17 Aralık 2024 Salı

EYT ve sınıf savaşımı

EYT mağdurları haklarını kazanmak istiyorlarsa burjuva iktidara da, burjuva muhalefete de güvenemezler. Bu gerçeğin kavranması da hiç şüphesiz EYT hareketinin kendiliğinden seyri içerisinde değil, sosyalistlerin sabırlı bir şekilde EYT mağdurları içinde çalışmalarıyla, iktidarın sınıfsal niteliğini onlara tane tane anlatmalarıyla, onları fiili meşru mücadele hattına yönlendirmeleriyle mümkün olacaktır.
Emeklilikte Yaşa Takılanların, güncel deyişle “EYT mağdurlarının” haklı öfkesi giderek daha fazla kabarıyor.
 
1999’dan önce kadınlar 38, erkekler ise 43 yaşında emekli olabiliyorlardı. Ancak 1999’da çıkartılan 4447 sayılı kanunla, bu tarihten önce işe başlayanlar için emeklilik yaşı kadınlarda 58, erkeklerde ise 60 olarak düzenlendi. 1999 öncesinde 43 yaşında emekli olacağını bekleyen biri, yasa sonrasında 17 yıl daha bekleyeceğini öğrendi. Yani, yasa geriye doğru işletilerek işçi ve emekçilerin hakkı gasp edildi.
 
Yıllar ilerledikçe, prim ödeme gün sayısını dolduran ve normalde emekli olması gereken yaşlara gelen işçi ve emekçiler giderek arttı. Bu da EYT mağdurlarının eylemliliğinin birikerek artmasına yol açtı. 
 
Emekli olamayan, ancak yaşını aldığı için de iş bulmakta zorlanan, iş bulsa bile boşu boşuna prim ödeyecek olan mağdurlar iki arada bir derede kalıyor.
 
EYT mağdurları, seslerini duyurmak için EYT Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği çatısı altında aktif bir şekilde çalışma yürütüyorlar. Sosyal medyada çok aktifler. Hukuki tüm yolları etkin bir şekilde kullanmaya gayret ediyor, yerel ve bölgesel toplantılar düzenliyorlar.
 
Derneğin başkanı Gönül Boran, EYT mağdurlarının toplam sayısını yaklaşık 3.5 milyon olarak tahmin etmekle beraber, araştırmacılar emeklilik yaşına takılan, dolayısıyla olası bir hak iadesinden doğrudan yararlanacak kişi sayısını 100 bin-700 bin arasında olduğunu söylüyorlar.
 
EYT BÜTÇEYE ADALETSİZ BİR YÜK MÜ?
 
Erdoğan’a göre söz konusu hak iadesi bütçeye büyük yük getireceği için kabul edilemez bir talep. Sarayın onursuz kalemşörleri de bunun “altını doldurmak” ve EYT mağdurlarının taleplerinin çalışan işçi ve emekçilerin sırtına yük olacağını “kanıtlamak” için birbiriyle yarışıyor. EYT mağduriyetini yaratanın bol keseden emeklilik dağıtan önceki iktidarlar olduğu söyleniyor; geçmişte “33 yaşında emekli olmuş” işçilerden bahsediliyor; devletin çalışanlardan vergi ve prim toplayarak bir yılda elde ettiği bütçenin yarıya yakınının emekli maaşına gittiği, oysa gelir-gider dengesinin bozulmaması için çalışan/emekli oranın 4/1 olması gerektiği anlatılıyor.
 
EYT’lilerin taleplerini “bütçeye haksız yük” olarak görenler, nedense o bütçenin yükünün dörtte üçünün neden işçi ve emekçinin omzuna yıkıldığını; patronların, şirketlerin, faiz ve rant ile geçinenlerin neden doğru düzgün vergi ödemediğini; üstüne bir de vergi borçlarına neden habire af getirildiğini; devlete ödesinler diye şirketlere emanet ettiğimiz KDV’nin neden sadece yüzde 20’sinin bu şirketlerden tahsil edilebildiğini; vergisizlik cenneti adalara kaçırılan servette neden dünya 8.’si olduğumuzu bir türlü soramıyorlar! Zenginler ödemeleri gereken vergileri ödeseler, sadece EYT’lilerin değil, bir bütün olarak işçi sınıfının refahının muazzam artacağını bilmiyorlar mı?
 
Bilmez olurlar mı! Ama onlar, kitlelerin kafasını karıştırmak için “2 işçinin bir emekliyi sırtladığı” söylemini kullananlar, işçinin sırtındaki kamburun emekli sınıf kardeşleri değil asalak sermaye sınıfı olduğunu gizlemeye çalışarak işçileri birbirine düşürmeye çalışıyorlar. Çünkü işçilerin, kendi ürettikleri “pastadan” bir sınıf olarak neden giderek daha da azalan bir payı aralarında paylaşmak zorunda kaldıklarını sorgulamaları halinde, patronların ve onların iktidarı olan sarayın foyasının meydana çıkacağından korkuyorlar.
 
MUTLAK ARTIDEĞER SÖMÜRÜSÜ ARACI OLARAK EMEKLİLİK YAŞI
 
Emeklilik yaşı konusu, tıpkı haftalık mesai saatleri, yıllık izin süreleri ve yemek-çay molaları uzunluklarının (hatta tuvaletlerde geçirilen sürenin) belirlenmesi gibi bir mutlak artıdeğer sömürüsü konusudur. Mantığı, işgününün (ayının, yılının ve ömrünün) uzatılması, böylece patronun el koyabileceği emek-zamanın arttırılmasıdır. Bu haliyle EYT sorunu tastamam sınıf savaşının bir konusudur.
 
İşçilerin toplam emeklilik geliri de onlara birileri tarafından bir lütuf olarak verilen bir şey değil, bizzat bir sınıf olarak kendi ürettiklerinden fonlanan bir gelirdir. Dolayısıyla bu toplam fonun büyüklüğü de, emeklilik yaşı da, bir işçinin kaç sene çalıştığına ya da belli bir anda ne kadar işçinin çalışır/emekli olduğuna değil, sermaye sınıfının işçi sınıfının yaşam boyu yarattığı değerden ne kadarına el koyabildiği ile ilgili bir konudur.
 
NEOLİBERALİZM İÇERİSİNDE KALINARAK EYT SORUNU ÇÖZÜLEMEZ
 
EYT mağdurlarının sorunlarını hiçbir burjuva iktidar çözemez, çünkü günümüzde patronların giderek azalan kârları korumanın yolu eski zamanlardan farklı olarak bugün üretkenlik artışından ziyade, esas olarak mutlak artıdeğer sömürüsünün dibini sıyırmaktan, yani işçi sınıfının kazanılmış haklarının ve birikimlerinin sermaye sınıfına aktarılmasından geçmektedir.
 
Bunun iliklerine kadar farkında olan saray KİT'leri bunun için özelleştirilmekte, holdinglerin vergi borçlarını bu sebeple affetmekte, şirketlerde toplanan KDV’yi bu yüzden tahsil etmemekte, tarım desteklerini bu yüzden kaldırmakta, doğa bu yüzden sermaye talanına açılmakta, kıdem tazminatına bu yüzden göz dikmekte, işsizlik fonunu bu yüzden patronlara peşkeş çekmekte, sosyal güvenlik harcamalarını bu yüzden azaltılmakta, BES’i bu yüzden zorunlu yapmakta, sağlık ve eğitim hizmetleri bu yüzden paralı hale gelmekte, öğretmenler bu yüzden atanmamakta. Kısacası, sermaye sınıfına teşvik, hibe, geçiş garantisi ve kredi kefaleti olarak devasa kaynaklar rahatça aktarılırken işçiye dair en küçük bir hak bile bu yüzden “bütçeye yük” olarak lanse edilmektedir.
 
İşçilere giderek daralan bu pay için birbirleri ile rekabet etmek, hatta savaşmak dayatılmaktadır. İşçilerin birbirlerinin kurdu haline getirildiği bu düzen, faşizmin şovenizm ve dinsel gericilik zehri ile kendine kitle tabanı yaratmasının da nesnel zemini olarak işlev görmektedir.
 
EYT mağdurları haklarını kazanmak istiyorlarsa burjuva iktidara da, burjuva muhalefete de güvenemezler. İşçilerin değil, patronların temsilcisi olanların ve talandan başka bir çaresi kalmamış olanların EYT sorununu çözebilmesini beklemek, ekmek fırınından serinletmesini beklemek kadar abes olacaktır. Bu gerçeğin kavranması da hiç şüphesiz EYT hareketinin kendiliğinden seyri içerisinde değil, sosyalistlerin sabırlı bir şekilde EYT mağdurları içinde çalışmalarıyla, iktidarın sınıfsal niteliğini onlara tane tane anlatmalarıyla, onların sorunları ile ilgilenmeleriyle, çıkarlarının siyasetini yürütmeleriyle ve onları fiili meşru mücadele hattına yönlendirmeleriyle mümkün olacaktır.