDP'ye yönelik saldırılar -200 seçilmiş ve 7 milletvekili ile birlikte hapse atılan 10 bin aktivistin yanı sıra 2019 seçimlerinde kazanılan 65 belediyeden 50'den fazlası gasp edilmesi- İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana yasal bir siyasi partiye yapılan en büyük saldırıdır. Ancak Britanya nüfusu içinde bunun bir karşılığı yok, gazete köşeleri boş.
Kuşku yok ki saldırılar durduk yere yapılmıyor. Batılı iktidarlar durumu çok iyi biliyorlar. Silahları, güvenlik güçlerinin eğitimini sağlayan, rejime siyasal ve diplomatik destek sunan bu devletler.
Kadınlara, HDP'ye, gazetecilere, akademisyenlere ve tüm demokrasi güçlerine savaş açan sadece Erdoğan değil, ülkeyi ve bölgeyi dizayn eden emperyalist cephenin bütünüdür. Erdoğan, Britanya, AB, ABD ve NATO tarafından yerleştirilen hücre kapısının kilidinin anahtarını çeviriyor.
Erdoğan bir Osmanlı heveslisi ve kendisini "tek adam" ve "bölge lideri" olarak görüyor. Aslında zayıf, küresel sahnede gerçek bir gücü veya etkisi olmayan bir Hitler. Ancak birçok insanın düşündüğü gibi de aptal değil. Türkiye'nin emperyalist güçler için jeopolitik öneminin tamamen farkında olan kurnaz bir operatör.
2015'ten bu yana Kürtlere yönelik artan baskı, HDP'nin Haziran ve Kasım seçimlerindeki seçim zaferlerine denk geliyor. HDP ve onun başarıları Kürt siyasetini ilk kez böylesine büyük bir sahnede Türk parlamentosuna taşıdı ve görünür kıldı.
HDP'nin birleşik demokratik bir karakter kazanması ve başarısı, onun hızlıca kapatılmasını zorlaştırdı. HDP'yi PKK'nin siyasal kanadı olarak lanse etme girişimleri ise kanımca devletin beklediği kadar karşılık bulmadı. Bu nedenle başkaca yöntemler, doğrudan yargı yoluyla tutuklama terörü devreye sokuldu.
Ancak torba yasalar ve potansiyel yeni anayasa ciddi bir tehdit oluşturmaktadır. Bu nedenle direnişi desteklemek ve güçlendirmek için uluslararası dayanışmayı şimdi inşa etmek hayati önem taşıyor. HDP'nin yanında yer almak devrimci bir görevdir. HDP hem içeride hem de Kürdistan'ın diğer tüm bölgelerinde Kürtlere karşı yürütülen NATO güdümlü savaşları ve siyasi soykırıma son vermenin ve demokrasinin kilidini açmanın anahtarını elinde tutuyor. HDP'yi savunmak, Türkiye'yi despotik diktatörlükten kurtarmanın ve emperyalizmin zincirlerini kırmanın yollarını açacaktır.
Kürtler ve Türkler arasındaki birlik Erdoğan'ı dehşete düşürüyor. Onun hükümetini devirecek olan demokratik bir geleceğe işaret eden de bu birliktir. Figen Yüksekdağ'a yönelik rövanşist ve kaba yaklaşımın nedenini de biraz burada aramak lazım.
Ancak saldırıların artmasıyla direniş de yoğunlaştı. Bu kritik bir faktördür. Garê'deki yenilgi, gerillanın NATO'nun en büyük ikinci ordusunu mağlup ettiği son muharebe oldu. Türk devleti kazanamayacağı bir savaş yürütüyor.
ESP'ye yönelik saldırıları, Gökhan Güneş'in kaçırılması ve akabindeki direnişi, HDP ve yeni kurulan Birleşik Mücadele Güçleri'ne yönelik saldırıları, Boğaziçi direnişini, yani Türkiye ve Kürdistan'daki antifaşist mücadeleyi yakından takip ettiğinizi görüyoruz. Avrupa ve dünya basınında Türkiye ve Kürdistan ile ilgili hangi görüş ve yorum tarzı hakim?
Bir gazeteci olarak objektifim ama tarafsız değilim. Ben her zaman ezilenlerin yanındayım. Gazetecisi olduğum Morning Star gazetesi de bir kooperatiftir ve Britanya'daki işçi ve sendika hareketine aittir. Gazeteciliğin sınırı olmaz. Bazen zor olsa da karanlık yerlere ışık tutmak bizim işimiz.
Sadece Britanya'da değil, uluslararası alanda ezilenlerin sesini yükseltmemiz gerekiyor. Bizlerde zorluklarla karşı karşıyayız çünkü Britanya'daki basın -ve tabii ki Avrupa'da da- burjuvazinin hegemonyasında.
Buna Britanya'da, Erdoğan yanlısı bir çizgi izleyen Guardian gibi sözde liberal basın da dahildir.
2017'de darbe girişiminin yıldönümünde Erdoğan'a insan hakları ve demokrasi dersleri vermesi için tam sayfa yer verdi. İngiltere'deki göçmen hareketi, İşçi Partisi milletvekilleri ve sendika liderleri tarafından imzalanan bir cevap kaleme aldım ancak Guardian bunu yayınlamayı reddetti. Yıllardır uluslararası basına istihbarat servisleri tarafından sızmış ve manipülasyon üretmektedirler. BBC'nin 1960'larda ve 1970'lerde hem Orta Doğu'da hem de Latin Amerika'da uluslararası medyayı maniple etmek için İngiliz istihbarat servisleriyle nasıl işbirliği yaptığına dair çokça belge ortaya çıktı.
Yine burjuva devletlerin halk hareketlerine, işçilerin ve ezilenlerin ayaklanmalarına karşı medyayı, basını nasıl kullandığı ve yönlendirdiği biliniyor.
Soğuk savaş sırasında CIA, Sovyet ülkelerine propaganda pompalayan açıkça antikomünist bir haber kuruluşu olarak Radio Free Europe/Radio Liberty'yi finanse etti. Bugün aynı şeyin olmadığını düşünmek inanılmaz derecede saflık olur.
Ancak ilericiler, polisin, silahlı kuvvetlerin ve emperyalizmin iktidarı elinde tuttuğu diğer araçların işleyişinin farkında olsalar da basının önemini ve analizini henüz yeterince bilince çıkaramıyorlar. En iyi ihtimalle, Avrupa basını yalnızca kapitalist sisteme tehdit oluşturmayan liberal hareketlerle veya bireylerle ilgileniyor.
Uluslararası basın, Türk hükümetine karşı ahlaki eleştiriler yapan ancak emperyalist güçlerin esas analizini konu edemeyen ve işçi sınıfının kitle örgütleriyle dayanışma içinde olamayacak orta sınıf akademisyenleri ve aydınları sever. Sayfalarını bu insanlara ayırırlar, ancak Türkiye'yi ve emperyalizmi çevreleyen çeşitli krizlere herhangi bir devrimci veya gerekli çözümü köreltmek için bilinçli seçimler de yaparlar.
Can Dündar'a genişçe yer verilir, ancak Hatice Duman ve sayısız özgür basın çalışanının hapsedilmesi veya basın kuruluşlarının kapatılmayla karşı karşıya kalmaları gündem yapılmaz. Boğaziçi direnişiyle ilgili haber ve yorumların bile kapsamı sınırlı. Başlangıçta ilgiyle izlendi çünkü üniversitenin elit bir burjuva üniversite ünü vardı. Pek çok gazete editörü, liberal ve akademisyenin yorum yapabileceği bir konuydu. Şimdi ise, meselenin basit bir akademik sorundan da öte politik özgürlükler ile ilgili olduğu açığa çıkınca ve mücadele buraya evrilince, sesler kesildi.
Birçoğu Gezi ile yüzeysel karşılaştırmalar yaptı. Elbette 2021, 2013 değil. Benzerlikler var ama daha da önemlisi çok önemli farklılıklar var. Gezi mücadeleden ortaya çıkan gerçek ve birleşik bir örgütlü siyasi önderlik olmadığı için başarısız oldu. HDP yoktu. O, birçok yönden Gezi'nin çocuğuydu, birçok farklı gücü birleştirdi -sendikalar, LGBTİ+ grupları, kadın örgütleri, çevreci ve komünist/sosyalist solu-. HDP'nin kuruluşu, sadece sol için değil, Türkiye'deki demokrasi için de büyük bir adımdı. Ve parti, yeni ve birleşik bir mücadelede özne haline gelen en temel faktöre dönüştü. Devrimci güçler için ileri doğru bir adımdı ve mücadeleyi somut anlamda ilerletti.
Türk devleti muhalefeti susturmak için öncü güçleri hedef aldı. ESP'nin üyelerinin tutuklanması, "kaybedilerek" veya başka şekillerde saldırıya uğrayarak bu kadar yoğun baskı altında olmasının nedeni budur. ETHA'ya yönelik saldırılar ve gazetecilerinin hapse atılmasının, kapatılmasının ve ekipmanlarının parçalanmasının nedeni budur.
Takip ettiğimiz kadarıyla ESP, HDP'nin sosyalist bileşeni olan devrimci bel kemiğidir ve onun varlığı olmadan partinin yönü şaşabilir. İnsanlar ESP'yi sayısal olarak küçük bir siyasi parti olmakla suçluyor. Politik etki buradan ölçülmez. Lenin'in dediği gibi "daha az ama daha iyi" olabiliriz. ESP, Türkiye'deki en önemli siyasi partilerinden biridir ve bu da onu Türk devleti ve emperyalist güçler için bir tehdit haline getiriyor. Bu yüzden iradesini kırmak ve hatta partiyi yok etmek istiyorlar.
Erdoğan'ın tepkisinin bir zayıflık işareti olduğunu da söylemeliyiz. Bu, yoksulluğun toplumun tüm katmanlarını etkilediği derin bir siyasi ve ekonomik krizin doruk noktasıdır. Durum, Covid-19 ve Erdoğan rejiminin ekonomiyi kötü idare etmesiyle daha da kötüleşti. Türkiye'deki ekonomik kriz unsurları dünya kapitalizminin içinde bulunduğu bunalımla örtüşüyor. Bu mücadeleyi yoğunlaştırıyor, rejim içinde çatlaklar oluşuyor, AKP-MHP savaş koalisyonunun yönetme kapasitesi daralıyor.
Avrupa devletlerinin Erdoğan şefliğindeki rejim ile ilişkilerini de takip ediyorsunuz. Bir zamanlar herkes ile "gergin" olan Erdoğan'ın bir dönemdir Avrupa devletleri ile "barıştığını" görüyoruz. Bu süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?
İlk olarak, Avrupa devletlerinin Erdoğan ile simbiyotik bir ilişkisi olduğunu söylemeliyiz. Hem Avrupa Birliği hem de Türk devleti tarafından yükselen tüm seslere rağmen birbirlerine ihtiyaçları var ve ara sıra kamuoyunda ortam "gerilse de", para ve silah akışı asla durmuyor. AB'nin Türkiye'de yatırım yaptığı birçok finansal proje ve işletme var ve göçmenleri sınırlarından uzak tutmak istiyor, bu yüzden Erdoğan'a milyarlarca dolar aktarıyor. Neoliberal ekonomik blok, Orta Doğu'daki emperyalist çıkarlarını ilerletmek için Ankara'nın demokrasiyi içeride ezmesine de ihtiyaç duyuyor.
Türkiye, NATO'nun Orta Doğu'daki kalkanı -Erdoğan'ın bu güçlerden bağımsız hareket ettiğine inanmak yanlış olur-. Emperyalist güçler onun gitmesini isterlerse, dünyadaki herhangi bir başka müvekkil devlete yaptıkları gibi acımasızca onu elden çıkaracaklar. Türkiye, küresel emperyalizm için askeri bir üs rolü oynamaktadır ve savaşları, iç baskısı ve demokrasinin ezilmesi AB ülkeleri tarafından hoş görülmez, tersine desteklenir. Ayrıca, AB'ye, Avrupa Konseyi'ne, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne itiraz etme çabalarının da nafile olmasının nedeni budur. Bunların hepsi, kapitalist sistemi sağlamlaştırmak için kasıtlı olarak kurulmuş emperyalist gücün araçlarıdır. Aslında bu kitlelere sahte umut vermek, hareket için inanılmaz derecede tehlikeli olabilir ve kendi sınıf temelli direniş biçimlerimizi inşa etmenin yerini alamaz.
Örneğin Avrupa Parlamentosu'nda, Selahattin Demirtaş'ın tutuklanması ve Türkiye'nin AİHM'nin kararına uymayı reddetmesi üzerine milletvekillerinin bağlayıcı olmayan bir önergeyi oyladığı son tartışmayı ele alalım. Ezici bir çoğunlukla geçti ve tartışma sırasında bazı güzel konuşmalar yapıldı. Ama siyasi tiyatro bittikten sonra geriye ne kalır? Boş ve acınası bir durum. Türkiye'de Kürt sorununun veya demokrasinin hukuki çözümü yok, sadece siyasi bir çözüm var. Siyasi mücadelenin alacağı biçim aynı zamanda sorunun çözümünü belirler.
Gökhan Güneş'in kaçırılması ve direniş bize birkaç şeyi hatırlattı. Bize, Türkiye'nin en büyük şehrinde insanların güpegündüz kaçırılıp ortadan kaybolabileceğini, tecavüzle tehdit edilebileceğini ve bir işkence zindanında tutulabileceğini hatırlattı. Bize, "görünmeyener" olarak tanıtanların var olduğu gölge bir dünyanın varlığını gösterdi. Ama aynı zamanda bize toplumdaki gücün gerçekte nerede yattığını da hatırlattı. Gökhan Güneş neden serbest bırakıldı? Bunun nedeni, Uluslararası Af Örgütü veya hükümet, liberal STK'ların baskısı değildi.
Örgütlü mücadele ve sokak direnişi kazandırdı. Bunun nedeni, ezilenlerin sesini yükselten uluslararası dayanışma ağlarımızdı. Gökhan'ın serbest kalmasına neden olan buydu ve bu olaydan ders çıkarılmalıdır. Aynı zamanda bize emperyalist güçlerin korktuğunu da gösterdi. Örgütlü kitlelerden korkuyorlar, ama özellikle devrimci güçlerden korkuyorlar, bu yüzden bu şekilde hedef alınıyorlar. Ancak Gökhan ve diğerlerinin de söylediği gibi "İrademizi kıramayacaksınız" ve Boğaziçi direnişinin ifadesiyle "boyun eğmeyeceğiz, aşağı bakmayacağız." İhtiyacımız olan yaklaşım budur, ancak hareket ve hatta diaspora toplumu ve dayanışma örgütleri tarafından benimsenmesi gereken temel stratejik yönelim budur.
Türkiye ve Kürdistan'daki antifaşist güçler, "savunmadan saldırıya" geçtikleri bir sürecin eşiğinde bulunduklarını söylüyorlar. Birleşik Mücadele Güçleri de bu yönlü atılmış bir adım olarak öne çıktı. Sizce enternasyonalist ve dayanışmacı hareket bu geçişe nasıl ayak uydurmalı? Enternasyonalist dayanışmacılara öneriniz nedir?
Birleşik Mücadele Güçleri'nin oluşumu önemli bir gelişmedir. Türk devleti bunu fark etti ve bu yüzden hareketi ayağa kalkmadan ezmeye çalıştı. Elbette çabalarında başarısız olacaktır, ancak bunun kurulması, yükselen sınıf mücadelesi ve artan direniş döneminde kritiktir.
Faşizme ilk darbeleri vurmak da önemli bir yön değişikliğidir, bize salt savunma eylemlerinden çok saldırıya geçmemizi sağlar, mücadele ile elde edilen demokratik kazanımlara yönelik olaylara ve saldırılara yanıt verir. Türkiye'nin en ileri katmanları olan devrimci güçleri birleşik bir zeminde bir araya getirmek tarihsel olduğu gibi bizler için öğreticidir de.
Elbette enternasyonalizm ve dayanışma bu gelişmeyi desteklemekle kalmamalı, ondan öğrenmeli ve kendi hükümetlerimize karşı benzer taktikler geliştirmemize hizmet etmelidir. Bu bir araya gelme ve ön ayak olma hareketin tüm dinamiğini değiştirebilir ve yeni katmanları mücadeleye sokabilir. Britanya'da Kürt ve Türk güçlerini desteklemenin en iyi yolu, burada kendi kitle hareketlerimizi inşa ederek burjuva egemenliğini devirmek ve uluslararası dayanışmaya dayalı dış politikaya sahip bir iktidar kurmaktır. Bu, buradaki mücadelenin bir parçası olmak, dışa dönük olmak ve mevcut liberalizmden kopmak için hareketi devrimci araçlarla donatmak demektir. İlgiyle izliyor olacağız ve umarız BMG'nin bileşenleri ile Britanya'daki göçmen hareketi yanı sıra yerli mücadeleci örgütler ile ilişkilerini geliştirmek üzere ilişkiler kurabiliriz. Faşizm, ancak birleşik mücadele ile yıkılabilir. Bu antifaşist güçler kadar enternasyonalist dayanışma hareketi için de geçerlidir.
Son olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı?
Uluslararası dayanışma hayati önem taşır, ancak bazı somut eylemlere ve durumun gerçekçi bir değerlendirmesine sahip olmalıyız. Britanya'da, mesela Filistin kurtuluş hareketiyle buradaki emek ve ilerici hareketin ana akımına doğru bir köprü kurulamadı. Kısmen kendi bağlarımızı ve ağlarımızı güçlendirmemiz gerekiyor ve Birleşik Mücadele Güçleri'ni Britanya'da benzer yapılar geliştirmek için bir model olarak kullanabiliriz. İşçi sınıfı güçlerini eyleme geçirmemiz gerekiyor. İşçi Partisi milletvekillerini HDP'li meslektaşları ile kardeş vekil olmaya teşvik edebiliriz ve sendikal harekete taşıyabiliriz. Direnişi sokaklara, işyerlerimize ve topluluklarımıza yayabiliriz.
Bir gazeteci olarak ETHA ve Atılım emekçileri ile kardeş gazeteci olmak, haberleri ve bilgileri paylaşmak, aynı zamanda örgütlere karşı polis operasyonları gerçekleştiğinde hızlı bir şekilde kampanyalar başlatmak istiyorum. Britanya'da keskin analizler ve haberler yayınlayan kendi medya ağımızı kurmamız gerekiyor. Ancak propaganda tek başına yeterli değildir. Net bir odaklanma ve strateji ile eyleme bağlanması gerekir, aksi takdirde hafızadan kaybolur ve verimsizdir. Bu politik bilinç düzeyini yükseltmek çok önemlidir ve bir gecede var olmayacak. Buna katkıda bulunmak bizim rolümüz ve görevimizdir. Ama gelecek bize ait, Erdoğan'a ya da dünyanın Biden'lerine değil. Emperyalist cephaneliğindeki tüm silahlar, devrimci güçlerin kararlılığını ve birliğini ezmeye yetmiyor. Yaşasın uluslararası dayanışma!