15 Kasım 2024 Cuma

'Hasankeyf mücadelesini kaybedersek Kanal İstanbul'a karşı kazanamayız'

Ilısu Barajı'nın su tutmasıyla birlikte 100 kilometrelik alanda gölet oluştu, sular Hasankeyf'e dayandı. Hasankeyf Koordinasyonu'ndan Ergül, Hasankeyf ve Dicle Vadisi için daha da yüksek sesle mücadele yürütülmesi gerektiğini vurguladı. Hasankeyf'in devlet tarafınan yıkımın meşrulaştırıldığını söyledi Ergül ve ekledi: "Eğer Hasankeyf'i kazansaydık Kanal İstanbul'un sacayaklarının nedenleri oluşmayacaktı."

İki yakasını Dicle'nin ayırdığı, hikayesi 12 bin yıl öncesine kadar giden tarihi antik kent Hasankeyf'i yok edecek Ilısu Barajı su tutmaya devam ediyor. 1981 yılında "doğal koruma alanı" olarak ilan edilen kent bir kültürel miras.

Türkiye'nin en büyük dördüncü HES projesi olan Ilısu Barajı'yla birlikte 199 köy direkt zarar görecek, ilçe merkezi ve 85 köy, tarım arazileri sular altında kalacak. Ortaya çıkacak ekonomik kriz, göç, göçe bağlı yoksulluk artacak. Uluslararası kırmızı listede yer alan endemik bitkiler, canlı mikroorganizmalar da yok olacak.

Yükselen seslere ve tepkilere rağmen Ilısu Barajı su tutmaya başladı ve bir gölet oluştu. Bir dönem yükselen Hasankeyf ve Dicle Vadisi mücadelesi ise bugün görece sönümlenmiş durumda. Genel kanı şu yönde; Hasankeyf için her şey yapıldı, artık bitti!

Peki gerçekten de Hasankeyf ve Dicle Vadisi için hiç mi umut yok? Hasankeyf Koordinasyonu'ndan Ali Ergül ile Hasankeyf ve Dicle Vadisi mücadelesini konuştuk. Ergül, ETHA'ya yaptığı değerlendirmeler ve sunduğu bilimsel veriler ışığında mücadelenin bugün daha yükseltilmesi gerektiğine dikkat çekti. Öte yandan Ergül, Ilısu Barajı'nın ekolojik, kültürel, tarihi, ekonomik ve sağlık açısından tam bir "yıkım" olduğunun altını çizdi.

'30 YILDIR SÜREN ANCAK ZAYIF BİR MÜCADELE OLDU'
Dile getirilen Hasankeyf için her şey yapıldı ve artık bitti söylemlerinin son derece yanlış olduğunun altını çizen Ergül, ne yazık ki belirli dönemlerde ilgi yükselse de aslında gerekli adımların atılmadığını söyledi. "Sivil toplum bu noktada üzerine düşen görevi yerine getirmedi" diyen Ergül, "30 küsur yıldır süren bir mücadele var, bunu yok saymak adına söylemiyorum ancak zayıf bir mücadele oldu. Özellikle hukuk ayağı. Toplamda 13 dava yürütüldü. Ama bu davalar çok küçük davalardı ve genel olarak takip edilmedi. Eylemler de yapıldı ama gereken bütün adımlar atılmadı" vurgusu yaptı.

Ilısu Barajı ile sular altında bırakılmak istenen Hasankeyf ve Dicle Vadisi'nin ne kadar kıymetli olduğu bilgisinin herkeste olmadığına dikkat çeken Ergül, mücadelenin biraz daha kültürel miras ağırlıklı ve Hasankeyf merkezli gittiğini belirtti. Ergül, "Ekolojistler meselenin başka bir tarafından tuttu. Aslında ekoloji, Hasankeyf mücadelesi ve Ilısu Barajı mücadelesi tarihinde en az değinilen kısımdı. Yine 199 köy ve bir ilçe merkezi direkt etkilenecek. İlçe merkezinin hepsi, 85 köy sular altında kalacak. Bu 199 köyden diğer kalan kısmı kısmi tarım arazileri, oralarda sular altında kalacak yerler var. Buradan ortaya çıkacak ekonomik kriz, göç ve göçe bağlı yoksulluk meselesi işlenmedi" dedi.

'HASANKEYF KAZANILSAYDI KANAL İSTANBUL'UN NEDENLERİ OLUŞMAYACAKTI'
Bu nedenlerle ele alındığında bütünlükçü bir çizgide mücadelenin ilerlemediğini ve bundan kaynaklı bugün Türkiye'nin can yakıcı gündemi olan Kanal İstanbul'un sacayaklarının nedenlerinin oluştuğuna dikkat çeken Ergül, şöyle devam etti: "Eğer biz Hasankeyf mücadelesinin kazanabilmiş olsaydık, buradaki ekolojik yıkım ve kültürel miras alanındaki yıkımlar daha görünür olacaktı. Çünkü devletin hazırladığı raporda özellikle kültürel mirasla ilgili bölümde, Hasankeyf örneği çok fazla. Buradaki alanların nasıl kurtarılacağı kısmında deniyor ki, 'Biz Hasankeyf'te şunu yaptık, taşımayı şöyle yaptık ya da betonla üstünü örttük. Burada da aynısını yapacağız, kurtaracağız.' Hasankeyf artık bir taraftan da yıkımın meşrulaşması ile ilgili bir şey!"

Ergül, yıllar önce Suyun Ölüm Tarihi Belgeseli'ni çekti. Çekim sırasında bir Hasankeyfli'nin kendisine "biz tarihi mekanlardan özür dileriz" dediğini aktaran Ergül, bu cümlenin Kanal İstanbul Projesi'nde kendini gösterdiğini dile getirdi. "Çünkü tarihi mekanlar Hasankeyf örnek verilerek yok edilecek ve ya yok edilme tehlikesiyle karşı karşıya" diyen Ergül, 1991 yılında çıkan bir gazetenin manşetinde "bir yıl sonra Hasankeyf sular altında bırakılacak" manşetinin atıldığını söyledi. Ergül, "1991 yılından bu yana 'Hasankeyf için yapılacak bir şey yok cümlesi kuruluyor'. 91'den bu yana yürütülen bir mücadele var. 400 kilometrelik bir alan var ve bu alanda görünür olan, en az 12 bin yıllık tarihe sahip bir antik kent var. Ama bunun yanında da yüzey araştırmaları sonucu tespit edilen 289 höyük var ve Hasankeyf muhtemelen bu höyüklerden biri. Yine 400 kilometrelik alanda ekolojik tahribat çok dile getirilmedi burada yüzün üzerinde endemik tür tespit edilmiş durumda. Tabi yüzde 10, yüzde15'lik incelemeden bahsediyorum bütün alan hiçbir şekilde incelenilmedi. Hasankeyf'in yani Ilısu Barajı'nın bir ÇED'i yok. Yine uluslararası kırmızı listede bulunan çok sayıda tür bu alanla birlikte yok olacak" diye konuştu.

Kültürel miraslarla ilgili uluslararası davaların denendiğini ancak AİHM'in "kültürel miras bizim alanımız değil" diyerek reddettiğini belirten Ergül, Bern Sözleşmesi gibi Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelere dikkat çekti. Bu sözleşmelerdeki, "Bir ülkenin kendi sınırları içindeki suyla ilgili hakimiyeti ona aittir. Baraj yapabilir, farklı yöntemlerle geliştirebilir, ama bir şartla yapamaz 'bir türün yok olmasına neden olamaz'" maddesinin çok net olduğunu vurgulayan Ergül, "Bu gözden kaçan bir maddeydi. Ilısu Barajı'nı düşündüğümüzde yüzlerce türün yok olması söz konusu. Buna ilişkin Ekoloji Birliği Bern Sözleşmesi'ne başvuru yaptı, ancak geç kalındı" dedi.

'BARAJ KAPAKLARI KONTROLLÜ AÇILIP GÖLET ORTADAN KALDIRILMALI'
Baraj sularının Hasankeyf'e ulaştığı 100 küsur kilometrelik bir alanda gölet oluştuğunu söyleyen Ergül, "Hasankeyf'e sular ulaşınca tekrar gündem oldu. Bu ciddi bir sıkıntı. Çünkü sular Hasankeyf'e ulaşmadan önce en az 35 köy sular altında kaldı. Canlı endemik diyoruz ama milyonlarca canlı mikroorganizmanın yaşadığı alan yok edildi" dedi. Ergül, şöyle devam etti: "Yani tam da bu noktada 400 kilometrelik alanda yaşayan canlılar ve kültürel varlıklar açısından evet hala Hasankeyf için mücadele yürütülmeli. Hatta talep artışı olmalı, baraj kapaklarının kontrollü bir biçimde açılıp bu baraj göletinin bırakılması gerekiyor. Çünkü her geçen gün tehlike artıyor, her geçen gün ekolojik yıkım, kültürel miras alanındaki yıkım büyüyor. Temel talep bundan sonra aslında baraj kapaklarının açılıp bu göletin ortadan kaldırılması gerekiyor."

Hasankeyf mücadelesinde sürekli karşılaştıkları şeylerden birinin de konunun dönem dönem popüler olması ve bu dönemlerde ilginin artması olduğunu belirten Ergül, bu durumu şöyle açıkladı: "Aslında bu mücadeleyi çok fazla insan yürütmedi. Ekolojiye ve kültürel mirasa inanan gönül veren kişilerin bireysel çabasıyla sürdü. Batman Barosu yine Diyarbakır, Mardin, Şırnak Baroları Hasankeyf gündem olana kadar hiçbir adım atmamış, bir açıklama yapmamışlardı. Daha sonra Türkiye'deki barolara çağrı yapıp Dicle kenarında basın açıklaması yaptılar, hani sanki 'ben mücadele yürüttüm' demek için. Göstermeliklerle devam ediyor, siyasi partiler açısından da bu böyle, yeni bir yaşamın idealini savunanlar da. İstanbul seçimleri süresinde şöyle bir şey dendi, 'İstanbul seçimleriyle Hasankeyf seçimleri aynıdır. Biz Hasankeyf'e oy vereceğiz.' Ancak karşılığında yeni adımlar atılmadı, sadece politik söylemler oldu. Basında gündem olduğunda herkes Hasankeyf ve Dicle Vadisi sevdalısı oldu, oluyor. Bu nedenle gerçekten ekolojiye ve kültürel-tarihi mirasa gönül verenleri dışta tutarak söylüyorum, popüler bir mücadele alanı oldu." Ergül, birçok mücadele alanında aynı sıkıntıların yaşandığını ve en büyük örneğin de Kaz Dağları olduğunu söyledi ve ekledi: "Yüzlerce, binlerce insan Kaz Dağları'na gitti ama şu an iki-üç arkadaş nöbeti sürdürüyor. Ne yazık ki böyle olunca yıkım ve tahribat gündemimizde oluyor. Mesela Aydın'da jeotermal mücadelesi sonucu yeni jeotermallerin kurulması engellendi. Hasankeyf için de Kaz Dağları için de muhtemelen şu an gündemimizde olan Kanal İstanbul içi de bu böyle olacak. Dönemsel olarak yükselecek ama sonra sönümlenecek."

'HRİSTİYAN VE SÜRYANİ HALKININ HAFIZASI SULAR ALTINDA KALMA TEHLİKESİYLE KARŞI KARŞIYA'
Hasankeyf'ten taşınan kültürel eserlere dikkat çeken Ergül, Hasankeyf müzesine ilişkin şu değerlendirmeleri yaptı: "Bunlar genellikle İslam dönemine ait eserler. Hristiyan aleminin bütün hafızası şu anda sular altında kalma tehlikesiyle karşı karşıya. Yine Süryani halkı için çok önemli bir mekanken Hasankeyf; kepçelerle, dinamitlerle yok edilen bir alandan bahsediyoruz. Mezarlıklara kepçelerle girildi ve Süryani halkının mezarlıklarını yok ettiler ve oraya gittiğinizde kemikleri görebiliyorsunuz. Bir taraftan şöyle bir gündem var. Hasankeyf'teki 'kültürel miras' deniliyor, 'kültürel miraslar korundu, korunuyor, kurtarıldı' deniyor. Hayır böyle bir gerçeklikle karşı karşıya değiliz. Yani sadece imaj olarak Hasankeyf'teki kültürel varlık olarak Zeynelbey Türbesi gelirdi, Er-Rızk Camisi gelirdi. Klasik birkaç tane imaj vardı. Kaleye çıktığınızda Roma Kapısı gibi imajlar vardı, bu imajları taşıdılar. Bu imajlar kime ait derseniz, daha çok İslam dönemine ait olanlar. Bunun dışında halkların hafızası yok ediliyor ve bu yok edişle giderek bir tehlikeyle karşı karşıyayız. Özellikle son günlerde baraj göleti Hasankeyf'e ulaştı. Barajın bu bölgeyi tümüyle sular altında bırakması uzun soluklu bir mesele. Yapılan bu tahribatın engellenmesi, samimi bir mücadele yürütülmesi gerekiyor."

'KAYBOLACAK OLAN 3-5 MAĞARA YA DA BİRKAÇ CANLI DEĞİL'
Neredeyse üç yıldır uluslararası sözleşmeler bağlamında hukuki süreç başlatmaya çalıştıklarını ancak bir türlü sürecin ilerlemediğini, davayı yürütecek bir avukat bir kurum bulamadıklarını dile getiren Ergül, "Evet herkes çok önemli bir dava diyor. Batman'da toplanan kırkı aşkın baro başkanı 'nasıl dava açılmadı?' dedi, dava açacaklarını söyledi ama hiç kimse herhangi bir adım atmadı. Bunu kamuoyunun bilmesi gerek, burada yok olacak üç beş mağara ya da kaybolacak birkaç canlı değil; şu anda Mezopotamya coğrafyasında yok olmamış ya da Türkiye'de düşündüğümüzde yoğun tahribata uğramamış tek nehirden bahsediyoruz, Dicle Nehri. Bütün nehirler bir şekilde barajlarla, HES'lerle yok edildi. Dicle Vadisi bir şekilde bütün bunlardan kurtulmuştu ama Ilısu Baraji Dicle vadisinin Türkiye sınırlarındaki bütün unsurlarını, kolları ile birlikte yok eden; Botan'la, Batman Çayı'yla bütün kollarını yok edecek bir alandan bahsediyoruz. 400 kilometrelik alanda ciddi bir gölet oluşacak ve bu gölet aynı zamanda 5 kentin atık sularının geleceği bir alan olacak. Aslında beş kentte yaşayan milyonların üzerinde insanın doğa sağlığını, halk sağlığını olumsuz olumsuz etkileyecek çünkü bütün kanalizasyon suları buraya akıtılacak. Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi'nin dahil katı arıtması söz konusu, biyolojik arıtmaları yok. İlçeleri düşündüğümüzde, köyleri düşündüğümüzde ciddi bir fosseptik baraj göletinden bahsediyoruz" diye konuştu.

'HASANKEYF'İ KAZANAMAZSAK KANAL İSTANBUL'U DA YENEMEYİZ'
Ekoloji açısından da kültürel miras açısından da ciddi bir tahribat olduğunu öte yandan ekonomik ve sosyal açıdan da büyük bir yıkımın söz konusu olduğunu vurgulayan Ergül, "Sağlık açısında bir tahribat var. Yani bütünüyle bir yıkım projesi ve bu projelerin etrafında bir ölüm çemberi; yani hem insanlar açısından hem doğa açısından bir ölüm çemberi kuruluyor ve bu çemberin biran önce ortadan kaldırılması gerekiyor. Bu mücadeleyi kaybedersek ne yazık ki Kanal İstanbul için yapacağımız herhangi bir şeyin kıymeti kalmıyor. Çünkü bir kere iktidarlar bizim nasıl geri adım attığımızı, mücadelede nasıl aktif olmadığımızı biliyorlar. Şu an Solhan'da bir baraj yapılıyor ve çok önemli tarihi eserler bulundu, arkeolojik kurtarma kazılarında. Ve bunlar sular altında bırakılacak. Eğer biz Hasankeyf'i kurtarmış olsaydık, böyle bir şeyle karşı karşıya kalmış olmayacaktık. Hala kazanılması söz konusu olan Hasankeyf ve Dicle Vadisi için mücadele yürütülmesi, hatta daha da yükseltilmesi gerekiyor. Bu noktada tüm odalar, sivil toplum kuruluşları, herkesin hareket etmesi gerek."

Foto: Hasankeyf'in son hali