25 Kasım 2024 Pazartesi

'Hemşince'nin yaşatılması bireylerin insafına bırakılamaz'

UNESCO'nın Hemşince'yi 'Tehlike altındaki diller' listesine almasını değerlendiren Gor dergisi yayın ekibinden Mahir Özkan, yok olma tehlikesi ile karşı karşıya olan diller ile ilgili üniversitelerde araştırma birimlerinin olması, dili öğretecek öğretmenlerin yetiştirilmesi ve bu bölümlerin açılması, ilkokulda Türkçe ile birlikte çocukların kendi dillerini zorunlu olarak öğrenmesinin sağlanması, belediye hizmetlerinin çift dilli verilmesinin önemli yasal adımlar olduğunu belirtti.
Kültürel farklılık nedeniyle medeniyetler mozaiği olarak tanımlanan Türkiye'de tekçi anlayış nedeniyle bir dil daha yok olma tehlikesi ile karşı karşıya.
 
UNESCO'nun 'tehlike altındaki diller' atlasının güncellenmiş listesine Doğu Karadeniz'de konuşulan Hemşince'de girdi. Türkiye'de 18 dilin tehlike altında olduğu bilgisine yer verilen listede kaç kişinin Hemşince konuştuğu bilgisi yer almadı.
 
Hemşince, UNESCO'nun "tehlike altında, çocuklar artık evde ana dillerini öğrenmiyor" anlamına gelen 'Definitely endangered' kategorisinde yer alıyor.
 
UNESCO'ya göre Türkiye'de tehlike altında olan diller; Kapadokya Yunancası, Gagavuzca, Zazaca, Hertevince, Hemşince, Ladino, Lazca, Abhazca, Abazaca, Adığece, Kabardey Şivesi, Mlahso batı Süryanice, Pontus Yunancası, Romanca, Süryanice, Turoyo, Ubıhça, Ermenice.
 
Hemşince'nin UNESCO'nun listesinde yer almasının anlamını, sonuçlarını ve dilin yaşatılması için ne yapılması gerektiğini Hemşince dergi olan Gor dergisi yayın ekibinden olan Mahir Özkan ile konuştuk. Hemşince Öyküler isimli ilk Hemşince kitabın yazarı olan Özkan, aynı zamanda Antoine de Saint-Exupéry'nin unutulmaz eseri Küçük Prens kitabını 'Bidzig Pirens' adıyla Hemşince'ye çeviren kişi.
 
UNESCO'NUN KARARI POLİTİK
 
Özkan, UNESCO'nun daha önce yayınladığı listede Hemşince'nin 'tehlike altında' diller listesinde yer aldığını ancak bir süre sonra gerekçesiz bir şekilde listeden çıkarıldığını hatırlatıyor. Bu süreçleri politik süreçler olarak tanımlayan Özkan, "Bu durumda Hemşinlilerin kendi arasında devam eden 'Hemşince dil midir lehçe midir' tartışmasının da etkisi var. Hemşince'nin Ermenice ile ilişkisi ve ayrı bir olarak tanımlanıp tanımlanmayacağı hala Hemşinliler arasında netleşmemiş bir tartışma" diye belirtti.
 
UNESCO'nun bu kararının dilin yaşatılmasında herhangi bir yaptırım anlamına gelmeyeceğini söyleyen Özkan, "Uluslararası değerlendirimleri önemseyen bir siyasi iktidar yok. Avrupa Birliği'ne girmek isteyen iktidarın AB'nin yerel yönetim çekincelerini bile kaldırmadı. UNESCO'nun kararlarının yaptırım etkisi yok ancak dili konuşanlar üzerinde olumlu bir etkisi oluyor. Dillerinin karşı karşıya olduğu tehlike ve dilin önemi ile ilgili farkındalık yaratıyor. O dili konuşan insanlar üzerinde konuştukları dilin sadece kendilerini değil 'dünyayı ilgilendiren bir mesele' olduğu algısı yaratarak dil üzerindeki olumsuz yargıyı yok etmeye hizmet edebilir" diyor.
 
HEMŞİNCE GENİŞ BİR COĞRAFYAYA DAĞILMIŞ
 
Özkan, Hemşince'nin Artvin'de Hopa, Kemalpaşa ve Borçka ilçelerinde, Türkiye dışında ise 2. Emperyalist Paylaşım Savaşında Batum'dan Kırgızistan'a sürgün edilen ve bugün Rusya'nın değişik kentlerinde yaşayan Müslüman Hemşinlilerin, Rusya'daki Hristiyan Hemşinlilerin ve Abhazya'daki Hemşinlilerin konuştuğunu kaydetti.
 
Özkan, Hristiyan Hemşinliler ile Türkiye ve Rusya'da yaşayan Müslüman Hemşinlilerin konuştuğu Hemşince'nin birbirine çok yakın olduğunu da ekledi.
 
SOSYO-EKONOMİK DÖNÜŞÜM DİLİ ÖLDÜRÜYOR
 
Batı Hemşin denilen bölgede yoğun olmakla birlikte Hemşince konuşmayan ama konuştukları Türkçe içinde çok fazla Hemşince kelime kullanan topluluklardan bahseden Özkan, "Dilin yok olması sosyo-ekonomik süreçle yakından ilgilidir. Tekçi kültür ve dil anlayışı egemenliğini devam ettiriyor ve bu politik etkinin ötesinde dilin yok olma tehlikesinin bir diğer nedeni de ülkede yaşanan sosyo-ekonomik dönüşüm. Çünkü yaşama baskı altında olsa bile dilin yaşamını sürdürebileceği toplumsal koşullar ortadan kalkıyor. Dil, daha önceden köylerde kendi varlık adalarını oluşturuyordu. Yani köyler ve yaylalarda herkes Hemşin'di ve Hemşince konuşuyordu. Ancak ekonomik göçlerle birlikte yaylalar tatil alanı haline geldi ve orta kuşak ile üst kuşak arasında dilin devamlılığını sağlayacak ortak yaşam alanları azaldı ve dil gerilemeye başladı. Kentleşmeyle beraber büyük şehirlere göçlerle içine kapanık olan Hemşinliler karma evlilikler yaşamaya başladı. Bundan kaynaklı ev içinde de hakim dil olma özelliğini kaybetmeye başlıyor. Özellikle ebeveynlerden birinin ısrarla Hemşince konuşulmaması durumunda çocuğun Hemşince ile karşılaşma olasılığı ortadan kalktı. Bu toplumsal koşullarda çocukların dili öğrenmesi ebeveynlerin çabasına ve insafına bırakılmış oluyor" diye belirtti.
 
EVDE ANADİL KONUŞULMALI
 
Ancak dilin korunması ve yaşatması ebeveynlerin çabasına ve insafına bırakılmaz diyen Özkan, şöyle konuştu:
"Elbette ebeveynler çocuklarına dili öğretmeli, dili ev içinde konuşmalı ve dilin yaşatılmasını önemsemeli. 'Ne işe yarayacak ki bu dili öğrenmek, Kaç kişi konuşuyor ki, Çocuğa okulda zarar verir' gibi yanlış anlayışlara kapılmamalı, dillerinin kendi kültürlerinin bir parçası olduğu unutmamalı ve aynı zamanda Hemşince'nin toplumsal statüsünün yükselmesi içinde mücadele etmelidir. Unutmamak gerekir ki dili öğrettikçe dilin toplumsal statüsü de artar."
 
DİLİN YAŞATILMASI BİREYLERİN İNSAFINA BIRAKILMAZ
 
"Dilin gelecekte yerel bir olarak resmi olarak kullanılmasını, kabul görmesini ve Hemşinlilerin yaşadığı alanlarda eğitim dili olmasını talep ederek bunu yapmalı. Çünkü ebeveynlerin dilin yaşatılmasındaki ısrarı çok önemli ancak tek başına yeterli değil. Tehlike altındaki dillerin yaşatılması için yasal önlemlerde alınması gerekiyor. Üniversitelerde bu diller ile ilgili araştırma birimlerinin olması, dili öğretecek öğretmenlerin yetiştirilmesi ve bu bölümlerin açılması, Hemşinlilerin yaşadığı yerlerde ilkokulda Türkçe ile birlikte Hemşince çocukların kendi dillerini zorunlu olarak öğrenmesinin sağlanması, belediye hizmetlerinin Hemşince de verilmesi dilin yaşatılması için ilk yasal önlemler olabilir."
 
EZİLEN HALKLAR DAYANIŞMA İÇİNDE OLMALI
 
Bunların kendiliğinden olacak önlemler olmadığını vurgulayan Özkan, "Dilleri ve kültürleri ile yaşayan toplulukların dayanışma içinde bu hakların sağlanması için demokratik mücadele vermesi gerekiyor. Bu mücadele sürecinin kendisi bile bir bilinç oluşturacak ve dilin yok oluşunu engellemeye hizmet edecektir" dedi.