26 Nisan 2024 Cuma

Figen Yüksekdağ yazdı | Faşizm ve felaket düzeni değişecek

Başta Kürtler gelmek üzere, Türkiye halkları ile devrimci demokratik güçleri, Yeşil'li Beyaz Toroslu 90'lı yıllardan geçip geldi. "Yeşil'in gerçeğiyle başaramadığınızı, posteriyle mi başaracaksınız acaba?" diye sormak gerekir. Saldırarak seçim kazanma hamlesi Kürtlerden, devrimcilerden, politik kararlılığa sahip emekçi sol ve demokrasi güçlerinden çok, toplum dinamiklerinin gerisindeki muhalefeti, yorgun ve bekleyiş halindeki sessiz çoğunluğu hedefliyor. Bu da sağlam öncülük bilincine ve politik cesarete sahip sosyalistlerin, emekçi solun rolünü daha önemli hale getiriyor. Faşizm ve felaket düzeninin kurduğu "dehşet dengesini" bozacak, gerçek bir değişimin kapısını açacak güç buradan yükselebilir.

Depremin hayati ilk üç günü sahaya inmeyen "AKP-MHP devleti", Amedspor-Bursaspor maçında tam kadro ve tam taarruz sahadaydı. İnsani seferberlikten zerrece anlamayanlar futbol stadını ırkçı-faşist savaş meydanına dönüştürdü. Amedspor ve onun nezdinde Kürtler ilk kez hakarete, faşist linç saldırısına uğramıyor. Hayatı ateş çemberinden atlamakla geçmiş bir halka böyle saldırılar korkunç gelmiyor bile denebilir. Asıl korkunç olan, stadyumda adi katillerin posterini açacak, faşist kontrgerilla sembollerine selam çakacak, çocuk rehin alıp işkence yapacak kadar düşen siyasetin hali. Asıl korkanlar da onlar tabii ki. Korkudan ödü patlamıyorsa hiçbir kişi ya da siyaset, bu kadar pespayeleşemez ve bu kadar aptallaşamaz...

Düşünsenize başta Kürtler gelmek üzere, Türkiye halkları ile devrimci demokratik güçleri, Yeşil'li Beyaz Toroslu 90'lı yıllardan geçip geldi. Binlerce siyasi cinayetin, kaybetmenin, sistematik işkencenin, sürgün ve haysiyet katliamlarının ortasında bugünün halk gerçeği doğdu, kimlik kazandı. Tabandan merkez siyasete kadar gelişerek egemen kodları zorlayan, değişim basıncı oluşturan aşamaya böyle gelindi. Korku sınırları defalarca çiğnenip geçildi.

Şimdi "Yeşil'in gerçeğiyle başaramadığınızı, posteriyle mi başaracaksınız acaba?" diye sormak gerekir. Ama durumun açıklamasını biliyoruz zaten. Kendisi siyasi hortlağa dönüşmüş iktidarın, cani suç şebekelerini, sapık katilleri hortlatarak hayata tutunma çabası bu. Korktuğu sonundan, korkutarak kaçma çırpınışı. Yıllar yılı toplumu ezme, yıldırma, kaygı ve şayia yayma stratejisiyle, ölgün iktidarlarını sürdürdüler.

1990'lar faşizmi, bir yönetim çizgisi olarak katliam, cinayet, ırkçı saldırı ağı kurdu. Ağın içinde Yeşil gibi itirafçı ölüm makinaları, uyuşturucu kaçakçıları; Cem Ersever gibi JİTEM'ci kontrgerilla şefleri, Abdullah Çatlı türünden ülkücü mafya unsurları yer alıyordu. Ama devlet genel olarak bu katillere ve ölüm şebekelerine açıktan sahip çıkmadı, sorumluluklarını üstlenmedi. Hatta kritik işler görenlerini, M. Yıldırım da dahil; Ersever, Çatlı, Bucak gibi kimvurduya götürüp, aynen bu canilerin yöntemiyle ortadan kaldırdı. Siyasi rejimin doğrudan üstlenmediği kirli, kanlı organizasyona "derin devlet" adının konulması da hiç değilse bir parça suçluluk alameti sayılabilirdi.

2000'lerin ilk çeyreği bitmek üzereyken, rejimin kıyıcı ve faşist zor aygıtlarıyla yönetme çizgisi, çarpı ve metotları değişkenlik gösterse de özünde aynı kaldı. Bugün saray iktidarının "devletin bekası" derken kastettikleri de budur zaten. Farklı boyut şu ki; artık hiç utanmadan, sıkılmadan, kılıfına uydurma çabasına girmeden ve zerrece derine dalmadan devleti bir suç organizasyonu biçiminde örgütlüyorlar. AKP-MHP ittifakının bu organizasyondan sorumlu şefi Bahçeli, işbölümünün hakkını verme konusunda çok açık, fütursuz ve doğrudan çalışıyor. Irkçı, çeteci Bursaspor taraftarlarını kutlama, sayısız kez mafya şebekelerine saldırı talimatı verme, her konuştuğunda ağzından kan damlayarak toplumu tehdit etme tavrı gayet bilinçli ve resmi hükümet politikasıdır.

Eskiden kerhen de olsa hapis yatırdıkları, organizasyon dışına çıkardıkları çete reisleri aklanıp, sistemin legal unsuruna dönüştürüldü. Alaattin Çakıcı gibi bir katil özel harp elemanı, mafya başı, hükümet ortağı havasında basın bildirileri yayınlıyor, tehdit açıklamaları yapıyor. Bahçeli ve Soylu'ya bağlı saldırı ve provokasyon mangaları, saray iktidarının kanlı, kirli işlerini görüyor. Sinan Ateş örneğindeki gibi siyasi suikast failleri MHP milletvekilinin evinde korunuyor; talimatı veren parti yöneticileri yeni cinayet tehditleri savuruyor. "Derin devlet" bayağı bir yüzeyde, tepede; doğrusu, düpedüz iktidarda. Önceden devletin ifrazatı olarak görülen, dönem dönem "bağırsak temizliği" göndermesiyle bünyeden atılan bu zehirli güç, şimdi tamamen kana karışmış, devletle organik bütünleşmesini tamamlamış durumda.

AKP ve Erdoğan'ın 2023 seçim kampanyasını ırkçı-şoven saldırı dalgası ve kontra, çete organizasyonları eşliğinde yapma niyeti bir sır değildi. MHP'yle kader birliği kurmalarının, Cumhur İttifakı'nın temel mantığı zaten savaş, gerilim, saldırganlık çizgisini yoğunlaştırmaya dayanıyor. Ama AKP-MHP iktidarı bu çizgide öyle yoğunlaştı ki, arada bir halka iyi görünmek için bile kendini tutamıyor, saldırı pedalından ayağını çekemiyor. Deprem bölgesine başsağlığına gidip, depremzedeleri azarlamalar, tribünlerdeki demokratik, insani sese saldırıp, faşist linç güruhlarını alkışlamalar, uyuşturucu ve cinayet şebekeleriyle ayan beyan iş tutmalar, artık bu iktidarın saklayacak ve kaybedecek fazla şeyi kalmadığını gösteriyor. Meşruiyeti, saygınlığı ve temel yönetim kabiliyetini çoktan yitirdiğinden, elde kalan zor aygıtlarını, korku yayma taktiklerini sonuna kadar kullanıyor. "Beyaz Torosları", kontrgerilla tetikçilerini, işkencecilerini Devlet Bahçeli sözcülüğünde, devlet adına sahiplenen bir iktidarın gidecek başka yeri, yolu yok.

Deprem bölgesinde hala ölüleri enkazdan çıkarılmamış, kayıp yüzlerce cenazesini bulamamış bir toplumu ikiye bölüp, Kürt olanları faşist çeteler eliyle ölüme layık gören iktidar artık tamamen MHP'leşmiş, dönüp dolaşıp faşizmin özel harp biçimine demir atmıştır. Bahçeli ve Soylu gibiler, halkın yükselen tepkisi karşısında Erdoğan'a fedailik yapıp, sessizlik sağlıyor; bunun karşılığında Erdoğan ve AKP, Sinan Ateş suikastı, kirli ve kanlı işler trafiği, Susurluk çetelerinin yeniden inşası gibi faaliyetlere sessiz kalıyor. AKP yörüngesindeki çete yapıları, tarikatçı paramiliter örgütlenmelerle beraber, devlet tepeden tırnağa bir çeteler koalisyonuna dönüştü.

Bu koalisyonu merkezde yöneten, çıkar birliği temelinde işlenen suçları karşılıklı temize çekenler ise her gün karşımıza siyasi parti başkanı, cumhurbaşkanı kılığında çıkıyor. Yargı kurumu, Mehmet Ağar'ın da sanık olduğu Ankara JİTEM davasında, 19 tetikçi ve azmettiriciye beraat istemiyle eski dosyaları kapatıyor; katillerin, azmettiricilerin elini kolunu daha da serbestleştiriyor. Bu çete ve katil sürülerinin hepsi, hükümet ortağı olarak, şer koalisyonu namına her şeyi yapabilecek şekilde dizilmiş durumdalar. Neler yapabileceklerini bugüne kadar yaptıklarından biliyoruz.

Faşizm ve felaketler zemininde ayakta durmaya çalışan bir düzen bu. Ayakta duramadıklarında hınçla üzerinde tepiniyorlar. Kendileriyle birlikte düzenin az buçuk çalışan ayarları da allak bullak oluyor. Faşizm politik felakete, felaketler ise depremin etki ve sonuçlarında görüldüğü gibi faşizme dönüşüyor. Halkları politik, toplumsal, ekonomik felaketlerle kuşatmış iktidar, bugün sadece bu felaket üretme ve yönetme kabiliyetine güveniyor. Ama deprem sürecinde bu güven önemli ölçüde kırıldı. Darbe dönemi gibi "Allah'ın lütfu"na dönüştüremediler. Aksine altından kalkmaları güç bir sorumluluk ve suçluluk yükü yıkıldı üzerlerine. Şimdi bu ağır suç yükünden kurtulmak için toplumun üzerine faşizmin felaketini yıkmak istiyorlar. Şovenizm, Kürt düşmanlığı, terör tamtamları, provokasyon ve siyasi suikast heyulası eşliğinde milyonları yıldırmak, hizaya çekmek için daha çok uğraşacaklar.

En başta da altını çizdiğimiz gibi, bu saldırarak seçim kazanma hamlesi Kürtlerden, devrimcilerden, politik kararlılığa sahip emekçi sol ve demokrasi güçlerinden çok, toplum dinamiklerinin gerisindeki muhalefeti, yorgun ve bekleyiş halindeki sessiz çoğunluğu hedefliyor. Bu da sağlam öncülük bilincine ve politik cesarete sahip sosyalistlerin, emekçi solun rolünü daha önemli hale getiriyor. Faşizm ve felaket düzeninin kurduğu "dehşet dengesini" bozacak, gerçek bir değişimin kapısını açacak güç buradan yükselebilir. Depremin yıktığı kentlerden, sokaklardan, miting meydanlarından, mahkeme salonlarından, özgür söz kürsülerinden, eylem inisiyatiflerinden karanlığı kör edecek ışık doğabilir.

*HDP önceki dönem Eş Genel Başkanı

Yazı 9 Mart 2023 tarihinde kaleme alınmıştır.