21 Kasım 2024 Perşembe

Ender Çelikel yazdı | Alman faşizmine komünistler diz çöktürdü

Alman faşizmi Sovyetler Birliği'ne saldırdığında Sovyet hükümeti ve Stalin hiçbir yere kaçmadı. Sovyet halkı, Kızıl Ordu ve Sovyet hükümeti sosyalist anavatan ve komünizm davası etrafında kenetlendi. Zaferi, batılı müttefiklerin rüyalarında dahi göremeyeceği ağır bedeller ödeyerek, dişe diş mücadeleyle nakış nakış ördüler. Dünya halklarına armağan ettiler.

ABD öncülüğündeki NATO koalisyonu Rusya (ve Çin) ile arasındaki çelişkileri, emperyalist emellerini soğuk savaş yıllarının taktik ve psikolojik harp araçları ve biçimleriyle kamufle etmeye çabalıyor. Rusya'yı kuşatma stratejisi çerçevesinde yem olarak kullandığı Ukrayna üzerinden yeniden demokrasi ve özgürlük havariliğine soyunuyor. Batılı emperyalistler rakipleri Rusya'ya "insanlık" dersi verirken, Rusya'nın ve diğer eski Sovyet ülkelerinin tarihlerinde şanlı bir dönemi kapsayan sosyalizme saldırmayı ihmal etmiyorlar.

Üçüncü emperyalist paylaşım savaşının taşları usulca döşenirken Almanya, Polonya, Litvanya, Letonya gibi Baltık ülkelerinin tarihsel Rus düşmanlığı yeniden depreşiyor. Rus düşmanlığı Avrupa kıtasında komünizm düşmanlığı biçimini alıyor.

Emperyalist kapitalist Rusya ve onun Batı devşirmesi komünizm düşmanı lideri Putin, sosyalist Sovyetler Birliği'yle özdeşleştiriliyor. Avrupa Birliği yetmiyor, sosyalist Sovyetler Birliği'ni Nazi Almanyası’yla, uluslar arası proletaryanın ve ezilen halkların büyük önderi Stalin'i soykırımcı faşist Hitler'le, orak çekiçli kızıl bayrağı da gamalı haç ile eşitleyip komünizmin sembollerini yasaklıyor. 7-9 Mayıs tarihlerinde, Almanya faşizminin yenilgisinin yıldönümü etkinliklerinde kızıl bayrak vb. taşınmasını hazmedemiyor.

Komünistlerin Nazi faşizmine karşı kazanılan zaferdeki bayat rolü hafızalardan silinmek isteniyor. Batılı emperyalistlerin, en başta da Avrupa'yı domine eden Alman burjuvazisinin Ekim Devrimi, Sovyetler Birliği ve Kızıl Ordu sancısı bir türlü dinmiyor. Alman faşizminin ezilişini simgeleyen, "Reichstag"ın çatısına dikilen kızıl bayrak karşısında çılgına dönüyorlar.

TARİHİ BAZI GERÇEKLER
Batı Avrupa ülkelerinin, ABD'nin II. emperyalist paylaşım savaşı yıllarına ve Nazı faşizmine dair literatüründe komünistlerin faşizme karşı yürüttükleri silahlı direniş yer almaz. Alman okullarındaki tarih dersi kitaplarında; çekilen belgesellerde, filmlerde; dergi, kitap veya gazetelerde Nazilerin soykırım suçu, Yahudi halkının (Slav halklarının değil!) maruz kaldığı vahşet etraflıca işlenir, fakat işgal altında Nazi ordularına karşı savaşan Partizanlar, yeraltı militanları, gettolarda silahlı isyan örgütleyen Yahudiler karanlıkta bırakılır. Bugünkü İsrail devleti de Nazi işgali altındaki Doğu Avrupa'nın getto savaşlarını, Yahudi partizan birliklerini sümen altı eder. Çünkü bu Yahudilerin neredeyse tamamı komünist veya sosyalistti.

ABD, Britanya ve Fransa'dan olan "müttefikler", komünistlerin Nazi faşizminin yenilgisindeki payını gizleme telaşındaydılar. Çünkü işgal altında faşizme karşı mücadelede rüştünü ispatlayan komünist partiler, Batı Avrupa'da çok güçlenmişlerdi. Sovyetler Birliği'nin, Kızıl Ordu'nun temsil ettiği sosyalizmin Avrupa'nın tamamına yayılmasından endişeleniyorlardı. Bu yüzden komünistlerin antifaşist mücadeledeki rolünü yok saydılar. Hatta asıl kurtarıcılar diye kendilerini kamuoyuna sundular. Halbuki müttefiklerin Nazi faşizminin yenilgisindeki rolü taliydi.

Bugün caka satan Fransa, Hollanda gibi ülkelerin burjuva hükümetleri arkalarına bakmadan Londra'ya kaçmışlardı. Orduları direnç göstermemişti. Koca (!) Fransa sadece bir haftada rezilce yenilmişti Nazilere. Hollanda beş günde teslim bayrağını çekmişti.

Fransa'da işbirlikçi Vichy hükümeti kurulmuştu. Savaştan sonra kendini zaferin mimarları arasında sayan de Gaulle İngiltere'ye kaçmıştı. Komünistlerden haz etmeyen de Gaulle, Eylül 1941'de, Londra Radyosu aracılığıyla Fransa Komünist Partisi'ne silahlı direnişten uzak durmasını tavsiye ediyordu. Gerek de Gaulle'nin "Fransa'nın İç Güçleri" gerekse Hollandalı prens Bernard yönetiminin "İç Güçleri" 1944 yılında gerçekleşen Normandiya çıkarmasına kadar faşist işgale karşı ciddi bir direniş sergilemedi. Fransa ve Hollanda'da Yahudilere, çingenelere, komünistlere yönelik tutuklamaları ve katliamları seyrettiler.

İngiltere, 10 Temmuz 1943'te, ABD'yle birlikte İtalya'nın Sicilya Adasına çıkarma yapana kadar savaşa sadece havadan ve denizden dahil oldu.

İngiltere ve ABD'nin niyetleri en başından beri Nazi Almanyası’nın sosyalist Sovyetler Birliği'ni zayıflatmasına ve Avrupa'daki komünistleri tepelemesine göz yummaktı. Savaşa karadan katılmalarını iki temel faktör belirledi. Birincisi, Nazi Almanyası artık İngiltere ve ABD'nin Balkanlar, Ortadoğu ve Kafkasya'daki çıkarlarını tehdit ediyordu. Bunun yanı sıra, Nazi müttefiki Japonya 7 Aralık 1941'de ABD'ye saldırmıştı. İki devlet savaş halindeydi. İkinci etken; Sovyetler Birliği ve Kızıl Ordu 1941 yılının aralık ayında Alman ilerlemesini durdurmuştu. Kasım 1942'de, Stalingrad'da savaşın seyri değişmişti. Stalingrad Almanya'nın sonunun başlangıcıydı. Kızıl Ordu Alman 6. Ordusunu komple teslim almış, akabinde Doğu cephesinde hat boyu batıya doğru saldırıya geçmişti.

İngiltere ve ABD'nin liderleri, Churchill ve Roosevelt 26 Ocak 1943'te Casablanca'da gizli bir toplantı yaptılar. Masadaki konular arasında Kızıl Ordu'nun hızlı ilerleyişi; Balkanların, Orta ve Batı Avrupa'nın SSCB'nin ideolojik-politik etkisine girme riski de vardı. ABD sonunda İngiltere'nin Avrupa karasına çıkarma yapma teklifini kabul etti. ABD zafere ortak olarak dünya hakimiyetini pekiştirme niyetindeydi. Haziran 1944'te gerçekleşen Normandiya Çıkarması'yla bu amacına ulaştı.

Bugün komünizm düşmanlığında zirveyi kimseye bırakmayan mevcut burjuva Polonya devletinin ecdatlarının tavrı ise mide bulandırıcıdır. Dönemin Polonya ordusu Naziler karşısında çil yavrusu gibi dağılır. Polonya hükümeti de Londra'ya kaçar. Londra savaşmayıp kaçan burjuva hükümetlerin merkeziydi. Sürgündeki Polonya hükümetine bağlı bir yeraltı ordusu vardı, adı "Yurt Ordusu"ydu. Burjuva Yurt Ordusu işgal altındaki Polonya'da en güçlü yeraltı örgütüydü. Ne ki Londra'daki Polonya hükümeti Yurt Ordusuna, Almanların yenileceği kesinleşene dek bekleyin talimatını vermişti. Yurt Ordusu'nun daha "özel" ve önemli bir görevi vardı: Komünistlerin örgütlenmesini ve gelişmesini önlemek; Yahudi soykırımına yol vermek.

Polonya devletinde, ordusunda ve halkındaki geleneksel Yahudi düşmanlığı inanılmaz boyuttaydı. Yurt Ordusu'nun gizli mensupları ve halkın büyük bir kesimi Yahudileri Nazilere ihbar ediyorlardı.

Varşova ve Krakau Gettolarındaki Yahudi komünistler, sosyalistler ve solcular ayaklanma ve -peşinden- ormanlarda partizan savaşı yürütme kararı alırlar. Ama neredeyse hiç silahları yoktur. Londra'daki Polonya hükümetine bağlı Yurt Ordusu'ndan silah ve mühimmat isterler. Adeta yalvarırlar. Ama nafile! Polonya Yurt Ordusu, sığınakları silah dolu olduğu halde Yahudi direnişçilere yardım etmez. Onları yüzüstü bırakır. Gettolardaki yüzbinlerce Yahudi Naziler tarafından katledilir veya açlıktan, soğuktan, hastalıktan can verirler.

Yurt Ordusu silahlarını komünistlere karşı kullanır. Polonyalı, Litvanyalı, Yahudi partizanlara saldırır. Bir keresinde katlettikleri 23 partizanın başlarını baltalarla gövdelerinden ayırırlar. Bu olayın haberi Stalin'in kulağına gider ve Batılı müttefiklere aktarılır. Zira Yurt Ordusu'nun hamisi İngiltere'dir.

Polonya hükümetine bağlı Yurt Ordusu, Kızıl Ordu Varşova önlerine vardığında işgalci Nazilere karşı ayaklanmayı hatırladı. 1 Ağustos 1944'te ayaklanma çağrısı yaptı. Yurt Ordusu'nun gayesi, Polonya'nın kurtarılışında yer alıyormuş gibi yapmak ve Kızıl Ordu'yu Varşova'dan uzak tutmaktı. Böylece Polonya savaştan sonra burjuva kampta kalacaktı. Naziler Yurt Ordusu'nun ayaklanmasını kolayca ezdiler.

Polonya'nın yanı sıra Litvanya, Letonya, Estonya, Ukrayna; bugün ABD ve NATO'nun yanında hizalanan bu ülkelerin tamamı Nazilere "avcı"lık yaptı. Polonya, Ukraynalı, Litvanyalı, Estonyalı ve Letonyalı "Gönüllü Birlikler" komünistleri ve Yahudileri avlıyorlardı. "Avcı" lakabını Naziler onlara takmıştı.

Bir not da çiçeği burnunda NATO üyesi Finlandiya'ya dair: 1 Temmuz 1941'de Nazi Almanya'sıyla işbirliği anlaşması imzaladı ve Almanya ile omuz omuza Sovyetler Birliği'ne karşı savaştı.

Ülkelerini bir haftada Alman faşizmine teslim edip kaçanlar Nazilere "avcı"lık yapanlar, savaşa aktif katılmayı 1943 yılına dek bekleyenler bugün, kendilerini Alman faşizminden kurtaran Sovyetler Birliği'ni ve komünistleri lekeleme utanmazlığını gösteriyorlar.

ANTİFAŞİST MÜCADELE EN ÖNDE KOMÜNİSTLER VARDI
Alman faşizmi Sovyetler Birliği'ne saldırdığında Sovyet hükümeti ve Stalin hiçbir yere kaçmadı. Sovyet halkı, Kızıl Ordu ve Sovyet hükümeti sosyalist anavatan ve komünizm davası etrafında kenetlendi. Zaferi, batılı müttefiklerin rüyalarında dahi göremeyeceği ağır bedeller ödeyerek, dişe diş mücadeleyle nakış nakış ördüler. Dünya halklarına armağan ettiler.

Alman faşizmi Sovyetler Birliği'ne "özel" bir düşmanlık besliyordu. Buna göre saldırıyordu. II. Emperyalist Paylaşım Savaşı'nda (Çin ve Japonya dahil!) yaklaşık 25 milyon asker öldü. Bunların 13,6 milyonu Kızıl Ordu askeriydi. Batılı müttefiklerin toplam asker kaybı sadece 600 bin civarındaydı. Savaşta hayatını kaybeden 30 milyon sivilin 7 milyonu Sovyet vatandaşıydı. Sovyetler Birliği Alman faşizmine karşı zaferde, sadece serini değil, gövdesini de ortaya koymuştu.

Kızıl Ordu işgal altındaki komünistlerin ilham kaynağıydı. Komünistler sürgüne gitmediler, müttefiklerin Avrupa kıtasına çıkarma yapmasını beklemediler. Yunanistan'dan Fransa'ya, Hollanda'ya; Yugoslavya'dan İtalya'ya; Arnavutluk'tan Bulgaristan'a, Romanya'ya; Ukrayna'dan Polonya'ya her yerde faşizme karşı silahlı direnişi örgütlediler.

Balkanlardan Fransa'ya kadar partizan ateşleri tutuşturuldu. Partizanlar kar kış, açlık ölüm demeden dağlarda ve ormanlarda gerilla taktikleriyle Nazilere karşı savaştılar. Doğu Avrupa'da, getto ve toplama kamplarından kaçabilen Yahudilerin biricik sığınağı ve umudu oldular.

Onbinlerce partizan faşist işgale karşı cansiperane mücadelede ölümsüzleşti. Günü geldi, ölümü halaylarla karşıladılar: Toplama kampında esir tutulan Yunan partizanlar kendilerini kurşuna dizmek için hazır bekleyen Alman idam mangasına gözlerini bağlatmazlar. Bir Yunan halk şarkısı söylemeye başlarlar. Sesleri dağlarda yankılanır. Faşist namlulardan çıkan mermileri halaya durarak karşılarlar. Cellatların korkudan yüzleri solar.

Dağlarda partizan ateşleri yanarken,şehirlerde komünist yeraltı savaşçıları şehir gerillacılığı yapıyorlardı. Nazilerin ihbar ağlarına rağmen kılı kırk yararak, kılıktan kılığa girerek suikastlar, pusular ve sabotajlarla işgalcilere rahat vermiyorlardı.

Zulmün karanlık dehlizlerinde; Yahudi gettolarında, ölüm kamplarında komünistler yaşamı, direnişi ve umudu yoğuruyorlardı. Bugün herkesin yüreğini burkan Ausschwitz cehenneminde, Varşova gettosunda insanın hayal gücünü dahi zorlayan üstün iradeleriyle direndiler. Gettolardan dışarıya tüneller kazdılar. Partizanlarla ilişkiler kurup, içeriye silah ve mühimmat soktular. Silahları olmadığında el yapımı patlayıcılarla, molotof kokteylleriyle savaştılar. Baltalarla, sopalarla dövüştüler. Çıplak elleriyle sarıldılar Nazilerin gırtlaklarına!..

Kadın direnişçiler Nazilerin kabusuydular. Hollanda'da "Kızıl Saçlı Kadın"lar, Fransa'da Jeanine’ler, Varşova'da 16 yaşındaki "Sarı Örgülü Saçlı Küçük Wanda"lar Nazilerin en çok arananlar listesindeydiler. Naziler Doğu Avrupa'daki kadın devrimci yeraltı savaşçılarından o kadar çekiniyorlardı ki, hepsi hakkında "sağ yakalamayın" kararı alır. Kadın direnişçilere yaklaşamazlar, çünkü onlar birer fedaidir. Düşmana zarar vermeden ölmezler. Ölürken en az birkaç Nazi askerini de yanlarında götürmek için, eteklerinin altında bir bomba saklarlar. Varşova gettosundaki isyanı, çatışmaları getto dışında kalan bir binadan canlı canlı izleyen ressam Franciszka Rubinlich şunları yazar: "... biraz önce 16 yaşında bir kız kemerine şişe denen birkaç el bombası bağladı, başına benzin döktü, kendisini tutuşturdu ve geçmekte olan bir tankın üzerine atladı. Bereket versin ki başardı; tankı parçaladı ve aynı anda tankın içindekilerle birlikte yaşamını yitirdi." (Ingrid Strobl, Faşizme ve Alman İşgaline Karşı Silahlı Direnişte Kadınlar, Belge Yay.)

Nice komünist, devrimci, solcu ve antifaşist de işkencelerde can verdi. Ser verdi, sır vermedi! Zindanların duvarlarında onların direniş mührü basılıdır. İşkencelerden arta kalan son damla kanlarıyla duvarlara "Direniş kazanacak, hesap sorulacak" diye yazmışlardır.

Direniş kazanmış, Kızıl Ordu Alman faşizmine diz çöktürmüştür. Hesabını sormuştur masum ve mazlum halkların, antifaşist mücadelede ölümsüzleşenlerin!..

Sormuşlar sıradan demokratlara, solcu ve antifaşistlere, "Neden komünistlerin saflarında faşizme karşı silahlı mücadeleye katıldınız?" Yanıtları kısa ama nettir: "Komünistler gerçekten savaşma niyeti olan kararlı insanlardı." Komünistlerin uğruna savaştıkları, iman ettikleri bir davaları vardı. O dava bitmedi, sürüyor hala!

Alman faşizme diz çöktürülüşünün 79. yıldönümünde, üçüncü emperyalist paylaşım savaşı olasılığı güçlenirken ve faşizm Avrupa'da yeniden hortlarken, faşizme karşı zaferi tırnaklarıyla kazıyarak kazanan Kızıl Ordu askerlerinin, partizanların, yeraltı savaşçılarının, isimsiz kahramanların soylu anılarına sahip çıkmak her zamankinden daha önemlidir. Sosyalizm mücadelesini büyütmek ve kızıl bayrağı emperyalist metropollerde dalgalandırmak ölümsüzlerimize borcumuzdur.