29 Mart 2024 Cuma

Efe Dağlı yazdı | 'Biz size aşığız'

AKP-MHP bloğu iktidarı bırakmamak için bütün imkanları kullanmayı, paramiliter unsurları sahaya sürmeyi çoktan göze almış durumda. CHP ve burjuva muhalefetin önemli bir bölümü ABD ile türlü ortaklıkları da reddetmeden iktidar bloğunu alaşağı etmek için halk kitlelerini kullanmaya hazır. Her zamanki gibi yanlış bir saflaşma halkın bütün bileşenlerine çözüm veya kurtuluş olarak dayatılıyor. Laik, dindar, Kürt, Türk gibi hemen her kimliğin hassasiyetlerinin kışkırtılması yanlış saflaşmanın katalizörlerindendir. Emekçi sol politika burjuva siyaset cephesinin bütün adresleriyle etkileşimi reddedip sosyal şovenizmle iç içe geçmiş geleneksel kibrinden kurtulan devrimci-demokratik aktörlerce yeniden kurulup milyonlara sunuldukça siyasal özgürlük mücadelesinin zaferi güvencelenebilir.

Devlet başkanı Erdoğan'ın art arda iki konuşmada herhangi bir bağlama oturmadığı için boşlukta sallanan üç vurgusu, önümüzdeki dönemde AKP-MHP bloğunun neyle ve nasıl yürüme isteğinde olduğunu açıklıkla ortaya koyuyor.

İlk konuşmada 'millet'e seslenerek "Biz size aşığız" dedi. Bunda bir sorun yok. Hisleriniz karşılıklıysa yürürsünüz. Cümlenin, yine bağlamda hiç yokken, "Terörle sonuna kadar savaşacağız" mealinde akıtılması, sevinin-aşkın karşılıklı hale getirilmesi için iradi bir çaba içinde olunduğunu anlatıyor. Belli ki bunun yolu 'terör'le amansız savaş.

İkinci konuşmada, yine bağlamsız biçimde, öznesi belirsiz bir düşmana seslenilerek 15 Temmuz hatırlatılarak "Sokağa inerseniz önümüze katar kovalarız" mealinde bir ifadeye başvurulması dikkate değer. Kazakistan'daki isyan dalgasıyla eş anlı olarak ve gayet sert jestlerle bu ifadenin kuşanılması da.

Kılıçdaroğlu'nun derhal 'Bizim sokakla işimiz yok' tavrına bürünmesi ve gayet terbiyeli bir "muhalif" dil ile sokağın lanetli bir adres sayılması gibi pek tanıdık tutumlar hakkında konuşmak mümkün. Ancak Erdoğan'ın açıklamaları ve vurgularına daha etraflı bakmak gerek.

Gezi onur isyanının her fırsatta 15 Temmuz'daki Amerikancı darbe girişimiyle birlikte anılması berbat bir siyaset hilesi ve tepe tepe kullanılıyor. 'Her fırsatta' bu iki durum arasında hiçbir ilişki olmadığını vurgulamak aynı nedenle gerekli: 15 Temmuz halk düşmanı bir saldırganlıktır ve klikler arası çatışma-iktidar oyunudur. Gezi ise halkın haklı isyanı.

Fakat iktidar bloğunun 'millet' tarifi iyice daralmış haldedir. Aşık olunan 'millet' AKP'nin hedeflerine koşulan, bu tür ilişkilenişi kabullenen bir kitle belli ki. Somut ifadesi AKP-MHP kitlesi oluyor. Elbette 'millet' seviyesinden geriye düşen bir kitle bu zira toplam oy oranı azalıyor. Totaldeki nüfusun millet sayılması yerine bu tür bir tarife gidilmesi, yani nüfusun AKP-MHP etki alanında bulunmayanların 'millet'ten sayılmamasını da beraberinde getiriyor. Dolayısıyla bu kararsız nüfus hem kazanılmalı hem her an millet dışı unsurlara kapılma ihtimali nedeniyle karşı karşıya gelinmesi muhtemel unsurlar olarak düşünülmeli.

O halde, fiilen 'millet millete karşı' biçimindeki bir siyasal iç savaşı, bizzat iktidar bloğu öngörmekte ve pozisyon almaktadır. Son bir iki ayda, yeniden, dinsel söyleme adeta abanılması, herkesin oradan vurulmaya çalışılması bu ayrım çizgisinin nereden, nasıl kurulacağını anlatıyor.

Sanılanın ve CHP etki alanındaki bazı kesimlerin iddiasının aksine 'dindar seküler' biçimindeki bu saflaşmada, terkisinde kesif milliyetçiliğin de bulundurulduğunu hatırlayalım, iktidar bloğunun eli pek de öyle zayıf değildir. Hele aptalca bir Batı hayranlığı ve tipik sömürge psikolojisiyle kültür ve gelenekten total olarak nefret eden birikimsiz yarı aydın sol-kemalist yığının fanatizmi diriyken.

Devrimci sosyalist literatürün ilk belirlemelerinden birinin iç savaş veya iç savaşlar serisi olduğu ve bunun laik-şeriatçı, Kürt-Türk vb. biçimler almasının kuvvetle muhtemel sayıldığını da hatırlamalıyız. Güncelliğini koruyan, kanlı bıçaklı hal almadan da örtük biçimlerde süren bu gerilim ve saflaşma yapısaldır ve hiç değilse 200 yıllık bir geçmişe sahiptir.

Siyasal özgürlük mücadelesi güçlendiğinde karşıdevrim cephesi iç çelişkileri üzerinden didişmeyi bırakıp hayatta kalma refleksiyle müşterek hedefleri öne çıkarır. Mücadele daha kapsamlı bir hal aldığında veya devrimci kuvvetler kadro kırımına uğradığında tekrar didişir, birbirlerine düşerler.

Karşıdevrimin 'zafer' kazandığında bile bu zafer değil kendi iç savaşının kilidini açmaktır. Türkiye'de sözkonusu kapışma kanlı bıçaklıdır, idamlara açılmıştır.

Kısacası karşıdevrimci cephedeki çatışma sahası da gerçektir ve geniş bir satha yayılır. O 200 yıllık çatışma gerçek olmakla birlikte tarafların meşruiyeti yoktur. Dolayısıyla kemalizme 'sol' söylemle meşruiyet imalatı da son derece yanlıştır.

'Emekçi sol' ve 'Kürtler' iki siklet merkezi olarak bu tahterevalli siyasetine müdahale edebilirler,etmeliler de. Erdoğan'ın iki konuşmayı yaptığı günlerde AKP vekilleriyle idarecilerinin buluştuğunu ve toplantıda Kürtlerin de gündeme geldiğini öğreniyoruz. Kürdistan'da hızla prestij, konum ve kitle kaybeden AKP'nin, tekrar seçilme endişesi yaşayan vekilleri 'Kürt meselesinde daha özenli bir dil' talep etmiş.

Buraya kadar normal. Erdoğan'ın söylenenleri sadece dinlemekle yetinmesi önemli. En azından 'Elbette' denmesi, ajitatif birkaç ifadeye başvurup 'coşku vermesi' beklenir ama hayır, o bile yok, sadece sessizce dinleniyor ve bu bize aşık olunan millete kimlerin dahil edilmediğini, hiç değilse tarifin dışında kaldığını kuvvetle anlatıyor.

CHP de bu mesafeye oynuyor. AKP-MHP'nin ittiği ya da iletişim kurmakta zayıfladığı kesimlere giden CHP kendisince bir oyun planına sahip. Son kurultaydan sonra Kılıçdaroğlu'nun geleneksel ulusalcı-Ergenekoncu ekibi CHP yönetiminden nispeten uzaklaştırdığını yazmıştık. O kesimlerin ayrı bir parti ihtimalini de. Öyle de oldu.

Ne var ki, Kılıçdaroğlu'nun bu yönelimi ABD-AKP ilişkilerinin bozulması ve ABD'nin alternatif arayışlarıyla uyumludur. Ulusalcı-Ergenekoncu ekiplerin konjonktürel olarak konum kaybı yaşaması şu anda bir illüzyon yaratıyor. Çünkü CHP'nin kurumsal-tarihsel kimliği o ekole yakındır. Halihazırdaki konjonktürel hal bir 'sapma'dır ve fakat hiçbir altyapısı yoktur. Erdoğan'ın politik yolculuğu ve ömrü ile AKP'nin benzerdir, Kılıçdaroğlu'nun politikası da onun ömrü ile sınırlıdır, sonrası, bildiğimiz CHP. Bütün bu hamlelerin CHP oy oranında anlamlı artışa yol açmaması CHP'nin belirli bir marja sıkıştığını ve kurtulamayacağına işaret ediyor.

Halk kitleleriyle araçsal ilişkileniş burjuva siyaset sahnesinin bütün bileşenlerinin müştereklerindendir. Kendi aralarında, iktidar olmak için her oyunu-hileyi öngörürler. AKP-MHP bloğu iktidarı bırakmamak için bütün imkanları kullanmayı, paramiliter unsurları sahaya sürmeyi çoktan göze almış durumda. CHP ve burjuva muhalefetin önemli bir bölümü ABD ile türlü ortaklıkları da reddetmeden iktidar bloğunu alaşağı etmek için halk kitlelerini kullanmaya hazır.

Her zamanki gibi yanlış bir saflaşma halkın bütün bileşenlerine çözüm veya kurtuluş olarak dayatılıyor. Laik, dindar, Kürt, Türk gibi hemen her kimliğin hassasiyetlerinin kışkırtılması yanlış saflaşmanın katalizörlerindendir. Burjuva siyasetin yönü oraya doğrudur. Emekçi sol politika burjuva siyaset cephesinin bütün adresleriyle etkileşimi reddedip sosyal şovenizmle iç içe geçmiş geleneksel kibrinden kurtulan devrimci-demokratik aktörlerce yeniden kurulup milyonlara sunuldukça siyasal özgürlük mücadelesinin zaferi güvencelenebilir.