HDP'ye saldırının sorumlusu Süleyman Soylu'dur
HDP Sözcüsü Kubilay, partilerinin İstanbul İl Örgütüne yönelik silahlı saldırının sorumlusunun Süleyman Soylu olduğunu belirtti. Kanal İstanbul'un da ekolojik felaket projesi olduğunu vurgulayan Kubilay, AKP'nin belediye başkanlarını devşirerek siyasi ömrünü uzatmaya çalıştığını ifade etti.
HDP Sözcüsü Günay Kubilay, partisinin genel merkezinde haftalık basın toplantısı düzenleyerek güncel gelişmeleri değerlendirdi. HDP'ye yönelik saldırılar, Libya'daki durum ve ekonomik sorunlara ilişkin değerlendirme yapan Kubilay, partilerine yönelik silahlı saldırının sorumlusunun Süleyman Soylu olduğunu söyledi.
Konuşmasına, HDP İstanbul İl Örgütüne yönelik silahlı saldırıyı hatırlatarak başlayan Kubilay, şunları kaydetti:
BU SALDIRILAR İKTİDARIN İKTİDARDAN DÜŞÜŞ KORKUSUDUR
Bildiğiniz gibi HDP'ye yönelik silahlı saldırı boyutuna geçildi. Salı günü Süleyman Soylu tarafından HDP'yi hedef gösteren açıklamalar sonrasında HDP İstanbul İl binası silahlı saldırıya uğradı. İlginçtir, silahlı saldırıyı gerçekleştiren kişi kaçmak yerine il binamızın ötesinde bulunan Beyoğlu Emniyet Müdürlüğü'ne sığındı.
Silahlı saldırının, geçen dönem eş genel başkanımız Selahattin Demirtaş'ın Devran adlı öykü kitabındaki birkaç öyküyü tiyatroya uyarlayan usta oyuncu Jülide Kural'ın gösterisinden sonra İçişleri Bakanı Soylu'nun, sinemanın duayenlerinden biri olan Kadir İnanır, Demirtaş ve HDP'ye yönelik zehir saçan sözlü saldırının ardından gerçekleştiğinin altını çizmek gerekir. Bu saldırının faili kim olursa olsun siyasi sorumlusu Soylu'dur. Bütün kayıtlara bu böyle geçmelidir.
Biz her ağzını açtığında bu zehir saçan siyasi dili çok iyi tanıyoruz. AKP-MHP iktidarı dış politikada bocalıyor. Ekonomide kendi söküğünü dahi dikebilecek durumda değil. Gittikçe daha fazla halk desteğini yitiriyor. Savaşla, şiddetle, hamasetle, uydurduğu kahramanlık hikayeleriyle hızlanan kan kaybını durdurmaya çalışıyor. Ancak, siyasi olarak karşımızda parça parça dökülen ve siyasi çaresizlik içinde kıvranan bir iktidarı var.
HDP'YE SALDIRILARI ÇÖKÜŞLERİNİ HIZLANDIRIR
Henüz içerde ve dışarda istediklerini elde edememiş saray rejimi, uzun zamandır önünde en büyük engel gördüğü ve 'inşa sürecini' kesintiye uğratma potansiyeli taşıdığı için HDP'nin varlığına yönelik topyekûn bir saldırı başlatmış bulunuyor. Bu saldırıları, özellikle 31 Mart'ta iktidarın çöküş sürecinin yolunu açan HDP'den 'siyasi intikam almak' kadar, kendi varlığını, HDP'nin yokluğuna bağlamış bir iktidarın 'iktidardan düşüş korkusu' olarak da değerlendirmek gerekir.
HDP'yle demokratik ve meşru mücadele zeminlerinde mücadele yeteneğinden yoksun ve çaresiz olanların bu tür kirli yöntemlerle sürdürdükleri saldırılar, onların çöküşünü hızlandırmaktan başka bir işe yaramayacağı gibi HDP'yi de Türkiye halklarından aldığı güçle, azimle, kararlılıkla yürüdüğü barış, demokrasi, eşitlik, özgürlük ve adalet yolundan alıkoyamayacaktır.
NEREDEYSE NAZİ ALMAYASI'NDAKİ GİBİ KİTAP YAKMA AYİNLERİ DÜZENLEYECEKLER
Soylu zehir saçıyor, Erdoğan hedef alıyor. Vaktiyle siyasi arenada Demirtaş'ın bileğini bükemeyenler onu rehin alarak siyasi intikam aldıklarını sandılar. Ama ne var ki, şimdi de Demirtaş'ın kaleminin gücü karşısında ne yapacaklarını şaşırdılar. Hep bir ağızdan bir tiyatroya uyarlanan bir oyuna, oyunculara, izleyicilere, dayanışma içindeki kadınlara karşı saldırıya geçtiler. Neredeyse Nazi Almayasında olduğu gibi meydanlarda kitap yakma ayinleri düzenleyecekler. Ama ne yaparlarsa yapsınlar, hangi kirli yönteme başvururlarsa vursunlar Demirtaş'ın şahsında Cumartesi akşamı Kenter Tiyatrosu'nda gösterilen dayanışma hala sözün ve kalemin, sanatın ve sanatçının birleştirici gücünü ve dayanışmacı ruhunu ortaya koymaktadır. HDP olarak, oyunu hazırlayanları, oynayanları, katılanları saygıyla selamlıyor, saygılar sunuyoruz.
LİBYA'DA DA GÜVENİLMEZ BİR GÜÇ OLDUĞUNU HERKES ANLADI
Bölgedeki gelişmelere gelince; son bir hafta içinde Erdoğan ve AKP-MHP iktidarının dış politikadaki savrulma haline hep birlikte tanıklık ettik. 'Hafter teröristtir, darbecidir, görüşülmez ve arabuluculuk yapılmaz' diyenler iki gün içinde 180 derece çark ederek, Moskova'da Hafter'in temsilcileriyle masaya oturdular. Ancak, Hafter Türkiye'nin içinde olduğu bir anlaşmayı kabul etmediğini ileri sürerek ateşkesi reddettiğini açıkladı. Türkiye'nin sadece Suriye'de değil, Libya'da da siyasi bir çözümün önünde engel, güvenilmez bir güç olduğunu bütün bölge halkları anlamış oldu. Defalarca Suriye devlet başkanı Esad'ı muhatap almayacağını söyleyen Erdoğan, yine keskin bir U dönüşüyle MİT Başkanı Hakan Fidan'ın Suriye İstihbarat Şefi Tuğgeneral Ali Memlük'le Moskova'da bir görüşme yaptığını öğrendik. Erdoğan "Katil Esed" dediği rejimin lideriyle Kürt karşıtı bir ortaklık kurmak istediğini tahmin etmek zor değil. Bu arada Suriye'de İdlib ateşkesinde de sona doğru gelindiğini görüyoruz.
Libya ve Suriye özelindeki bu iki kritik U dönüşü, özellikle Moskova görüşmeleri sonrasında Erdoğan'ın nasıl Putin'in gölgesinde kaldığını, kontrolünde hareket ettiğini, çizdiği sınırların dışına çıkamadığını açıkça gösteriyor. Üç gün içinde Emevi Camii'nde namaz kılmak isteyen Erdoğan'ın yerine Putin'in Emevi Camii'nin önünde vermiş olduğu fotoğraf yeterince anlatıcıdır.
TÜRKİYE'NİN 'PİYON' DIŞINDA BİR ROL OYNADIĞINI KİM SÖYLEYEBİLİR
Özellikle AKP medyası sürecin belirleyici güçleri olan Moskova ve Washington arasında yaşanan med-ceziri, sıkça yapılan telefon görüşmelerini diplomatik bir başarıymış gibi köpürtüyor. Oysaki, ABD ve Rusya gibi belirleyici düzeydeki küresel güçlerin Ortadoğu üzerinde oynadıkları satrançta Türkiye'nin 'piyon' işlevi görmenin ötesinde bir rol oynadığını, stratejik değerde ilkeli bir politikanın sözcüsü ve taşıyıcısı olduğunu kim söyleyebilir? Hatta Libya'ya muharip güç göndermek üzere meclisten geçirdiği tezkerenin de Erdoğan'ın başına bela olduğu da söylenebilir. Tunus ve Cezayir hava üslerini Türkiye'ye açmayacağını yani iç savaşa taraf olmayı kabul etmediklerini deklare ettiler. Erdoğan tezkere sonrası ilk çelmeyi Tunus'tan ve Cezayir'den yemiş oldu.
İngiliz Guardian gazetesi, 2 bin Suriyeli savaşçının Türkiye üzerinden Libya'ya gönderildiğini yazdı. Bu yazılanlar henüz iktidar tarafından yalanlanmadı. Guardian'a konuşan Suriye Ulusal Ordusu kaynakları, Suriye'de 450-550 lira maaş verilen militanların Libya'da 11 bin, 12 bin lira kazanacağını, savaşçıların altı aylık iş sözleşmesini Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti'yle imzaladıklarını, Türkiye'nin ise tüm savaşçılara Türkiye vatandaşlığı vadettiğini söyledi. Eğer Erdoğan'ın evvelki günkü açıklamasında asker göndermekten kastı, Guardian'da yazılanlar ise bu başlı başına siyasi bir skandaldır, açık bir savaş suçudur.
ARADIĞINI PUTİN'DE BULAMAYINCA TRUMP'IN KAPISINI ÇALIYOR
Şimdiye kadarki deneyimler de göstermiştir ki, sahada ağırlığını giderek arttıran Rusya için en iyi muhatap, dış politikada tökezleyen iktidarlardır. Erdoğan'ın Libya'da muhatabının Putin olduğunu açıklaması da bu bağlamda boşuna değildir. Aradığını Putin'de bulamayınca Trump'ın kapısını çalıyor olmasına da şaşırmamak gerekir. Kuzey ve Doğu Suriye'de Erdoğan'a onay veren Trump, şimdi de Libya konusunda Türkiye için devreye girmiş bulunuyor.
19 Ocak'ta Berlin'de düzenlenecek konferansın yapıcı sonuçlar doğurması için dış müdahalelerin önlenmesi konusunda bir kararlılığın ortaya çıkması çok önemli. Libya halklarının, herhangi bir dış müdahale olmaksızın siyasi geleceklerini diyalog ve müzakere yoluyla kendilerinin belirlemeleri en sağlıklı ve rasyonel yoldur. Ancak anlaşılan odur ki, Berlin Konferansı'nda Trablus'taki İhvancı iktidarın yanında Türkiye dışında başka hiçbir devlet yer almayacak. Dış politikada ilkesizliğin ve pragmatizmin kaçınılmaz bir sonucu olan yalnızlığın ve savrulmanın sonuçlarını büyük olasılıkla Berlin Konferansı'nda da görmüş olacağız.
BARIŞÇIL POLİTİKAYA HIZLA DÖNÜŞ YAPMASI KAÇINILMAZDIR
Bölgede, henüz kaynama derecesinde olmasa da giderek suların daha fazla ısındığı bir sürecin içinden geçiyoruz. Gerek büyük küresel güçler arasındaki azgın rekabet, gerek ABD-İran gerilimi, gerekse İran ve Türkiye gibi hem yüzyıllık sömürgeci konumunu sürdürmek, hem de bölge pazarlarından pay kapmak için yayılmacı hayaller peşinde koşma politikaları, bölgede kartların yeniden karılacağı, yeni çelişkilere ve çatışmalara kapı aralanacağını gösteriyor. Bu sürecin hiçbir siyasi ilkeyi düstur edinmeksizin, mezhepçi ve saldırgan bir politikayla 'serseri mayın' gibi oradan oraya sürüklenen Türkiye'nin bölge politikalarında keskin bir dönüş yapması yaşamsal önemdedir. Bölgedeki bütün ülkelerdeki askeri varlığına son vermesi ve bölge halklarının ortak çıkarlarını temel alan bir barışçıl politikaya hızla dönüş yapması kaçınılmazdır.
TARIM SEKTÖRÜNÜN SORUNLARI BÜYÜYOR
Türkiye'de tarım sektörünün sorunları gittikçe büyüyor. AKP'nin iktidar olduğu son 17 yılda 700 bin aile çiftçiliği terk etti. Çiftçileri desteklemesi gereken Ziraat Bankası, çiftçiden ziyade şirketleri kurtarma kaldıracı haline geldi. Tarım uzmanı Abdullah Aysu'nun aktarımlarına göre, tarıma ilişkin bazı çarpıcı rakamlar ise şu şekilde:
Kayıtlı çiftçi sayısı gittikçe azalıyor. SGK verilerine göre kayıtlı çiftçi sayısı son 8 yılda düzenli ve ciddi bir düşüş göstererek, 1 milyon 127 binden 697 bine düştü. 2019 yılında tarım girdi maliyetleri yüzde 35 ila yüzde 120 oranında arttı. Türkiye, 2019 yılının ilk 10 ayında 6 milyon 750 bin ton buğday dışarıdan aldı. Bu cumhuriyet tarihinin en büyük buğday ithalatı. 2019'da toplam 3,4 milyon hektar tarım arazisi ekilmedi. 2019'da kuru soğan fiyatı yüzde 185 arttı.
Bu rakamlar başka olguların da göstergesi. Örneğin Büyükbaş ve küçükbaş hayvancılıkla geçimini sağlayanlar bugün ciddi sorunlarla karşı karşıya. Bir taraftan büyükbaş ve küçükbaş hayvan fiyatları gittikçe azalırken, saman fiyatlarında da ciddi bir artış söz konusu. Daha önce 200 ila 500 lira civarında bir fiyatla alınabilen bir ton samanın fiyatı son bir yılda 1500 ila 2000 liraya yükseldi. Benzer şekilde yem ve kepek fiyatı da gittikçe artıyor.
Çarpıcı bir örnekle bu konuyu tamamlayalım. Urfa'nın Siverek ilçesine bağlı Sapan (Kirvan) Mahallesi'nde halk, temel geçim kaynakları olan hayvancılığı yapamaz hale geldi ve mahallede göç başlamış. Sahip oldukları hayvanları satan ailelerin büyük bölümü ayrılınca 60 haneli mahalle 20 haneye düşmüş oldu.
Büyük ve küçükbaş hayvan yetiştiriciliği yapan Fedli Güler örneği tüm sorunu özetler nitelikte. Güler hayvancılıkta yaşanan sorunları şu şekilde anlattı: "Geçen yıl kuzuları ile birlikte çiftini 4 bin liraya aldığın koyunun fiyatı bu yıl 2 bin 600 liraya kadar düştü. Arpa, buğday ve saman fiyatları uçtu. Hayvanlar iyi beslenmediği içinde satamıyoruz. Satsak bile yarı fiyatına satıyoruz 10 tane hayvanım var. 15 bin lira masraf yapmışım, şimdi satsam tanesini 1500 liraya ancak satabilirim. Yarı fiyatına satsam 15 bin lira etmez. 4 yıl önce durumumuz bundan iyiydi. Hayvanlar o zamanda ucuzdu ama arpa, saman da ucuzdu, yetiştirebiliyorduk. Eskiden bir kamyon samanı 5 bin liraya alırken şimdi 10–15 bin liraya alabiliyoruz."
YOKSULLUK VE İŞSİZLİKTE KÜRT İLLERİ İLK SIRADA!
İşsiz sayısının 4 milyon 396'ya çıktığı Türkiye'de yoksulluk ve işsizliğin had safhaya çıktığı kentlerin neredeyse tümü Kürt illeri. TÜİK verilerine göre Van, Ağrı, Muş, Bitlis, Hakkâri gibi Kürt kentleri ilk sırada. Bu kentlerde gelir gider eşitsizliği de oldukça yüksek. Hem il bazında hem kişi başı gelirde Kürt kentleri 81 il içinde son sıralarda yer alıyor ne yazık ki. Son üç sırada ise Dersim, Ardahan ve Bayburt var. İl düzeyinde kişi başına GSYH hesaplamalarında 16 bin 194 lira ile Urfa, 16 bin 68 lira ile Van ve 15 bin 121 lira ile Ağrı son üç sırada. Bu kentleri Muş, Bitlis, Hakkâri, Mardin, Batman, Şırnak, Siirt gibi kentler izliyor. Bu kentlerde tam bir ekonomik yıkım yaşanıyor. Sadece Siirt'te 2019 yılında 1664, Hakkâri'de 337 esnaf kepenk kapatmış.
MERALAR YASAK, FABRİKALAR AZ, İŞSİZLİK TIRMANIYOR
Yayla ve meraların yasaklanmasıyla geçimini hayvancılıkla sağlayan 10 binlerce yurttaş hayvancılığı bırakmak zorunda kaldı. Sınır kentleri olan Van, Hakkâri, Ağrı, Iğdır, Şırnak gibi kentlerin geçim kaynaklarının başında gelen sınır ticaretinin yasaklanması da işsizliği artırdı.
Fabrikaların azlığı, 2020 Merkezi Bütçesinde de görüldüğü gibi aslan payının savaş harcamalarına ayrılması ve üretime yönelik yatırım yapılmıyor olması işsizliği tırmandırıyor.
EKONOMİK YIKIM, EKOLOJİK FELAKET: KANAL İSTANBUL
Kanal İstanbul bir 'mega proje' olduğu sıkça dile getiriliyor. Oysaki bilimsel verilerle kanıtlandığı gibi İstanbul'a kanal konusuna aç gözlü bir tüccar gibi rant kapısı gözüyle bakmayan hiç kimsenin sıcak bakmasının mümkün olmayacağı gibi büyük bir ekonomik yıkım ve ekolojik felaket demek olduğunu bilmesi için de uzman olmasına gerek yok. Çok iyi ifade edildiği gibi 'ya Kanal ya İstanbul' var. Ötesi yıkımlara, felaketlere kapı açmaktır. Bağrından çıktığı doğaya yabancılaşmamış, metabolik yarılmaya uğramamış, gözünü kar hırsından başka bürümemiş hiç kimse böyle bir ekonomik yıkım ve ekolojik ölüm projesine evet diyemez.
Dünya iklim krizini, selleri, yangınları konuşuyor. AKP-MHP iktidarı İstanbul'a kanal yapmaya çalışıyor. Bütün bilimsel veriler, göstergeler ortadayken, ülke için ekonomik bir yıkımdan, ekolojik bakımdan geri dönüşü olmayan ölümcül sonuçlardan söz ederken bu nasıl bir aymazlıktır? İnsan ve doğaya karşı bu nasıl bir nefret duygusudur.
AVUSTRALYA'DAKİ YANGIN İSYAN NİTELİĞİNDE
İşte Avustralya'da yaşananlar ortada. Tüm dünya ölüm sessizliğiyle izliyor. Avustralya'da aylardır süren yangın, dünya kapitalizminin aç gözlülüğüne, kar hırsına, doğal varlıkları yok eden yağma ve talan politikalarına bir isyan niteliğinde… Ekim ayından bu yana 10,3 milyon hektarlık bir alan yangınlarda yok oldu. Dünya Vahşi Yaşam Fonu'na (WWF) göre yangınlarda bir milyardan fazla hayvanın öldüğü tahmin ediliyor. En az 25 insan hayatını kaybetti ve çok sayıda kasaba boşaltılmak zorunda kaldı. Avustralya'nın güneyinde kuraklık nedeniyle 5.000 yabani deve, helikopterlerden tüfeklerle açılan ateşle öldürüldü. Avustralya hükümeti 'Operasyon sırasında hayvanların acı çekmemesi için itlafa son seçenek olarak başvurulduğunu' açıkladı.
KANAL İSTANBUL GÜZERGAHINDAKİ ARAZİLERİ KİME VERDİNİZ?
Dünyada 'yapılmaması gerekenler' listesi yapılsa, ekolojik bilinci olan herkesin ilk sıraya koyacağı proje İstanbul'a kanal olur. Ama Saray'ın 'yapılacaklar' listesinde ilk sırada 'Kanal İstanbul' var. Neden? Büyük bir ekonomik ve ekolojik yıkıma yol açacak olan İstanbul'a, elini ovuşturan bir avuç yandaş sermaye grubu dışında koca İstanbul karşıyken kanal yapmakta neden bu kadar ısrar ediyorsunuz, vazgeçmiyorsunuz? İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı İmamoğlu, AKP'nin Kanal İstanbul'dan vazgeçmemesinin nedeninin bölgeye yapılan yatırımlar olduğunu söyledi. İmamoğlu, Kanal İstanbul'un güzergahından 30 milyon metrekare arazi alımı yapıldığına dikkat çekti.
Biz iktidara soruyoruz: Kimlere söz verdiniz? Kanal olarak düşündüğünüz hat boyundaki bu arazileri kime sattınız, kimlere peşkeş çektiniz? İstanbul'un önünde uzanan 30-40 yıllık geleceğini kimlere ipotek ettiniz? Açıklayın, herkesin bilmeye hakkı var. 'Ticari sır' örtüsünün altına saklanmayın. Dürüst ve düzgün iş yapıyorsanız, doğaya ve halka yararlı bir iş yapıyorsanız, halktan neden gizliyorsunuz?
SİZ NERE, FERHAT OLMAK NERE; SİZİN İÇİN EN DEĞERLİ ŞEY PARA?
Yeri gelmişken değinelim. Erdoğan 'Biz Ferhatız dağları deleceğiz' demiş. İnsanın gülesi geliyor. Siz nere, Ferhat olmak nere? Siz nere, dağları yüreğindeki aşk ateşiyle delecek sevda nerede? Hayır siz isteseniz de Ferhat olamazsınız… Hiç kusura bakmayın ama siz para dışında, dünya nimetleri dışında kimseye sevdalanamazsınız.
Sizin için en değerli şey paradır. Siz ancak paraya aşık olur, para için dağları deler, hatta para için büyük iş makineleriyle dağları bile yok edebilirsiniz. Buna zerre kadar kuşku duymuyoruz.
BU SİYASİ İKTİDARDAN KURTULMAK ÖNCELİKLİ GÖREV OLMALIDIR
Önümüzdeki günlerde büyük konferansımız ve büyük kongremiz gerçekleştirilecek. Bu kongre ve konferans eşiğinde şu değerlendirmeleri yapmak istiyoruz. AKP-MHP iktidarı sorunları demokratik siyaset zeminlerinde çözebilecek siyasi perspektiften ve programdan yoksundur. Gayri meşru bir iktidardır ve her alanda bir çözüm dinamiği olmaktan çıkmıştır. Önümüzdeki dönemde yeni bir siyasal sürecin yolunu açmak ve demokratik ve meşru yollardan bu siyasi iktidardan kurtulmak bütün demokrasi güçlerinin öncelikli görevi olmalıdır.
İKTİDAR BİR ERKEN SEÇİMDEN ÖCÜDEN KORKAR GİBİ KORKUYOR
Hatırlanacağı gibi HDP, 20 Kasım'da açıkladığı bir deklarasyonla AKP-MHP iktidarına hodri meydan demiş, erken seçim çağrısı yapmıştı. İktidarın her geçen gün siyasi kan kaybının hızlandığı, 'Mehdi'nin ordusu' gibi yasa dışı özel savaş aygıtlarıyla iktidara tutunma çabalarının deşifre edilmiş olması, iktidarın bir erken seçimden öcüden korkar gibi korktuğunu ortaya koyuyor. HDP, faşizm koşullarında bir erken seçim çağrısı yaptığının, arkasında örgütlü bir halk hareketinin ısrarı olmaksızın bir erken seçimin yapılmak istenemeyeceğinin bilincindedir. HDP, önümüzdeki önümüzdeki dönem böyle bir kitlesel halk hareketinin imkanlarını eşiğinde bulunduğu büyük konferans ve kongresinde konuşacak ve inşası için kolları sıvayacaktır.
DEMOKRATİK DÖNÜŞÜME ÖNCÜLÜK EDEBİLECEK YEGANE PARTİ HDP'DİR
Bu iktidar siyasi ufkunu yitirmiş ve yan yollara sapmaya başlamıştır. Türkiye'nin görünür geleceğine projeksiyon tutacak, yeni bir demokratik siyasal sürecin inşasına ve toplumun beklentilerine yanıt verebilecek demokratik bir değişim, dönüşüm sürecine öncülük edebilecek programa sahip yegane parti HDP'dir, HDP'ye yön verecek üçüncü yol çizgisidir. HDP bu topraklara özgü enternasyonalist perspektifle biçimlenmiş bir 'Türkiye Partisi'dir ve Türkiye halklarının demokratik ve meşru mücadele zeminidir. HDP, bu bakımdan çoğulcu yapısı, radikal demokrasi anlayışı ve üçüncü yol çizgisiyle farklı ve özgün bir politik partidir.
HDP, Türkiye'nin demokratik geleceğinin inşasına yön verebilecek politik birikime, donanıma, deneyime, programa ve kadrolara sahip bir partidir. Türkiye'nin işçisi ve emekçisiyle çok kimlikli, çok kültürlü, çok dilli ve çok inançlı yapışan uygun bir ekolojik ve demokratik bir toplumsal inşa sürecine öncülük edebilecek yetenekte bir partidir. Bu nedenle de çok yönlü bir kuşatma ve saldırı altındadır.
AKP ÖMRÜNÜ UZATMAK İÇİN BELEDİYELERİ DEVŞİRİYOR
HDP Sözcüsü Kubilay, "3'u muhalefetten 2'si bağımsız 5 belediye iktidara geçti. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?" şeklindeki soruya, "Bu soruda dile getirilen konu AKP iktidarının ne kadar çaresiz olduğunun ve yan yollara saptığın açık ifadesidir. Ama bunların hiçbiri bu hükümetin gidişini durduramayacaktır dışarıdan seçilmiş devşirme belediye başkanlarıyla AKP iktidarını kurtarmak, iktidarını uzun süre sürdürmesi mümkün olmayacaktır" şeklinde yanıt verdi.