3 Mayıs 2024 Cuma

Depremin devrimci durumuna yaslanmak

Bütün muktedirler gibi faşist şef Erdoğan da egemen sınıf duyusu ve yönetme deneyimiyle depremin yarattığı toplumsal ve siyasal sonuçları görüyor. Toplumsal felaketin toplumsal bir isyana dönüşmesinden müthiş korkuyor ve önlemeye çalışıyor. Karşılıklı yardımlaşma ve toplumsal dayanışmanın kendi kontrolü dışında gelişmesini açık bir tehdit olarak değerlendiriyor. Çünkü açığa çıkan toplam gerçeklik tablosu her şeye muktedir şeflik rejimi imgesini yerle bir ediyor. Yönetenlerin artık eskisi gibi yönetemediklerini ortaya seriyor. Dahası bu olgu toplumsal bilince dosdoğru bir otorite sorunu olarak yansıyor.

Maraş merkezli iki büyük depremin ardından devlet-halk ayrışması göze batan bir gerçeklik olarak toplumsal bilincin aynasına yansıdı. Deprem, verili toplumsal bilincin fay hatlarını da kırdı. Bu, bilinen bir hakikattir. Toplumsal felaket 'an'larında insanlar olağanüstü durum ve deneyimleriyle özgün zihinsel ve düşünsel bir yordam izler. Böyle zamanlarda kimse eskisi gibi düşünüp davranamaz. Verili durum herkesi sarsar, gerçek bir toplumsal sorunla yüzleştirir ve bilinçli tavır almaya zorlar. Egemen düşünce ve bilinç biçimleri gerçek bir sorgulamadan geçer. Devletle ilgili bütün ideolojik ezberler tek tek toplumsal olayın mihenk taşına vurulur. Bireyler bildikleri ve öğrendiklerini verili durumla sınar. Egemen ideolojinin köşe taşı olarak toplumsal bilince yerleştirilen devlet düşüncesi bir toplumsal-siyasal kriz anında tılsımını ve işlevini yitirir. Devletin halkın devleti olduğu yanlış bilinç illüzyonu tam da bu momentlerde çözülür. Devletle halk karşı karşıya gelir. Arka plandaki sınıfsal çelişki tüm yalınlığıyla ve artan keskinliğiyle ortaya çıkar. Devletin egemenlerin baskı, şiddet ve sömürü aracı olduğu, yöneten sınıfların maksimum ve genel çıkarlarını koruyup realize ettiği görülür, anlaşılır.

Büyük toplumsal-siyasal olaylarda dolaysız deneyimler, ezilen ve sömürülen sınıfların bilinç dönüşümlerinin en kritik süreçleridir. Toplumsal bilincin bu kopuş 'an'ları, ezilen ve sömürülen sınıflar için yeni ideo-politik pratiklere eğilim ve arayışların kapılarını açar. Büyük toplumsal felaketlerin akabinde egemen toplumsal düzen tarafından bastırılan toplumsal kapasiteler birdenbire açığa çıkar. Toplumsal yaşamın bastırılan ve en derine itilen kolektif ve komünal nitelikleri böyle zamanlarda yeniden tarih sahnesinde yerini alır. Toplumsal yaşama içkin toplumsal dayanışma ve karşılıklı yardımlaşma geri gelir. Toplumsal dayanışma tüm biçim ve örgütleriyle kuvveden fiile geçer, bütün azametiyle ayağa dikilir. Devletin ve toplumsal düzenin otoritesinin çözüldüğü böylesi anlarda halkların dayanışma kapasitesi bütün boşluklardan fışkırır, toplumsal bir özgürleşme hareketi olarak siyasal alana doğru akmaya başlar. Ezilen ve sömürülen kitlelerin siyasal mücadele isteği ve ihtiyacı olarak vücut bulur, gelişir.

2023 Maraş depremi, ezilen ve sömürülen milyonların saflarında toplumsal dayanışma ve karşılıklı yardımlaşma seferberliğiyle kayıtlara geçti. Betimlemek gerekirse depremin ilk ve en kritik 'an'ında devlet çöktü, halk dirildi ve ayağa kalktı. Maraş merkezli toplumsal felaketin sorumlusu olan sömürgeci faşist burjuva Türk devleti izlediği politikalarla halka karşı, ona yabancı ve düşman bir güç olduğunu ortaya koydu. Devlet, ikinci bir enkaz gibi halklarımızın üstüne çöktü. Vergilerle sömürdüğü, rant ve soygunla talan ettiği, faşist şeflik rejiminin tüm keyfiliği ve zorbalığıyla ezip yönettiği halklarımızı depremle baş başa bıraktı, enkaz altındaki yüz binlerce insanı ölüme terk etti. Devlet olarak üstlenmesi gereken sosyal ödev ve sorumlulukların hiçbirini asgari olarak yerine getirmedi. Arama-kurtarma, sağlık, iaşe, ulaşım, su vb. kamu hizmetleri adeta askıya alındı. Depremzedelerin "Devlet nerede?", "Devlet yok" haykırışı devlet-halk ayrışmasının yarattığı siyasal otorite boşluğunu halklarımızın sosyal dayanışma hareketi ve emekçi solun siyasal inisiyatifi doldurdu. Anlamlı ve güçlü bir toplumsal dayanışma ve kitle mobilizasyonu, büyük karşılıklı yardımlaşma ve dayanışma seferberliği tablosu ortaya çıktı. Toplumsal dayanışma pratikleri ve siyasal örgütlenme inisiyatifleri her zaman egemenleri ve iktidarları ürkütmüştür. Nitekim faşist şeflik rejimi bu toplumsal dayanışma seferberliğini doğrudan bir egemenlik ve otorite sorunu olarak kavradı ve ona uygun bir siyasal prosedür izledi. OHAL ilan etti.

Bütün muktedirler gibi faşist şef Erdoğan da egemen sınıf duyusu ve yönetme deneyimiyle depremin yarattığı toplumsal ve siyasal sonuçları görüyor. Toplumsal felaketin toplumsal bir isyana dönüşmesinden müthiş korkuyor ve önlemeye çalışıyor. Karşılıklı yardımlaşma ve toplumsal dayanışmanın kendi kontrolü dışında gelişmesini açık bir tehdit olarak değerlendiriyor. Çünkü açığa çıkan toplam gerçeklik tablosu, her şeye muktedir şeflik rejimi imgesini yerle bir ediyor. Yönetenlerin artık eskisi gibi yönetemediklerini ortaya seriyor. Dahası bu olgu toplumsal bilince dosdoğru bir otorite sorunu olarak yansıyor. Toplumsal dayanışmada halk inisiyatifi, kitle hareketlenmesi ve emekçi sol ataklar bilinçlere yıkıcı bir düşünceyi düşürüyor. İlkin faşist şeflik rejiminin yetersizliğini, acizliğini, keyfiliğini, kayıtsızlığını; sınıfsal, ulusal ve cinsel ayrıcalıklara ve ayrımcılığa dayalı ideo-politik asabiyetini sergiliyor. Bu toplumsal felaketin oluşmasında sorumluluğu olan politik islamcı faşist şeflik rejiminin ve onun sırtını yasladığı kapitalist düzenin güçlü bir teşhirine, açık ve toplumsal bakımdan yaygın bir sorgulamasına yol açıyor. Toplumsal öfkenin siyasal mücadeleye dönüşmesini güçlendiriyor. İkincisi ve en belirleyici olan ise ezilen ve sömürülen sınıfların kendi öz örgütlenmeleriyle karşı hegemonya odakları ve siyasal otorite merkezleri inşa etmeleri imkanını sağlıyor. Deyim uygunsa ezilen ve sömürülen toplumsal sınıfların büyük bir bölümü devlete şirk koşuyor. Devletin yapamadığını yapmaya girişiyor. Toplumsal yaşamın siyasal görev ve işlevlerini üstlenen halklarımız ve öncü kuvvetleri kendi öz eylemleri ve örgütleriyle bir bakıma devleti ikame ediyor. Halk otoritesini oluşturuyor.

Halkın devletle kopuşup ayrıştığı bu moment, siyasal bakımdan ayrı bir siyasal otorite ve alternatif bilincini ister istemez geliştiriyor. Faşist şef ve tüm egemenleri teyakkuza geçiren tam da budur. Bunun için panikle ilan ettiği OHAL'in ardından acilen toplumsal dayanışma ve halk örgütlenmelerini bastırmaya girişiyor. Depremle ilgili siyasal teşhir, ajitasyon, basın açıklaması ve protesto eylemlerine polis terörüyle saldırıyor. Gezi-Haziran ayaklanması heyulasının ve gölgesinin siyasal-toplumsal gövde kazanmasını engellemeye çalışıyor. Faşist şefin tehditlerle, koyu sansürle ve onu tamamlayan OHAL uygulamalarıyla hedeflediği, halklarımızın karşılıklı yardımlaşma, dayanışma ve ucu özyönetim ve komünal pratiklere açılmaya eğilimli halk hareketi ve bu hareketin birleşik siyasal bir kalkışmaya dönüşmesini önlemektir. Sömürgeci faşist rejim OHAL ve Özel Harp yöntemleriyle süreci yönetmeye çalışıyor. 'Yağmacılar' ve 'Suriyeli göçmenler' etiketlemesiyle halklarımızın devlete ve faşist şefe olan öfkesinin yönü halklara çevrilmek ve bu yolla siyasal öfke soğurulmak isteniyor. Özel Harbin tüm aparatlarının devreye sokulduğu ve faşist şefin kendi paramiliter güçlerini sahaya sürüp gerçek tatbikat ve iç savaş hazırlığı yaptığı apaçık görülüyor.

Faşist şefin OHAL'i tüm emekçi sola depremin devrimci durumunu gösteriyor. Duruma devrimci iktidar bilinciyle bakanlar, depremin devrimci durumunu tüm verileri ve imkanlarıyla görebilir. Faşist şef Erdoğan'ın yeni bir halk ayaklanmasına karşı OHAL tedbiri aldığı, halklarımızın acıdan öfkeye doğru büyüyen tepkisinin birikip akacak siyasal mecra aradığı, devlet-halk çelişkisinin keskinleştiği yeni bir konjonktüre girmiş bulunuyoruz. Devrimci durumun koşul ve ögelerinin daha çok biriktiği, elverişli toplumsal-siyasal zemin ve koşulların emekçi sol harekete atılım imkanları sunduğu bir dönemin girişindeyiz. Emekçi sol, salt sosyal dayanışma ve halkın karşılıklı yardımlaşma ihtiyaç ve mevzilerini örgütlemekle kendi eylemini ve ufkunu sınırlayamaz. Gezi-Haziran ayaklanmasında süreç siyasal olandan toplumsallaşmaya ilerleyen bir devrimci diyalektik biçiminde işledi. Bugün bu diyalektiği tersinden işletmek gerekiyor. Sosyal dayanışmanın mevzi ve güçlerine de yaslanarak siyasal olana sıçramayı başarmak emekçi sol öznelerin önünde duran en acil görev olarak sıralanıyor. On binlerce insanımızın katlinden sorumlu politik islamcı faşist şeflik rejiminden hesap sormayı hedefin merkezine alan bir siyasal mücadelenin tam zamandır. Sırasıdır, halklarımızın kahredecek öfkesini kuşanmanın. Sırasıdır, tüm emekçi sol olarak halklarımızla sosyal buluşmayı ve halklaşmayı büyük bir siyasal mücadele eylemine ve kudretine dönüştürmenin. Tam zamanıdır, emekçi sol kuvvetler olarak birleşik halk hareketini yaratmanın. Birleşerek, cepheleşerek, halklaşarak ve ayaklanarak politik islamcı faşist şeflik rejimini yıkmanın ve enkazlara gömmenin tam zamanıdır.

*İşçi Sınıfı ve Ezilenlerin Sesi ATILIM gazetesinin 17 Şubat tarihli 103. sayı başyazısı.