24 Kasım 2024 Pazar

Erdoğan'ın korkuları

Erdoğan'ın yerinde olan her diktatör bakımından gerçekten de büyük bir travma.
6-8 Ekim Kobanê serhildanı, belli ki diktatör Erdoğan'ın en büyük travmalarından biri. Her konuşmasında bu travmasını, rehin Cumhurbaşkanı Adayı Selahattin Demirtaş ve HDP'ye Kobanê eylemleri nedeniyle saldırarak gösteriyor. Erdoğan'ın yerinde olan her diktatör bakımından gerçekten de büyük bir travma.
 
Sen besle, büyüt, sahaya sal, hatta o kadar çok güven ki, "Kobani şimdi düştü düşüyor" diye sevinç gösterileri yap ancak çetelerin yenilsin ve de Kobanê düşmesin.
 
Büyük travma yaratır gerçekten de!
 
Hatırlıyorsunuz, faşist dinci DAİŞ çeteleri, Kobanê'nin yüzde 80'inini işgal ettiği günlerde Erdoğan, çetelerin üssü Antep'te, 7 Ekim günü müjde veriyordu aklınca: "Şu anda Kobani düştü, düşüyor."
 
İnsanlık suçu işlediği sabit olan cihatçı bir grup ile işbirliğinin kanıtlarından biriydi bu açıklama elbette.
 
DAİŞ, AKP'nin ortağıydı, Kobanê ise Türkiye ve Kürdistan halklarının eşit ve özgür yaşam umudu.
 
Ezilenler bu umuda sahip çıkmak için sokaklara döküldü. Türk devletini, çetelere destek vermekten vazgeçirmeye ve uluslararası güçleri de DAİŞ'e karşı mücadeleye katılmaya zorladılar.
 
Saray rejimi ne yaptı? Halkların üzerine resmi ve gayri resmi silahlı güçlerini gönderdi.
 
Sonucu rehin tutulan Demirtaş birkaç kez açıkladı. Son Tweet'inden aktarırsam: "Kobani olaylarında katledilen insan sayısı 53 değil, 43'tür. Bunların 6'sı HÜDAPAR'lı, 2'si suikasta uğrayan güvenlik görevlisi, 2'si Suriyeli mülteci, 33'ü de HDP'lidir. 6 HÜDAPAR'lı haricindeki kişilerin katledilmesi hakkında açılmış tek bir etkili dava ve soruşturma yoktur."
 
Durum net olarak bu.
 
AKP/Saray rejiminin resmi ve gayri resmi silahlı güçleri içeride, çeteleri de Kobanê'de katliam yaptı. Halklar ise içeride ve dışarıda bu katliamları durdurmaya çalıştı.
 
Erdoğan şimdi de kalkmış katliamların sorumluluğunu Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ ve HDP'nin üzerine yıkmaya çalışıyor.
 
Boşuna çaba. Çünkü korkunun ecele faydası yok.
 
Ancak korkuları çok büyük. Çünkü işledikleri insanlık suçu ve bu suçun sayısız kanıtı var.
 
Sadece Erdoğan ile devrik başbakan Davutoğlu'nun DAİŞ'liler için kullandığı "öfkeli gençler" açıklamaları da değil.
 
Enerji Bakanı Albayrak'ın, nam-ı diğer Damat Berat'ın, DAİŞ'in işgal ettiği topraklardan çaldığı petrollerin uluslararası alana taşınmasını bir dönem sahibi olduğu Powertrans şirketi ile yaptığı gerçeği hala orta yerde duruyor. Hatırlıyorsunuz meseleyi değil mi? Bu bilgi, Redhack'in ele geçirdiği Berat Albayrak'ın maillerinde yer alıyordu ve bugüne kadar yalanlanmadı. Aksine bu gerçeğe karşı gazeteciler hapisle susturulmak istendi.
 
Kobanê savunması günlerinde, Türk askerlerini DAİŞ çeteleri ile sarmaş dolaş gösteren görüntüler, televizyonların canlı yayınlarına yansıdı. Yaralı DAİŞ'liler, Antakya, Antep gibi sınır kentlerindeki hastanelerde tedavi edildi. Özellikle Antep, DAİŞ'in karargâhı haline getirildi. Savaşçılar Türkiye sınırından Rojava'ya rahatça geçti. Rojava'da özgürleştirilen yerlerde bulunan DAİŞ silahlarının Türk menşeili olduğu defalarca ispatlandı. Daha da önemlisi, MİT TIR'larının taşıdığı silahların DAİŞ dahil cihatçı gittiği artık gün gibi ortada.
 
Son olarak, Avrupa Birliği'nin gizli servisi EUINTCEN'in hazırladığı "gizli" ibareli bir raporla bu işbirliği gündeme geldi. "Ahval" adlı internet sitesinde söz konusu rapora dair bilgi yer aldı. Buna göre, AKP hükümeti, Suruç ve Ankara katliamlarının doğrudan sorumlusu olarak görülüyor. Haberdeki alıntılardan en dikkat çekeni şu: "Saldırının tarzı ve/ya biçimi (intihar bombacılarının kullanılması) DAEŞ'e işaret etmekte. (Ancak) Göstericileri taşıyan otobüslerde arama yapılmaması, devasa bir mitingde polisin neredeyse tamamen yokluğu gibi koşullar göz önüne alındığında, bu olayda AKP bünyesindeki güçlerin DAEŞ militanlarını özel olarak görevlendirdiğine inanmak için makul sebep var."
 
Bu iddiaya dair Saray'dan, hükümetten herhangi bir açıklama gelmedi. Sessizlik sansürüne boğmak istiyorlar belli ki.
 
Say say bitmiyor işbirliğinin kanıtlarını.
 
Şimdi de aynı işbirliği başka bir isimle Efrîn'de devam ettiriliyor. Gömlek eskidi, yenisi giydirildi. Ama içindeki cisim/çeteci aynı.
 
Türk devletinin "yeni" çeteleri, DAİŞ'in Şengal'de, Rakka'da yaptıklarının aynısını yapıyorlar. Kadınları kaçırıyorlar, tecavüz ediyorlar. Geçtiğimiz günlerde Suriye Kadın Meclisi Efrîn'de 119 kadının kaçırıldığını açıkladı. Üstelik bunu bu kez Türk askerinin doğrudan gözetiminde, hemen yanı başında yapıyorlar.
 
Ama bu insanlık suçu da hesap defterine yazılıyor. Emin olun.
 
Tarihte hiçbir diktatör sonsuza kadar kalmadı.
 
Bakın, hepsi düştü, hem de fena düştü.
 
Erdoğan neden düşmesin ki?
 
O da bunun farkında. Efrin'i işgal etti, olmadı. Erken seçim kararı aldı, olmadı. Şimdi de Güney Kürdistan'daki işgal saldırısını genişletme planı devrede. Saray'ın deyimi ile "Kandil operasyonu."
 
Çünkü 24 Haziran seçimleri, HDP için olduğu kadar Erdoğan ve AKP için de kritik. Haydi hayırlısı!