Depremin birinci yılında faşist saray rejimiyle hesaplaşmaya
2024 yerel seçimlerine gidilirken faşist şefin deprem bölgesinde yaptığı açıklamalar, devlet-halk ilişkisi ve çelişkisini tüm yalınlığıyla ortaya seriyor. Halklarımızın yağmacı faşist düzene öfkesi sürüyor. Kendi deneyimiyle faşist saray rejiminin rant politikalarını ve kendini yoksullaştıran sermaye düzeni gerçeğini kavramaya çalışıyor, yeni mücadele bilincini mayalıyor. Depremin birinci yılında halklarımızın öfkesi dipdiri ve ayaktadır.
Maraş-Antakya bölge depreminin birinci yılında, tepeden tırnağa çürümüş ve kokuşmuş faşist saray rejimi, yine bütün kirli gerçeği ve iktidar gücüyle halklarımızın deprem bilinci üzerine karabasan gibi çökmeye çalışıyor. AKP-MHP faşist bloku, 2024 yerel seçimlerinin temel gündemlerinden olan deprem mevzusunu siyasi rant ve seçim yatırımı haline getirmek için halklarımıza karşı ideo-politik saldırı ve propagandasını yükseltmiş bulunuyor.
Politik islamcı faşist şef arsızca yalan söylüyor, pervasızlıkla depremzedelerin acıları, yoksunlukları ve yaşamsal talepleri üzerinde tepiniyor. Depremin yıl dönümünde Antakya’da "Yerel yönetimle merkezi yönetim işbirliği yapmazsa oraya yardım gider mi?" sorusuyla, halklarımıza oy vermezseniz hizmet alamazsınız şantajı yapabiliyor. Bu, faşist muktedirin bir güç gösterisidir. Aynı zamanda yoksul haklarımızı onursuzlaştırma ve köleleştirme saldırısının en aşağılayıcı ve nobran pratiğidir. Halklarımızı haysiyetsizleştirip teslim alma, faşizmin kurşun askeri olarak AKP-MHP faşist blokunun kitle tabanı haline getirme çabasıdır.
Faşist şefin bu politik şantaj ve tehdidi, Antakya'da savurmasının dosdoğru Antakya'nın politik sosyolojisi ve kimliğiyle ilgili olduğu açıktır. Can Atalay'ı temsilcisi olarak seçen Antakya halkı, bir kez daha saray rejiminin hedefindedir. Aynı biçimde emekçi sol hareketimizin Antakya deprem dayanışma pratiğiyle faşist şef ve devletin gerçek yüzünü en etkili biçimde teşhir etmesi, saray rejiminin Antakya'ya düşmanlığının özel bir nedenidir.
Saray rejimi adına rant pastasının dağıtımını yapan eski Çevre ve Şehircilik Bakanı ve AKP'nin İBB adayı Murat Kurum, depremin birinci yılının öngünlerinde Maraş-Antakya bölge depreminde 130 bin insanın öldüğünü açıkladı. Murat Kurum ne bir gaf yapıyor, ne de itirafta bulunuyor. Tam aksine politik islamcı faşist şeflik rejiminin yönetme prosedürünü ortaya koyuyor. Bu faşist rejimlerin klasik yönetme tarzıdır. Yalan ve demagojiyle halklarımızı 'an'da maniple eden bu yönetme tekniği; kitlelerin öfke, tepki ve eylemlerini bastırmanın en kritik aracı işlevini oynuyor. Kolektif hafızamızı yoklayalım ve hatırlayalım. Pandemi sürecinde de yine ölenlerin sayısı özenle ve sımsıkı gizlenmişti. Gerçek rakamları açıklayan TTB 'hain, düşman' hedefine konulmuştu. Ancak yine bir yıl sonra Sağlık Bakanı Fahrettin Koca tarafında gerçek rakamlar açıklanmıştı.
Depremin birinci yılında her şeyi ve tüm gerçekliği dupduru bir bilinçle hatırlıyoruz. 6 Şubat 2023 depreminde devlet, ikinci bir enkaz gibi halklarımızın üstüne çöktü. Vergilerle sömürdüğü, rant ve soygunla talan ettiği, faşist şeflik rejiminin tüm keyfiliği ve zorbalığıyla ezip yönettiği halklarımızı deprem yıkımıyla baş başa bıraktı, enkaz altındaki yüz binlerce insanı ölüme terk etti. Devlet olarak üstlenmesi gereken sosyal ödev ve sorumlulukların hiçbirini asgari olarak yerine getirmedi. Arama-kurtarma, sağlık, iaşe, ulaşım, su vb. kamu hizmetleri adeta askıya alındı. Tüm deprem bölgelerinden yükselen, "Devlet nerede?", "Yardım edin, kurtarın" çığlıkları duymazdan gelindi. Politik islamcı faşist şeflik rejimi, Kürt, Alevi ve Arap Alevi'si halklarımızın yoğunlukta olduğu deprem bölgelerine, kurtarma ekiplerini günlerce göndermedi, yaşamsal ihtiyaçlarını karşılamadı, açıkça ölüme terk etti. Bu durum, salt devletin bürokratik hantallığı ve şefçi merkeziyetçi yapısının bir sonucu değildi. Esasen politik islamcı faşist şeflik rejiminin ırkçı ve ayrımcı politikasının bir ifasıydı. "Devlet nerede?" diyen milyonlara "devlet OHAL" rejimiyle cevap verdi. Depremin yaşandığı on kentte 3 ay süreyle OHAL ilan edildi. İnsanlarımızın, enkazların başında yakınlarından haber almayı beklediği ve devleti yardıma çağırdığı saatlerde faşist şef, açıkladığı IBAN numaralarıyla AFAD üzerinden soygun kampanyası yürüttü.
Antakya başta olmak üzere depremin en ağır vurduğu Maraş, Malatya, Adıyaman'a devletin arama-kurtarma ve yardım örgütleri üç gün sonra gitti. Sınır ötesi işgal savaşına sürülmüş on binlerce asker gerçeği nedeniyle Türk burjuva ordusu depreme müdahale etmedi. Jandarma gücü ise OHAL çerçevesinde halk dayanışma ve öfkesini denetime almak için asker dipçiğini göstermek için sahaya indi. HDP başta olmak üzere emekçi sol hareketin dayanışma ve halktan halka yardımlaşma zincirini kırmaya çalıştı. Depremlere müdahale etmenin tüm kapasitesini elinde bulunduran devlet, faşist şef Erdoğan'ın siyasal ihtiyaçlarına ve isteklerine göre bir pratik izledi.
Unutmadık hiçbir şeyi. Mıh gibi aklımızda yaşananlar. AFAD'ı, Kızılay'ı, UMKE'si vd. kurumlarıyla devlet yağmacı bir pratik içindeydi. Kızılay depremin ilk günlerinden itibaren çadır dağıtımı değil, çadır ticareti yaptı. Suçüstü yakalandı. Binlerce çadırı Ahbap derneğine ve başkaca kuruluşlara iki katı fiyatına satarak kar etti. Soygun ve vurgun düzeninin özel örgütlenmiş bürokratları marifetiyle deprem süreci bir yağma sofrasına dönüştürüldü. Çadır ve gıda satışları yetmezmiş gibi Kızılay kan tüccarlığıyla da tarihe geçti. Başkanı Kerem Kınık faşist şeflik rejiminin bir soygun ve haydutluk düzeni olduğunu, yaptıklarını meşrulaştıran açıklamalarıyla savundu. Sırtını faşist şef Erdoğan'a yaslayarak uzun süre soygun ve yolsuzluk şirketi haline gelen Kızılay'ı yönetmeyi sürdürdü. AFAD, depremzedelere yollanan yardım malzemelerine el koydu. Bu yardım malzemelerinin bir kısmını Suriye'deki politik islamcı çetelere gönderdi. Mafyalaşmış çürümüş bu düzen aç açıkta kalan, yoksullukla ve açlıkla boğuşan milyonlarca insanın iaşesine en temel yaşam ihtiyaçlarına el koydu. Sahtekarlığın her biçiminde mastır yapmış olan faşist saray rejimi uluslararası dayanışma kuruluşlarından, devletler ve halklardan gelen yardımların üzerine AKP, Kızılay, AFAD logoları basıp dağıtma yoluna yaygınca başvurdu. Depremde binlerce çocuk kayboldu. Ailesiz üç bin çocuk ise politik islamcı-faşist, çocuk istismarcılığıyla tescilli tarikatların denetimine verildi.
1999 depremi sonrasında çıkarılan ve süreklileştirilen deprem vergisiyle toplanan 39 milyar, deprem önlemleri için değil, AKP hükümetlerinin rant politikaları için kullanıldı. AKP-MHP faşist bloku bu rant politikalarıyla kendi sermaye gruplarını daha da palazlandırdı. Deprem için yaratılan fonlar kamu ihaleleri vasıtasıyla AKP müteahhitlerine ve MHP mafyasına transfer edildi. Maraş-Antakya bölge depreminin ardından haklarımızın dayanışma duygularını ve kıt kanaat imkanlarını sömüren faşist saray rejimi kampanyalar düzenleyerek 60 milyar lira topladığını ilan etti. Yine bu paraları kendi sermaye sınıfıyla paylaştı. 6 Şubat depreminin haftasında faşist şeflik rejimi başlattığı yardım kampanyasına Cengiz Holding'in bağışladığı 3 milyar lira aynı gün Cengiz Holding'e bağlı Eti Alüminyum AŞ'ne 3 milyar 10 milyon 545 bin 522 TL olarak geri ödendi. Zenginlerin faşist saray rejimi devletin kasasından teşvik fonu adı altında ödeme yaptığını resmi gazeteden duyurdu.
Unutmuyoruz hiçbir şeyi. Bilincimizin aynasına çelik uçlu çiviyle kazınmış gibi duruyor yaşanan tüm gerçekler. Depremin ilk gününde inşaat şirketlerinin borsa kazançlarının tavan yaptığı hala hafızamızda tazeliğini koruyor. Nasıl unutabiliriz? Depremi asrın felaketine dönüştüren faşist saray rejiminin suç ortağı inşaat şirketleri, yap-satçı müteahhitler, TOKİ ve diğer parazitler geride kalan bir yıl boyunca yine rant pastasına üşüştüler. Ekolojik yıkımla atbaşı giden yeni talanlara giriştiler. AKP-MHP faşist bloku, 2023 seçimlerinde depremzedelere ev vaat ettiler. Yüz binlerce depremzedeye hayal pazarladılar.
Bir yılın sonunda bugün milyonlarca insan çadırlarda ve konteynerlerde yaşamaya mahkum ediliyor. Bırakalım söz verilen konutlara kavuşmayı, çadırdan konteynere geçmek için yüz binlerce insan umutsuzca bekliyor. Yerle bir olan ve ağır hasar alan kentlerde altyapı yoksunluğu bütün boyutlarıyla sürüyor. Uzaya insan gönderdik masallarıyla sahte kudret gösterileri düzenleyen faşist şeflik rejimi, depremle yıkılan hiçbir kenti yeniden inşa edememiştir. Elektrik, su, kanalizasyon ve yol gibi en temel altyapı ihtiyaçları hala devam ediyor. Dünyada inşaat şirketleriyle övünen faşist şef göstermelik temel atma merasimleriyle halklarımızı aldatma ve oyalama oyununu sürdürüyor.
2023 genel seçimlerinde faşist rejimin dümenini yeniden ele geçiren AKP-MHP faşist bloku bu duruma yaslanarak haklarımıza saldırıyı boyutlandırıyor.
2024 yerel seçimlerine gidilirken faşist şefin deprem bölgesinde yaptığı açıklamalar bu anlamda devlet-halk ilişkisi ve çelişkisini tüm yalınlığıyla ortaya seriyor. Halklarımızın yağmacı faşist düzene öfkesi sürüyor. Kendi deneyimiyle faşist saray rejiminin rant politikalarını ve kendini yoksullaştıran sermaye düzeni gerçeğini kavramaya çalışıyor, yeni mücadele bilincini mayalıyor. Depremin birinci yılında halklarımızın öfkesi dipdiri ve ayaktadır.
Bu gerçek koşullar tablosu içinde yerel seçimlere doğru gidiliyor. Deprem konusu politik mücadelenin ve politik yerelleşmenin hala en can alıcı gündemidir. İstanbul başta gelmek üzere bir deprem coğrafyası olan Türkiye ve Kuzey Kürdistan'da milyonlarca insanın yaşamına dokunan yakıcı bir konudur. Emekçi sol hareketimiz bu konuda politik mücadeleyi yerel seçimler boyunca daha da etkinleştirmeli, faşist rejime karşı bir hesaplaşma mücadelesi olarak örgütlemelidir.
*İşçi Sınıfı ve Ezilenlerin Sesi ATILIM gazetesinin 09 Şubat tarihli 154. sayı başyazısı.