3 Aralık 2024 Salı

Flormar'da kaybedenler

Lenin, iktisadi ödünlerin egemenler için en ucuz ve en elverişli ödünler olduğunu, zira bunlar yoluyla işçi sınıfının direnişini kırmanın ve dikkatlerini devrimci mücadeleden çelmenin mümkün olabileceğinden bahsetmişti. Oysa işçiler için asıl kazanım, Marks'ın da dediği gibi, "hemen o anda elde edilen sonuçlarda değil, işçilerin gittikçe genişleyen birliğindedir". Yani işçi için asıl kazanım (ve patronun asıl korkusu) ücrette yapılacak bir artıştan ziyade işçinin sendikal ve siyasi örgütlülüğünün artmasıdır.
Sendikalı oldukları için işten çıkarılan ve 297 gün boyunca direnen 73 Flormar işçisi, patronun toplamda 16 maaşa denk gelen uzlaşma teklifini oy çokluğuyla (50/23) kabul ederek direnişlerini sonlandırdı.
 
297 gün boyunca her türlü tehdide, saldırıya karşı teslim olmadan direnmeye devam etmek ve bir çöp bile vermeye razı olmayan patronu toplamda 3 milyon TL'den (eski para ile 3 trilyon TL!) fazla bir para ödemeye zorlamış olmak şüphesiz bir kazanımdır.
 
Ancak meseleye bir de diğer yanından bakalım. Netice itibariyle patron, işyerine sendika girmesin diye 3 milyon TL ödemeyi göze almış oldu. Demek ki sendika çok ama çok daha tehlikeli bir şey!
 
Lenin, iktisadi ödünlerin egemenler için en ucuz ve en elverişli ödünler olduğunu, zira bunlar yoluyla işçi sınıfının direnişini kırmanın ve  dikkatlerini devrimci mücadeleden çelmenin mümkün olabileceğinden bahsetmişti. Oysa işçiler için asıl kazanım, Marks'ın da dediği gibi, "hemen o anda elde edilen sonuçlarda değil, işçilerin gittikçe genişleyen birliğindedir". Yani işçi için asıl kazanım (ve patronun asıl korkusu) ücrette yapılacak bir artıştan ziyade işçinin sendikal ve siyasi örgütlülüğünün artmasıdır.
 
Sendika bu yüzden patron için hiçbir meblağ ile kıyaslanamayacak kadar "pahalı" bir şeydir. Ancak ne yazık ki Flormar direnişi, patrona bu bedeli ödetememiş, daha geri düzeyde bir kazanıma razı olmuştur.
 
Peki, işçiler oy çokluğuyla bu kararı almışlarken, onları eleştirmeye hakkımız olabilir mi? Dahası, böyle bir eleştiri cesaret ve umut kırıcı bir rol oynamaz mı? "Üsttenci" bir tutumla yaklaşmak yerine destekçleyici ve yüreklendirici olmaya çalışmak daha doğru değil mi?
 
Flormar direnişinin başından sonuna ve sonrasına kadar emekçi sola hakim olan bu ruh hali kendiliğindenciliğe tapmanın, yani ekonomizm denen belanın ta kendisidir aslında. İşçi hareketinin talep, eylem ve kararlarını hiçe sayıp, zihnimizdeki doğruları "kör gözüm parmağına" şekilde işçilere dayatmak elbette ki sosyalistçe bir yol ve yöntem olamaz. Ancak buradan sosyalistlerin görevinin işçilerin her karar ve hareketini onaylamak olduğu da asla ve asla çıkarılamaz.
 
Sosyalistlerin görevi, bilakis, sermayenin bu taviz politikalarının gerici ve geçici karakterini teşhir etmek, asıl kazanımın baskı ve ücretli kölelik düzenine son verme yolunda proletaryanın sendikal ve siyasi örgütlülük düzeyini yükseltmek olduğunu işçilere ısrarla ve inatla anlatmaktır. Oysa bırakalım rejimin çok yönlü teşhirini ve bağımsız siyasi örgütlenmeyi, Flormar'a sendikanın girmesi gibi görece alt düzey bir hedefin propagandasının yapılmasından dahi geri durulmuştur.
 
Bu noktada işçi hareketinin henüz yeteri kadar güç kazanmamış olmasının ya da sınıf içerisindeki çalışma düzeyimizin düşüklüğünün meseleyle zerrece ilişkisi yoktur. Bunlar sosyalist görevlerin yerine getirilmemesinin gerekçesi olamaz, zira işçi sınıfının ancak ve ancak siyasal sınıf bilincinin artması ile güç kazanacağı ve bu bilincin taşınması için herhangi bir "baraj" şartının da bulunmadığı ortadadır.
 
Tüm bunlardan, öncülük ile üsttenciliği birbirine karıştırmak gerektiği sonucunun yanında, hedefleri belirlemede işçilerin çoğunluğunun değil, ileri işçilerin bilinç düzeyinin baz alınması gerektiği sonucu da çıkar. Yani sosyalistlerin safı 16 maaşlık teklifi kabul eden 50 işçiden ziyade bu taviz saldırısına hayır diyen 23 işçininin yanı olmalıdır. Kimdir onlar? "Eğer sendikalı bir biçimde içeri girebilseydik işçi sınıfı için asıl o zaman zafer olurdu" diyen Emrah Daştan'dır, "Böyle olmamalıydı, zafere gitmeliydik" diyen Sultan Kılıç'tır.
 
Peki, bu 50 işçi neden direnişin sonlandırılması yönünde oy kullanmıştır? İleri işçilerin beyanına göre direnişin sonlanmasında asıl rolü sendika oynamış, işçilere 16 maaşlık teklifi kabul etmeleri yönünde telkinlerde bulunmuştur. Yani direnişin başından beri önemli bir kararlılık gösteren Petrol-İş nihayetinde burjuva ideolojisinin sınırlarına çarpıp geri dönmüştür. Sendikanın bu geri tutumuna dair proleter duruşu sergileyenler de, "Biz bu işi sendikaya bırakmayacaktık. Biz kendimiz direnişe devam kararı alıp sendikaya bildirecek ve 'Süleyman Başkan, asıl siz bizimle misiniz?' diye biz onlara soracaktık!" diyerek hayıflanan Ayşe Güldalı gibi ileri işçiler olmuştur.
 
Bugün sosyalistlere düşen, "en azından" en ileri işçiden daha geri bir tutum takınmamak, işçiler içerisindeki çalışma düzeyinin mevcut düşüklüğünü iddiasızlığın kılıfı haline getirmemektir. Sözde "işçileri kızdırmamak" adına sosyalist hattı ortaya koymaktan dahi çekinerek öncülük misyonunu terk edenlerin işçi hareketiyle ilişkisinin giderek daha sağlıksız bir hale gelmesi kaçınılmazdır.
 
İşçi hareketi yükseldiğinde ona koşulsuz methiyeler düzüp, Lenin'in tâbiriyle "işçinin kıçını seyre dalanlar", hareket gerileyince (ya da Flormar'da olduğu gibi geri düzeyde bir kazanımla sonuçlanınca) "Bu işçilerden bir şey olmaz!" diyecek kadar sosyalizm davasına yabancılaşırlar ve nihayetinde de işçileri pasif bir reformizmin bile gerisine düşen sendikaların insafına terk ederler. Oysa işçi hareketinin önderleşmesi ile sosyalist hareketin öncüleşmesi arasındaki diyalektik ilişkiyi kavrayanlar bu hastalıklı sevgi-nefret ilişkisine düşmez, proletaryadan öğrendiği kadar ona öğretmeyi de görevleri sayarlar.