24 Kasım 2024 Pazar

Gezi-Haziran ayaklanması: Park direnişinden onur ve özgürlük isyanına -1

1 Haziran sabahı yine barikat başlarında karşılandı. Gün dönümü park direnişinin bir onur ve vicdan ayaklanmasına evrilişinin tablosunu sunuyordu. Halkın kıyameti kopmuştu!
“Beş yüz bin emekçi vardı
Taksim Meydanı'na girdi
Böyle bir İstanbul gördü
Sorarlar bir gün sorarlar
 
Sabahın bir sahibi var
Sorarlar bir gün sorarlar
Biter bu dertler acılar
Sararlar bir gün sararlar”
 
2013 Haziranı böyle bir İstanbul gördü. Sabahın sahibi ansızın çıkageldi ve kentin orta yerinde toplanma bayrağı açtı. İktidar partisinin ve Başbakan'ın hemen her kesimi hedef alan ve toplumun genelinde tepkiyle karşılanan ayrımcı söylemlerine, yasakçı uygulamalarına, yaşamın her alanına müdahale eden ve dayatmada bulunan baskıcı, otoriter; halkı, hakkı, hukuku tanımayan tutumlarına ve polis şiddetine karşı mücadele eden, öfkesi ve itirazları alttan alta biriken her kesimden insanlar Taksim Meydanı'na ve Gezi Parkı'na aktı. Günler ve geceler boyunca sokak sokak direnenler görkemli bir girişle yeniden sahne aldılar, isyan günlerinin ateşini körüklediler. Direnişin güzelleştirdiği, umudu yüzlerine, neşesi dillerine yansıyan yüz binler Taksim Meydanı'nda sahneye çıktığında özgürlüğün suruna üflenmiş, vicdanlar ayaklanmıştı. “Her Yer Taksim Her Yer Direniş” sloganı, önce emeğin başkenti İstanbul sokaklarını sardı, varoşlarında yankılandı, ardından dalga dalga bütün kentlere ve ana meydanlara yayıldı. Meydanların ve parkların adı da, anlamı da değişti. Direniş iklimi egemen oldu, mevsim döndü. Coğrafya genelinde milyonların sokaklarda, barikatlarda günler ve geceler boyu direnerek yaşama yeni bir yön verdiği görkemli Haziran günleri bu coğrafyada, halkların tarihinde bu çapta ve yoğunlukta yaşanmış en büyük halk isyanının tanığı oldu. Üstelik bu daha başlangıçtı. 
 
Özgürleştirilen Gezi Parkı umutların, neşelerin, rüyaların, sevinçlerin ve emeğin paylaşıldığı, çoğaltıldığı ortak bir yeryüzü sofrasına dönüştürüldü. Birbirini tanımayan, birbirinden farklı düşünen, yaşam tarzları aynı olmayan, hatta uyuşmayan, farklı siyasi düşünce ve geleneklerden gelen her kuşaktan ve her kesimden insan güvenle bu sofrada buluştu. Taksim Komünü halkın özlemini duyduğu birlik ve beraberliğin, eşitliğe, çıkarsız paylaşıma ve dayanışmaya dayalı bir yaşamın mümkün olduğunu gösterdi. O yaratıcı ellerde bir hayal gerçeğe dönüştürüldü. On yılların hasreti, umudu, hayali geceli gündüzlü 12 gün boyunca özgürlüklerin salına salına gezindiği Gezi Parkı'nda hayat buldu. Onur isyanı herkesin zihninde, dilinde ve yüreğinde aynı tadı bıraktı: Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.
 
Olmadı da. O günlerden bugüne umut yüklü isyan ikliminin etkisi sürüyor. Coğrafyamızda artık halkların demokratik basıncının yönetenleri sınırladığı, her gündemde karşısına çıktığı, eskisi gibi yönetilmek istemediğini belirgin biçimde eylemle gösterdiği Gezi Ruhu kol geziyor. 2013 Haziranı sadece meydanların adlarının ve anlamlarının değil tarihimizin yönünün de değiştiği gün dönümü oldu.
 
 
 
 
Adım adım Gezi isyanına doğru giden olaylar serisinin ilki 27 Mayıs 2013 Pazartesi gecesi yaşandı. AKP'li İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından bütün itirazlara rağmen yürütülen Taksim Yayalaştırma Projesi ve Topçu Kışlası Projesi kapsamında yüklenici firmaya ait iş makineleri gece yarısına doğru Gezi Parkı'na girdi ve beş ağacı söktü. Haberi alan 20 kişilik grup müdahale ederek ağaç kıyımını durdurdu. Ardından da parkta doğa nöbetine başladı. Sonraki günlerde gerek Başbakan'ın, gerekse belediyenin yıkımda ısrar eden tutumları karşısında doğa nöbeti bir park direnişine dönüştü. Gezi Parkı'na dönük art arda gerçekleştirilen sabah baskınları ve uygulanan yoğun polis şiddeti, toplumsal öfkenin patlamasına vesile oldu. Gezi direnişi siyasal iktidarla halkın karşı karşıya geldiği, politik özgürlük talebi etrafında toplumsal itirazların birleştiği ve ortaklaştığı bir mecraya döküldü. 31 Mayıs-1 Haziran günleri ise direnişin coğrafya genelinde bütün illere yayılan bir halk isyanına evrildiği dönüm noktası oldu.
 
Direnişten isyana giden sürecin fitilini 27 Mayıs gecesi başlayan yıkım ve doğa nöbeti ateşledi. Fakat bu kıvılcımın bir yangına dönüşmesinin arka planında, geride kalan bir yıla yayılmış ve özellikle 2013 Mayıs'ında yoğunlaşmış toplumsal mücadeleler ve direnişler vardı. Gezi İsyanını ve Haziran günlerini onu hazırlayan bu siyasi süreçlerle birlikte ele almak gerekir.
 
Taksim Dayanışması
 
Öncelikle 27 Mayıs gecesi ağaç kıyımına müdahale eden ve nöbete başlayan, sonraki günlerde yoğun polis müdahalesi ve şiddetine rağmen çoğalarak direnişi sürdüren duyarlılık ve kararlılık bir gecede oluşmadı. Bu sürecin arka planında Taksim Dayanışması öncülüğünde 2012 yılı başından itibaren yürütülen mücadele ve örgütlenme vardı. Taksim Dayanışması, Taksim Meydanı'nı halka kapatmayı amaçlayan siyasi projeye karşı mücadele sürecinde kuruldu.
 
Taksim Meydanı, bu coğrafyada halkların toplumsal, siyasal yaşamında ve belleğinde simgesel bir yerde durur. Öncelikle 1 Mayıs alanı olarak sembolleşmiştir. İşçi ve emekçilerin en simgesel alanlarından biridir. Ayrıca Gezi Parkı ve Taksim Meydanı'ndan İstiklal Caddesi boyunca Tünel'e kadar uzanan alan halkın sosyal buluşma mekânı olduğu kadar, toplumsal sorunların dile getirildiği merkezlerin de başında gelir. Protesto ve kutlamalara ev sahipliği yapmaktadır. Toplumsal yaşamın ve kentin kalbidir.
 
Yıllarca toplantı ve gösterilere kapatılan Taksim Meydanı, gençliğin 4 Şubat 1996 eylemi gibi fiili çıkışlarla yeniden kazanılmıştı. Taksim'in 1 Mayıs kutlamalarına açılması ise uzun ve kararlı mücadelelerin sonucunda 2009'da sağlanmıştı. Bunun süreklileşmesini hazmedemeyen ve Taksim ile civarının toplumsal-siyasal yaşamdaki etkisini ve algısını değiştirmek isteyen siyasi iktidar, Taksim'i halka kapatmanın yeni bir yoluna başvurdu. 2012 yılı başında Taksim Yayalaştırma Projesi adıyla bir yıkım çalışmasına başladı. Bu proje kapsamında Gezi Parkı'na Topçu Kışlası ve alışveriş merkezi de yapılacaktı. Hiçbir tepki ve talep dikkate alınmazken, dediğim dedik yaklaşımla Taksim Meydanı ve civarı şantiyeye çevrildi. Önceki yıllarda sorunsuz ve özgürce kutlanan 1 Mayıs da fiilen engellendi.
 
Başından itibaren bu projeye itiraz eden dernekler, sendikalar ve meslek odaları projenin durdurulması için çalışmalara başladı. Mimarlar Odası, Şehir Plancıları Odası ve Peyzaj Mimarları Odası'nın öncülük ettiği bir hukuk mücadelesi sürecine girişildi. Bu mücadele ve hareket Gezi isyanında öne çıkan Taksim Dayanışması'nın da alt yapısını hazırladı. 27 Mayıs 2013 tarihine kadar Taksim Dayanışması'nın çok sayıda eylemi oldu. Cumartesi nöbetlerine ek olarak Gezi Parkı Derneği tarafından bir festival dahi düzenlenmişti. Meslek örgütü, sendika ve siyasi parti gibi 32 örgütü bünyesinde toplayan Taksim Dayanışması'nın bileşen sayısı Haziran isyanıyla birlikte 135 kuruma çıkacaktı. Dolayısıyla o ilk gece yıkımı ve ağaç sökümünü durduran müdahale, kendiliğinden ve bir anda ortaya çıkmış bir vatandaş hassasiyeti değil, 16 ay boyunca kesintisiz sürdürülen mücadelenin ve biriken tepkinin bilinçli ürünüdür. İlk geceden itibaren nöbetlerle geliştirilmesinin arka planında bu mücadele vardır.
 
Bu gelişmeler, ilk andaki müdahalenin ve kararlıca sürdürülen park nöbeti ile direnişinin beslendiği damarı açıklıyor. Ancak tablo yine de eksiktir. Bu doğa nöbetinin geniş çaplı bir halk isyanına dönüşmesini ve bileşiminin bütün diğer toplumsal kesimleri kapsayacak denli genişlemesini anlamak için, diğer toplumsal ve siyasal gerilimleri ve mücadele dinamiklerini de tabloya eklemek gerekir. Zira isyanın en önemli ve özlü sözlerinden birinde ifadesini bulduğu gibi mesele sadece birkaç ağaç ve Gezi Parkı değildi artık.
 
Biriken Toplumsal Öfke
 
Uzunca süredir sokaklarda esen kadın öfkesi ve isyanı, Haziran günlerinde fırtınaya dönüşen rüzgarları biriktiriyordu. Başbakan Erdoğan'ın “Her kürtaj bir Uludere'dir” söylemiyle başlatılan kürtaj yasağı tasarısı kadınları sokağa dökmüştü. Gelen tepkiler üzerine hükümet bu tasarıyı geri çekmek zorunda kalsa da, en yetkili ağızlardan kadınları ve kadın mücadelesini hedef alan söylemler sürdürülüyordu. Sokağa çıkan kadını aşağılayan, kadını eve hapsetmeye çalışan, kadın bedeni üzerinde sıkı bir denetim kurup hamile kadınları takibe alan söylem ve uygulamalar karşısında kadınların öfkesi eylemlerle çoğalıyordu. AKP döneminde kadın cinayetlerinin katbekat artması, cinsel saldırıların çoğalması, tacizci ve tecavüzcülere iyi hal indirimi uygulanması karşısında kadın isyanı alttan alta büyüyordu.
 
AKP'nin muhafazakâr yaşam tarzını dayattığı ve sürekli kontrol altına almaya çalıştığı gençliğin tepkileri de bu dönem boyunca birikmişti. İçki yasaklarının genişletilmesi ve içki içen herkesi alkolik olarak niteleyen ifadeler tepki çekiyordu. Keza sokakta el ele dolaşan gençlere veya parklarda yan yana oturanlara müdahale edilmesi de yaygın tepkilere konu olmuştu. Bu yaklaşımlar ve devlet baskısı televizyon dizilerine müdahaleye kadar varmıştı. Aynı dönemde, 2012 sonlarında ODTÜ'de Göktürk-2 uydusunun fırlatılması töreninde Erdoğan'ı protesto eden öğrencilere dönük polis şiddeti yeni bir kırılma zemini olmuştu. Üniversite gençliğinin ve akademisyenlerin tepkileri büyüyordu. Adaletsiz sınav sisteminin kurbanı olarak geleceksizliğe mahkûm edilen liseli öğrenciler gençlik isyanının başka bir damarıydı. Üniversiteye giriş sınavlarındaki kopya skandalına tepkiler yaygın eylemleri doğurmuştu.
 
Alevileri hedef alan mezhepçi söylemler de toplumsal öfkeyi yükseltiyordu. Suriye'deki gerici iç savaş üzerinden bu coğrafyada da mezhepçi bir ayrışma dili kullanan Erdoğan, Alevileri “terör ve terörizmle” birlikte anıyordu. Siyasi iktidar, mezhepçi söylemlerine ek olarak Alevilerin taleplerini görmezden geliyor, Alevi halkının hassasiyetlerini dikkate almıyor ve dediğim dedik tavırlarını sürdürüyordu. Son olarak 3. köprüye Yavuz Selim adının verileceğini açıklaması bardağı taşırmıştı. Alevilerin tepkisi ve öfkesi misliyle artarak Haziran isyanına akacaktı.
 
 
 
 
Gezi isyanı öncesinde memnuniyetsizliklerini dile getiren kesimlerden biri de aydın ve sanatçılardı. Birikmiş sorunlara karşı örgütlenmeye ve mücadele etmeye çalışıyorlardı. Devlet tiyatrolarının kapanmayla yüz yüze getirilmesi, şehir tiyatroları yönetmeliğiyle sanatçılar üzerinde baskı kurulmaya çalışılması, Emek Sineması'nın yıkılması, yıkıma tepki gösterenlere dönük polis şiddeti gibi gelişmeler aydın ve sanatçılarda iktidara tepkiyi çoğaltıyor, toplumsal adalet ve vicdan duygusunu eziyordu.
 
Bütün bunların yanı sıra kentsel dönüşüm adı altında yoksulların evlerine, mahallelerine, yaşam alanlarına el konulması, rantı yüksek alanların ve yapıların yağmalanması, doğanın talan edilmesi, yüz binlerce ağacın katliamı anlamına gelen projelerde ısrar edilmesi kent yoksullarından çevrecilere geniş bir kesimin eylemlerine konu oluyordu. Halkın itirazlarını dikkate almayan, hak ve hukuku yok sayan, demokratik tepki ve hak talebinin karşısına polisi çıkartan tutumlar ve baskıcı, otoriter yaklaşımlar halkın öfkesini alttan alta şiddetlendiriyordu.
 
Her bir konu devlet ve hükümetle halkın karşı karşıya geldiği ve bu karşı karşıya gelişlerin sıklaşıp süreklileştiği bir siyasi atmosferi şekillendiriyordu. Parça parça her kesimde aynı duygu ve tepki oluşuyordu. Politik özgürlükler ve hak mücadelesi temelinde biriken ve basıncı günden güne artan toplumsal öfkenin patlaması kaçınılmaz hale geliyordu.
 
Bu patlamayı hazırlayan son dönemeç, siyasi çelişkilerin keskinleştiği hak mücadelesi ve özgürlük isteğiyle somutlaştığı ve yaygınlaştığı 2013 Mayıs ayı oldu. Mayıs ayı boyunca yoğunlaşan eylemler sürecin hazırlanmasında önemli bir rol oynadı. 2013'te Taksim'de kutlanmak istenen 1 Mayıs, Taksim'deki inşaat çalışmaları gerekçesiyle yasaklandı. 1 Mayıs'ta Taksim'e çıkmak isteyen işçi ve emekçiler engellendi. Gün boyu Taksim civarını kuşatan binler alana giremedi. 1 Mayıs direnişi aynı zamanda Gezi İsyanına doğru giden sürecin direniş deneyimini ve motivasyonunu oluşturuyordu. Zira 2013 1 Mayıs’ından sonraki günlerde de Taksim yasağı sürdü. Taksim Meydanı 1 Mayıs sonrasında da eylem ve etkinliklere kapatıldı. Alanda eylem yapanlara polis müdahale ediyordu. Bu nedenle devrimci, demokrat yapılar, siyasi partiler, sendikalar bu fiili ve yasa dışı yasağı aşmak için Mayıs ayı boyunca Taksim'i zorladı. Bu, ay boyunca süren bir irade savaşına dönüştü ve yoğunlaştı. 6 Mayıs'ta Deniz Gezmişlerin anılması, 11 Mayıs'ta Beşiktaş'tan stada topluca yürümek isteyen taraftar grubu Çarşı'ya dönük polisin biber gazlı müdahalesi, 15 Mayıs'ta hava işçilerinin polis işgali altında grev başlatması da Mayıs ayının siyasi tansiyonunu yükseltiyordu.
 
Bütün bu sürecin birikimi, birleşip akacağı bir mecra arıyorken Gezi Parkı'ndaki doğa nöbeti başladı. Park direnişi olmasa, muhtemelen benzer başka bir toplumsal direniş patlayacaktı. Halk öfkesini tetikleyen süreç adım adım gelişti.
 
Doğa Nöbeti
 
20 kişilik ekibin 27 Mayıs günü Gezi Parkı'ndaki ağaç kıyımını durdurmasından sonra yıkım ekipleri ertesi gün öğle saatlerinde yeniden parka geldi. Geceden beri orada nöbet tutan ve yıkıma engel olmaya çalışan grup polisin biber gazlı, coplu müdahalesine maruz kaldı. Yakın mesafeden yüzüne sıkılan biber gazına rağmen direnen “Kırmızılı Kadın” direnişin de sembol figürlerinden biri olacaktı.
 
 
 
 
BDP İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder'in iş makinelerinin önüne geçmesiyle bu yıkım girişimi de durduruldu. Ayrıca İstanbul 2 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'na çalışmanın yasa dışı olduğuna dair şikâyette bulunuldu. Sendikaların, meslek odalarının ve milletvekillerinin de aralarında bulunduğu geniş bir kitle akşam saatlerinde Gezi Parkı'nda buluştu. Gece yarısına doğru taraftar grubu Çarşı da parka gelerek direnişe destek verdi. Parkta küçük çaplı bir konser düzenlendi. Park nöbeti kalabalıklaşarak devam etti.
 
29 Mayıs günü Başbakan Erdoğan, İstanbul Boğazı'na yapılacak olan 3. köprünün temel atma törenindeydi. Gezi Parkı'nda nöbette olan aktivistleri hedef alan Erdoğan, “Ne yaparsanız yapın biz karar verdik” diyerek parktaki yıkımın sürdürüleceğini, oraya Topçu Kışlası yapılacağını vurguladı. Temeli atılan 3. köprüye Kızılbaş Alevi katliamlarıyla anılan Yavuz Selim adının verileceğini de ilan eden Erdoğan, Alevilerin tarihsel acılarını tazelediği, yaralarını kanattığı ve adalet duygularını zedelediği için tepkiyle karşılandı. Mezhepçi-ayrımcı söylemlerden vazgeçilmesini ve taleplerinin kabul edilmesini isteyen Aleviler, köprüye Yavuz Selim adının verilmesine itirazlarını yüksek sesle ve eylemle dile getirmeye başladılar. Üstelik 3. köprü projesi yüz binlerce ağacın kıyımına yol açan, İstanbul'un akciğerleri olan Kuzey Ormanlarını yok eden bir doğa katliamı anlamına geliyordu. Bu yüzden de halkın tepkisini çekiyordu. Bu tepkilerin toplanma merkezlerinden biri olarak Gezi Parkı öne çıkıyordu. Aynı gün parkta nöbet çadırları kuruldu, fidanlar dikildi. Bu, direnişin kararlılığının da nişanesiydi.
 
 
 
 
Gezi Parkı siyasi yasakçılığı delerek bir siyasi toplanma alanına dönüşüyordu. Yavaş yavaş halkla siyasi iktidarın karşı karşıya geldiği irade savaşının sahnesi oluyordu. Hükümet buna meydan vermek istemiyordu. Bu nedenle çevik kuvvet ekipleri, 30 Mayıs günü sabaha karşı saat 05.00 sularında parka baskın düzenledi. 30 civarında çadırda nöbet tutan 200'den fazla kişiye yönelik bu baskın oldukça şiddetliydi. Sonradan zabıta oldukları anlaşılan sivil giyimli kişiler nöbet çadırlarının bir kısmını ateşe verdi, kalanına el koydu. Parktaki grup zorla dışarı çıkarıldıktan sonra iş makineleri yeniden çalışmaya başladı. BDP milletvekili Sırrı Süreyya Önder yine dozerlerin önüne geçerek bedenini siper etti ve yıkımı durdurdu. Polis müdahalesine ve park yıkımına karşı tepkiler de çoğalmıştı. Parka gelen protestocuların sayısı kısa sürede arttı. Haberi izleyen, duyan, gören ve aktaranlar kendileriyle direniş arasında hızlıca bir bağ kuruyordu. Muazzam bir duyarlılık ve dayanışma gelişiyordu. Hak ve hukuk tanımazlığa karşı tepkiler Gezi'de birleşiyordu. BDP'li milletvekillerinden sonra CHP'li vekiller de park direnişinde saf tuttu. Onlarca aydın ve sanatçı parka geldi, protestolara katıldı. O gün atılan tweetlerde meselenin sadece üç beş ağaç olmadığı, sadece Gezi Parkı olmadığı dillendiriliyordu.
 
Gezi Parkı ve doğa nöbetindeki ısrar bütün itirazları birleştiren ve şiddetlendiren bir mecraya dönüşüyordu. Taksim Dayanışması akşam saat 19.00'da basın açıklaması yapacağını duyurdu ve herkesi dayanışmaya çağırdı. Bu çağrı etkili oldu. Binlerce insan Taksim'e aktı. Taksim Dayanışması adına Mimarlar Odası'ndan Mücella Yapıcı'nın okuduğu basın açıklamasında polis müdahalesi ve Gezi Parkı'nın talan edilmesi protesto edildi. Takim Gezi Parkı'nın Başbakan'ın emri ile alışveriş merkezi ve rezidans yapılmak üzere halkın elinden alınmak istendiği, Taksim'in toplumsal hafızadan silinmesinin amaçlandığı vurgulandı. Halkın kentine, parkına ve toplumsal değerlerine sahip çıkması için mücadele ve dayanışma çağrısı yapıldı. Fiili Taksim yasağını delerek Gezi Parkı'nı dolduran on binlerce insan parka “Taksim için nöbetteyiz” pankartı astı. Kardeş Türküler'in de aralarında olduğu sanatçılar konser verdi.
 
31 Mayıs Cuma sabahı yine saat 05.00 sularında polis baskını yaşandı. İki koldan parka giren polis, nöbet tutan 3 bine yakın insanın üzerine gaz bombaları attı. TOMA'lardan tazyikli su sıktı. Müdahale sırasında parkın Harbiye tarafına bakan duvar çöktü. Duvarın altına kalarak yaralananlar oldu. Parktan zorla çıkarılan grup, polis şiddeti altında İstiklal Caddesi'ne çekilmek zorunda kaldı. Gezi Parkı polis tarafından işgal edildi, etrafı bariyerlerle kapatıldı.
 
Üst üste yaşanan sabah baskınları ve yoğunlaşan polis şiddeti halkın geniş kesimlerinin öfkesini alevlendirdi. Siyasal iktidar parktaki direnişe bakıp ”bir avuç insan” görüyor ve şiddetle yola getireceğini sanıyordu. Ama bu kez fena halde yanılıyordu. Zira o gün orada olmayan, şiddete maruz kalmayan, olayları evinden izleyen çok geniş bir kesim de Gezi direnişiyle ruh ve duygu birliği yapmıştı. Saldırıları kendi canında, vicdanında hissediyordu. Tepki verme, birikmiş tepkileri dışa vurma isteği duyuyordu. İşte 31 Mayıs sabahı yaşanan polis baskını bu biriken öfkenin önündeki duvarı da yıkmıştı. Direnişin ayaklanmaya evrildiği dönüm noktası olmuştu.
 
Onur İsyanı
 
Taksim Dayanışması, saat 10.00 civarında Divan Oteli önünde polis şiddetini protesto eden bir basın açıklaması gerçekleştirdi. Gezi Parkı'na alınmayan kitle Taksim Meydanı'nda oturma eylemi yapmaya başladı. Öğle saatlerinde DİSK açıklama yaptığı sırada binlerce kişiye yine şiddetli bir polis bir müdahalesi başladı. Doğrudan hedef gözeterek yapılan atışlar sonucu kafalarına gaz fişeği isabet eden birçok kişi yaralandı. Yaralananlar arasında milletvekili Sırrı Süreyya Önder de bulunuyordu. Toplumsal öfkenin basıncını hisseden İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu ve Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, açıklama yapma gereği duydu. Topbaş, parktaki yıkımın Topçu Kışlası için değil, Taksim Yayalaştırma Projesi kapsamında yapıldığını söyledi. Açıklamadan kısa süre sonra İstanbul 6. İdari Mahkemesi'nden, Topçu Kışlası projesinin yürütmesini durdurma kararı geldi. Ancak ne bu açıklama ne de mahkeme kararı protestocuları ikna etti. Edemezdi de, çünkü mahkeme kararının hemen peşinden kararın tanınmayacağı ve üst kurula itiraz edileceği bizzat Erdoğan tarafından dile getiriliyordu.
 
 
 
 
Öte yandan sabahın ilk saatlerinden itibaren süren polis müdahalesi ve direniş de hızından hiçbir şey kaybetmemişti. Taksim ve civarındaki direnişler Harbiye, Gümüşsuyu, İstiklal Caddesi ve Tarlabaşı'nda daha da yoğunlaşmıştı. Sokağa çıkamayan protestocular ise balkonlarına, pencerelerine ya da kapılarının önüne çıkıp tencere tava çalarak eylemlere destek verdi. Sosyal medyada yapılan duyurularla akşam saat 19.00'da Taksim'de buluşma çağrıları yapıldı. Yoğun polis müdahalesi, TOMA'lardan sıkılan tazyikli su ve atılan gaz bombalarına rağmen kitleler Taksim'e aktı. “Sık bakalım sık bakalım biber gazı sık bakalım” tezahüratları bir meydan okumayı ifade ediyor, korku duvarının aşıldığını gösteriyordu.
 
Artık geri dönüş yoktu. Bütün sosyal ve siyasal tepkilerin birleştiği, biriken gerilimlerin üzerine bindiği, halkla siyasi iktidarın çatışmasının daha da yoğunlaştığı toplumsal fay hattı kırıldı. Merkez üssü Taksim Gezi Parkı olan toplumsal deprem, bütün coğrafyayı ve iktidarı sarsa sarsa en ücra yerlere kadar ulaşacaktı. “Her Yer Taksim Her Yer Direniş” sloganı dalga dalga yayıldı. İçten içe yanan öfke üzerindeki külü savurdu. Ankara ve İzmir başta olmak üzere Adana, Mersin, Eskişehir, Hatay, Dersim, Kocaeli, Konya, Manisa, Zonguldak dahil pek çok kentte insanlar sokaklara aktı. Meydanlarda ve parklarda birleşerek Taksim'in ve direnişin sesini yankıladılar. İstanbul'un emekçi semtleri de ayağa kalktı. Mahallelerde toplanıp ana yolları keserek Taksim'e doğru yürüyüşler başlatıldı. Artık zemberek boşalmıştı. Bastırılan itirazlar, biriken tepkiler, alttan alta kaynayan hoşnutsuzluklar kabuğunu parçalamış, bir patlamaya dönüşmüşü. Park direnişi coğrafya genelinde bütün kentlere yayılan bir halk isyanına evrilmişti.
 
 
 
 
Mayıs'ı Haziran'a bağlayan gece on binlerce insan yoğun polis müdahalesi altında barikat başlarında direniyordu. Taksim ve civarındaki semtlere ek olarak Beşiktaş, Akaretler ve Dolmabahçe de direnişin ve barikatların merkezi olmuştu. Beşiktaş taraftar grubu Çarşı bu barikatlarda kitlesel olarak boy gösteriyordu. Şafak vakti Anadolu yakasında toplanan binlerce insan Boğaziçi Köprüsü'nü yürüyerek geçip Beşiktaş'a ulaştı. Bu eylem o günlerin olağanüstülüğünün en çarpıcısı ifadesiydi.
 
1 Haziran sabahı yine barikat başlarında karşılandı. Gün dönümü park direnişinin bir onur ve vicdan ayaklanmasına evrilişinin tablosunu sunuyordu. Halkın kıyameti kopmuştu!
 
Coğrafya genelinde kıyamet kopuyordu, ama ana akım burjuva medya hala direniş ve isyanı yansıtmak istemiyordu. CNN Türk penguen belgeseli gösteriyor, diğer kanallar bırakın canlı yayın yapmayı haber bültenlerinde dahi isyana yer vermekten kaçınıyordu. Bu yüzden halkın tepkisinin ve sivri dilinin de hedefi oldular.
 
1 Haziran günü isyanın moral gücü ve siyasi etkisi daha fazla hissedildi. Başbakan Erdoğan katıldığı bir toplantıda Topçu Kışlası'nın inşasından geri adım atılmayacağını dillendirirken, sayıları 100 binleri bulan kitle Taksim Meydanı'nı zorluyordu. CHP de Kadıköy'de yapmayı planladığı mitingi iptal ederek bütün kitlesini Beşiktaş'a yönlendirdi. Direniş moral üstünlüğünü sürdürüyordu.
 
Polis, öğleden sonra saat 15.00’ten itibaren Taksim Meydanı'ndan kademeli olarak çekilmeye başladı. Taksim ve Gezi Parkı civarındaki bölgede aralıksız 36 saattir çatışan ve direnen, buna karşın hiçbir yorgunluk belirtisi göstermeyen kitle, polisin çekilmesiyle birlikte yeniden Taksim Meydanı ve Gezi Parkı'nı zapt etti. Gezi Parkı girişindeki resmi araçlar tahrip edildi, parkta bulunan konteyner ateşe verildi. Beşiktaş ve Dolmabahçe hattında kıyasıya çatışmalar ve direniş sürerken, Taksim ve Gezi Parkı yüz binlerin el birliği yaptığı yeni bir özgürleşmeye sahne oluyordu. İstanbul dışındaki bütün kentlerde de Taksim'in moral gücünü yansıtan ana merkezler kuşatılıyordu.
 
 
 
 
1 Haziran günü objektiflere yansıyan bir görüntü direnişin ve isyanın güzelliğini resmediyordu. Siyah elbiseli genç bir kadın kollarını açarak TOMA'nın tazyikli suyuna karşı koyuyordu.
 
Duvarlara yazılan sözler, orantısız şiddeti alt eden orantısız zekânın ve mizahın gücünü yansıtıyordu. İsyan “Gezi zekâlıların” sahneye koyduğu yaratıcılıkta da sıra dışıydı.
 
İsyan ve direnişin bir diğer yüzünde yaralanmalar, sakatlanmalar ve hatta ölümler vardı. İstanbul'da yüz binlerin Taksim'i ve Gezi'yi zapt ettiği saatlerde, Ankara'dan şiddetlenen çatışmaların ortasında 26 yaşında genç bir işçi olan Ethem Sarısülük'ün polis kurşunuyla vurulduğu haberi geldi. Yakın mesafeden vurulan ve komaya giren Ethem yaşama tutunmaya çalışırken, polis şiddetinin kıyıcılığı başka direnişçileri aramızdan almaya devam edecekti.
 
Sokak mücadelesi, barikatlar, direniş, isyan, Taksim başta gelmek üzere alanları özgürleştiren mücadele kararlılığı... Bütün bunlar Haziran isyanının ilk gününden itibaren isyanın en özgün deneyimi olan Taksim komününün de başlangıcı ve temeli oldu.
 
 
 
 
1 Haziran'la birlikte olayların çapı genişleyecek, seyri değişecekti. Geceli gündüzlü çatışmalar, nöbetler, park işgalleri, Taksim komünü, park forumları, polis şiddeti sonucu şehit düşenler, sakatlananlar Haziran ayına ve bütün bir yıla damgasını vuracak ve siyasi atmosferin çehresini değiştirecekti. Sadece siyasi iktidarı sarsıp iktidar bloğunu çatlatmakla kalmayacak, yönetenlerin krizini derinleştirecekti. Aynı zamanda yerleşik alışkanlıkları da parçalayacaktı. Geleneksel düşünüş ve davranışın yaşam alanlarını istila edecekti. Kelimenin gerçek anlamıyla artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.
 
Yazı; Ali Haydar Saygılı'nın  Ceylan Yayınları'ndan çıkan "Ayaklanmalar Çağı" kitabından alınmıştır.