18 Eylül 2024 Çarşamba

Eğitim Sen: OHAL siyasi kadrolaşmaya yaradı

Eğitim Sen'in hazırladığı raporda 2 yıllık OHAL'in eğitim ve yükseköğretim alanında siyasal kadrolaşmaya, rektörlerin saraya bağlanmasına, muhalif kamu emekçilerinin tasfiye edilmesine ve iş güvencesinin ortadan kaldırılmasına hizmet ettiğini belirtti.
Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim Sen), eğitimde ve yükseköğretimde OHAL raporu yayınladı.
 
Eğitim Sen raporunda, "15 Temmuz'un ardından kamuda tarihin en kapsamlı tasfiye hareketi yaşanırken, bugüne kadar iktidarın önünde engel olarak görülen Anayasal ve yasal düzenlemeler, ülkenin içinde bulunduğu 'olağanüstü' koşullar gerekçe gösterilerek 'askıya' alınmış, iktidarın çizgisinde hareket etmeyen sendikalar, meslek örgütleri, demokratik kurumlar, basın ve yayın organları ağır baskı ve tehditlerle karşı karşıya kalmışlardır" denildi.
 
Her iktidarın eğitim sistemini kendi çıkarlarına göre düzenlediği ifade edilen açıklamada, AKP'nin 4+4+4 sistemi ile başlattığı eğitim politikalarının ticarileşme ve dinselleştirme üzerine kurulduğu ifade edildi.
 
2 yıllık OHAL sürecinde bin 65'i özel okul, 361'i diğer özel öğretim kurumu ve 848'i özel öğrenci yurdu olmak üzere toplam 2 bin 274 kurum ve 15 vakıf üniversitesinin kapatıldığının ayrıca bin 176'sı devlet, 401'i vakıf üniversitesinde olmak üzere bin 577 dekanın istifasının istendiğinin ve MEB'den 34 bin 393 kişi, yükseköğretimden ise 7 bin 312 kişinin (5 bin 904 akademisyen, bin 408 idari personel) ihraç edildiği belirtildi.
 
Raporda, ihraç edilen asker sayısının 15 bin 584, polis sayısının ise 32 bin 93 ve eğitim alanında 41 bin 705 olduğu belirterek yaşanan ihraçların darbenin askeri ayağının açığa çıkarılması değil muhalif emekçileri kamudan tasfiye edilmek olduğu ifade edildi.
 
Eğitim emekçisi ve akademisyen toplam 53 kişinin yaşadığı haksızlık nedeniyle intihar ettiğinin vurgulandığı açıklamada, "MEB, özellikle temel hak ve özgürlükler konusunda, en temel sendikal hakların kullanılması ile ilgili olarak çok sayıda hukuk dışı girişimde bulunmuş, hukukun en temel ilkelerini ayaklar altına alan kararlara imza atmıştır. MEB'in yasakçı ve hukuk dışı karar ve cezaları mahkemelerden, yüksek yargıdan birer birer dönmesine karşın bakanlık, Eğitim Sen'e yönelik baskıcı ve ayrımcı uygulamalarına ısrarla devam etmektedir" denildi.
 
Mülakata dayalı 'sözleşmeli öğretmenlik' uygulaması 'siyasal kadrolaşma'nın önünü açılarak iktidarın dünya görüşüne uygun olanların sürekli başarılı sayıldığı, iktidarın siyasal çizgisinde olmayanların ise taraflı ve kasıtlı değerlendirmelerle elendiği ya da 'saf dışı' bırakıldığı ifade edildi.
 
Eğitim Sen raporunun devamı şöyle:
 
SÖZLÜ MÜLAKAT İLE KADROLAŞMA
 
15 Temmuz sonrasında tüm kamuda olduğu gibi eğitim alanında da sözlü sınav/mülakat üzerinden sözleşmeli öğretmen atamaları sonucunda toplam 39 bin 300 sözleşmeli öğretmenin ataması yapılmıştır. 2018 yılı başında ücretli öğretmenler arasından yapılan 5 bin atama ile birlikte toplam sayı 44 bin 300'e çıkarken, 2018'de ataması yapılacak olan 20 bin yeni sözleşmeli öğretmenle birlikte, eğitimde güvencesiz olarak istihdam edilen sözleşmeli öğretmen sayısı 64 bin 300'e çıkacaktır.
 
Öğretmen atamalarında mülakat sınavının öğretmen istihdamını açık bir şekilde 'politik güvencesizleştirmeye' dönüştürmesi, ataması yapılmayan öğretmenlerin etnik kimliği, inancı ve mezhebi dolayısıyla ya da iktidara eleştirel ve muhalif yaklaşımı nedeniyle 'fiilen' elenmesi, öğretmenlerin hükümetin istek ve beklentileri doğrultusunda, adeta 'hükümet memuru' olarak istihdam edilmesine neden olmaktadır.
 
16 yıldır en yoğun siyasal kadrolaşmanın yaşandığı MEB'in eğitim yöneticilerini belirlerken benimsediği mülakat tekniği, eğitim yöneticileri belirlenirken liyakat ve yeterlilikten çok 'sadakat' ve 'yandaşlık' ilişkilerinin belirleyici olmuştur.
 
Kamu hizmetlerinin sürekliliği, düzenliliği ve halka daha nitelikli olarak sunulması için eğitimde her türlü güvencesiz istihdam uygulamasından derhal vazgeçilmeli, ataması yapılmayan öğretmenler sorunu kalıcı olarak çözülerek herkese kadrolu ve güvenceli istihdam sağlanmalıdır.
 
SINAV SİSTEMİ DİKİŞ TUTMUYOR
 
TEOG yerine getirilen yeni ortaöğretime geçiş sistemi, öğrenci ve veliler açısından ciddi msorunları gündeme getirmiş, yeni sisteme yönelik tüm uyarı ve itirazlarımız görmezden gelinmiştir. TEOG yerine getirilen sistemin, üniversiteye giriş sınavı gibi olmadığını, dolayısıyla öğrencilerimizin ikinci bir şansının bulunmadığı, bu nedenle öğrencilerin telafisinin mümkün olmayan bir dayatmaya mahkûm edildiği açıktır.
 
AKP ve MEB tarafından yaratılan sınav kaosunun sonucunun çocuklarımızda nasıl bir travmaya neden olduğunu 2 Haziran'da yapılan sınav günü okul bahçelerinde, soru kitapçıklarının başında ağlayan yüz binlerce çocuğun gözyaşları ailelerinin öfkesi göstermiştir. MEB'in 'sınavı kaldıracağız' söylemiyle başlayan ve devamında gelen çelişkili açıklamalar, yerleştirme kılavuzunun açıklanmamasıyla öğrencilerin ve velilerin ne ile karşılaşacaklarını bilmedikleri bir liseye geçiş sistemi ortaya çıkmıştır.
 
ÜNİVERSİTELERDE KIYIM DEVAM EDİYOR
 
AKP'nin 'Her İle Bir Üniversite' projesini 2006 yılında hayata geçirmesinin ardından üniversiteler, siyasi iktidarın sadece kadrolaşma seferberliğinin etkisinde kalmayıp; daha yoğun biçimde otoriter, piyasacı, cinsiyetçi ve muhafazakâr politikaların odağına yerleşmiştir. Barış akademisyenleri'nin KHK'ler üzerinden özel olarak hedef alınması iktidarın barış ve demokrasi düşmanlığını somut olarak göstermiştir. 
 
674 sayılı OHAL KHK'sı ile 13 bin 179 ÖYP'li araştırma görevlisinin kadrosu değiştirilmiş ve kadroları yıllık sözleşmeli istihdam biçimi olan 50/d'ye dönüştürülmüştür. ÖYP'lilerin özlük ve sosyal haklarının gasp edilmesi anlamına gelen bu düzenlemenin amacı, 13 bin 179 araştırma görevlisinden rektörlerin 'makbul' görmediği kişileri bir talimatla işten atabilmenin önünü açmaktır. 
 
YÖK SARAYA BAĞLI EMİR ERİ İSTİYOR
 
OHAL sürecinde üniversitelere yönelik en ciddi darbelerden birisi de rektörlük seçimlerinin kaldırılarak yerine doğrudan atama sisteminin getirilmesidir. Rektörlük seçimleri, 29 Ekim 2016 tarihinde yayınlanan 676 sayılı KHK ile kaldırılmış, bu sistemin yerine rektörlerin doğrudan cumhurbaşkanı tarafından atanması uygulaması getirilmiştir.
 
Yapılan bu düzenleme ile hükümet, üniversiteleri yeni sistemine uygun biçimde yapılandırmış, üniversite bileşenlerinin iradesini yok sayarak 'milli irade' adı altında üniversiteleri tamamen Saray'a bağlamıştır. OHAL sürecinde üniversiteler, YÖK'ün bir talimatıyla istifa eden dekanların, valilik ve emniyet birimlerinin talimatlarını emir telakki ederek ihraç listeleri hazırlayan rektörlerin ve muhbirlik yaparak ikbal peşinde koşanların cirit attığı kurumlar haline getirilmiştir. Üniversitelerde liyakat ve akademik yeterliliğin yerini yozlaşmış ilişkiler ve itaat kültürü alırken, eğitim ve bilim özgürlüğünün tamamen ortadan kaldırıldığı, üniversitelerin adeta birer 'devlet dairesi' haline getirildiği yeni bir sürece girilmiştir.
 
BİAT ETMEYEN ÜNİVERSİTELERİ BÖLME HAMLESİ
 
AKP'nin yükseköğretime yönelik yıkıcı müdahalelerinden birisi de, ülkenin köklü üniversitelerini bölerek yeniden düzenleme uygulaması olarak karşımıza çıkmıştır. Özellikle son 16 yıl içinde hayata geçirilen politikalarla yükseköğretimin niteliği ciddi darbeler almıştır. Özellikle köklü üniversitelerde akademik özgürlükleri ortadan kaldıran, ihraç ya da işten atma politikalarıyla bu üniversiteleri çölleştiren uygulamaların arttığı bir dönemde üniversitelerin bütün itiraz ve kitlesel karşı çıkışlara rağmen bölünerek yeni üniversitelerin kurulması dikkat çekicidir.