23 Nisan 2024 Salı

Deprem gerçeği paneli: İstanbul depreminde de emekçi mahallelere yardım gelmeyecek

1 Mayıs Mahallesinde düzenlenen deprem gerçekliği ve mücadele yöntemlerinin tartışıldığı panelde, devletin ırkçı, faşist ve ayrımcı politikaları nedeniyle Arap, Kürt, Alevi halklarının, yoksulların bulunduğu deprem bölgelerine gitmeyerek, halkı ölüme terk ettiğinin altı çizildi. 1 Mayıs Mahallesi gibi emekçi mahallelerin yıllardır kentsel dönüşüm adı altında ranta ve sermayeye açılmak istendiğinin altı çizilen panelde, olası İstanbul depremine hazırlığın önemine işaret edildi, örgütlü mücadele ve dayanışmanın önemine vurgu yapıldı.

Halktan Halka Dayanışma İnisiyatifi, 1 Mayıs Mahallesinde "Deprem ve geleceğimiz. 1 Mayıs Mahallesi depreme hazır mı?" başlıklı bir panel düzenledi. Mahalledeki deprem toplanma alanı olan Deniz Gezmiş Parkı içerisindeki Erdal Eren Kültür Merkezinde gerçekleşen panelin moderatörlüğünü BEKSAV Eşbaşkanı Canan Kaplan yaptı. Panele, Polen Ekoloji Kolektifi'nden Cemil Aksu, Mimar Doç. Dr. Gül Köksal, Ezilenlerin Sosyalist Partisi (ESP) Eş Genel Başkanı Özlem Gümüştaş ve avukat İbrahim Aksoy sunumlarıyla katıldı.

Panelde Maraş merkezli depremde yaşananların anlatıldığı sinevizyon gösterimi yapıldı. Sinevizyonda devletin günlerce gitmediği, AFAD'ın yardımlara karşılık vermediğini aktaran depremzedelerin konuşmaları yer aldı. Özellikle Antakya Samandağ'da 40. gün yürüyüşü sırasında salonda alkışlar yükseldi.

KÖKSAL: OHAL İLE 126 NOLU KARARNAME ÇIKARILDI
İlk sözü alan mimar Doç. Dr. Gül Köksal, AKP'nin iktidara geldiği 2000'lerden sonra İmar Afları ve 2018'den itibaren uygulamaya geçen İmar Barışı ile kat yükseltme hakları tanıdığını, bunun da yapı niteliğini olumsuz etkilediğini söyledi. Deprem sonrası ilk olarak OHAL ilan edildiğini ve ardından ekolojiyi talan eden 126 Nolu Cumhurbaşkanlığı Kararnamesini hatırlatan Köksal, insanlara geçici veya kalıcı bir yaşam alanı yapılmayarak kentlerin boşaltılmak istendiğine dikkat çekti.

'İNSANLAR HAK ARAMAKTAN UZAKLAŞTIRILDI'
AKP'nin kentleşme, mekan ve yaşam politikasının eşitsizlik ve ayrımcılık üzerine kurulu olduğunu söyleyen Köksal, "Haklarını arayan insanların haklarını aramaktan nasıl uzaklaştırıldığını görüyoruz. Özellikle yıkımın ve kültürel değerlerin yoğun olduğu Antakya'da süreç Diyarbakır Sur'daki süreçle çok paralel. Orada kentsel dönüşümün nasıl işlediğini, mülksüzleştirmeye, insanların yerinden edildiğine tanık olduk" ifadelerini kullandı.

'SORUN HÜKÜMETİN DEĞİŞMESİYLE ÇÖZÜLMEYECEK'
Köksal, seçimlerde iktidar değişikliğin bu yasaların değiştirilmesi bakımından pek bir karşılığı olmadığını vurgulayarak, "Burjuva hukukun nasıl bir karşılığı olduğunu biliyoruz geçmiş deneyimlerden" diye ekledi.

'İNSANCA YAŞAM ALANLARI İÇİN ÖRGÜTLENMELİYİZ'
İnsan ve diğer canlı türlerinin ortak yaşayabileceği yaşam alanlarının kurulması ve bu yapılan güvenli olmasının sağlanmasının maliyetinin yüksek olduğunu ve bu maliyetin kişilere yüklenmek istendiğini söyleyen Köksal, bu maliyetlerin kamu kaynaklarından karşılanmasını, kent ve yaşam hakkı talebi olarak siyasi iktidardan istenmesinin önemine işaret etti. Köksal, bu talebin karşılanması için baskı kurmak ve örgütlenmek gerektiğini vurguladı.

'DAYANIŞMA, POLİTİK TEMEL HAKLAR ÇERÇEVESİNDE OLMALI'
Politik hak mücadelesinin önemine dikkat çeken Köksal, mahalle dayanışmasına işaret etti. Köksal, "Bulunduğumuz odadan çıkarak başlayan bir çerçevenin genişlemesinden bahsediyoruz. Sadece dayanışmanın kendisinin 'dayanışma' olarak değil teknik, hukuki, politik ve kamu yararına bütçenin kullanılması, evlerin iyileştirilmesi temel hakları çerçevesinde dayanışmanın gerçekleşmesi lazım" dedi.

AKSU: EVLERİMİZ MEZARIMIZ OLDU, DEVLET KURTARMAYA GELMEDİ
Ardından Polen Ekoloji Kolektifi'nden Cemil Aksu söz aldı. Deprem bölgesinde çalışmalara katılan Aksu, 6 Şubat depremlerinin iki şeyi gösterdiğini söyledi. Aksu, "Yıllarca çalışıp, dişimizden tırnağımızdan artırarak aldığımız binalar bizim mezarımız oldu. İkinci bir gerçek de bizi kurtarmaya devlet gelmedi. 50 gün geçmesine rağmen devletin gitmediği yerler var. Bu iki trajik nokta üzerinden bizim geleceğimizi düşünmemiz lazım" dedi.

Bilim insanlarının İstanbul'da çok yakın zamanda deprem yaşanacağı yönündeki açıklamalarını hatırlatan Aksu, İstanbul'daki nüfus ve bina yoğunluğunu ile trafik keşmekeşine işaret ederek, yıkımın Maraş merkezli depremlerden daha yıkıcı olabileceğini söyledi. "İstanbul depremine hazır mıyız" sorusunun "canlı kalacak mıyız kalmayacak mıyız" şeklinde de ifade edilebileceğini kaydeden Aksu, bu depremin tüm Türkiye'yi etkileyeceğini belirtti.

'TEMEL SORUNLARIMIZI TEK TEK AMA ÖRGÜTLÜ DÜŞÜNMELİYİZ'
Kentsel dönüşüm projelerini hatırlatan Aksu, "En temel sorun bilgi sorunu. Haklarımız, nerede yaşıyoruz, zeminimiz ne, hak kaybı olmadan sağlıklı, güvenli bir mahallede, bir binada yaşamanın koşulları nelerdir. Bunlar üzerine tek tek düşünmemiz de yetmiyor mahalleli olarak, İstanbullu olarak ve Türkiyeli olarak düşünmeliyiz. Bu üç ölçekli düşünmezsek yaşanan felaketten etkilenmeme şansımız yok" dedi.

'SADECE OTURDUĞUNUZ BİNANIN SAĞLAM OLMASI ÖNEMLİ DEĞİL'
Nazım planına göre 1 Mayıs Mahallesinin zeminin sağlam olduğunu belirten Aksu, Marmara Denizine kıyısı olan ilçelerde durumun daha kötü olduğu bilgilerini paylaştı. Zeminin yanı sıra binaların durumunun da önemli olduğuna dikkat çeken Aksu, "'99 depreminden sonra bina denetleme yasaları çıktı, ondan önceki binaların kötü olduğunu biliyoruz. Ondan sonra yapılan binalar da denetimsiz. Belediyeler sürekli imar planı değiştirdi, imar affı getirdi" sözleriyle yapı denetiminin olmamasının deprem bakımından ne tür riskler oluşturduğuna işaret etti.

Mevcut binaların yüzde 21'inin iyi olduğunu söyleyen Aksu, kişinin yaşadığı binanın iyi olmasını da yeterli olmadığını yandaki binaların yıkılmasının da büyük bir tehdit oluşturduğunu belirterek, mahalleye ulaşan yolların sağlam olmamasının, etrafta yaşanan büyük yıkımın ulaşımı, gıda ve su tedarikini olumsuz etkileyeceğini vurguladı.

'1 MAYIS'IN TARİHİ VAR VE DEVLET DEPREMDE KURTARMAYA GELMEYECEK'
Depremin ardından insanların toplanabileceği güvenli alanlara inşaatlar yapıldığını hatırlatan Aksu, Antakya'da özel okullar, yurtlar, belediye binalarını, hastaneler ve çok sayıda devlet kurumunun yıkıldığına tanıklık ettiklerini belirterek İstanbul'da da benzer bir tablonun yaşanabileceğine işaret etti.

Belediyeler ve iktidarın, "evlerinizi müteahhide verin, oradan kat alırsınız" dışında bir seçenek sunmadığını, bunun kentsel dönüşüm olmadığının altını çizen Aksu, "Depreme dayanıklı mı, su toplar mı, jeolojik olarak konumu ne, bunları bilemeyebiliriz. Ama devlet biliyor. İmar iznini veriyor, planlamasını yapıyor. Bunları kim yapıyorsa felaketin sorumlusudur" sözleriyle yaşanan ölümlerin sorumlularını hatırlattı.

İmar affı düzenlemesinde yer alan ve oluşacak bir felaketten tek tek insanları sorumlu kılan maddeyi hatırlatan Aksu, "Bir dava durumu olduğunda sözleşmeyi gösterecek, 'sorumluluk alarak İmar Affından yararlandın' diyecek. Devlet daha doğrusu hükümet bizi resmen tuzağa düşürdü" dedi. Kentsel dönüşümün 2002'den sonra Türkiye'nin temel gündemi olduğunu, emekçilerin yaşadıkları alanlardan kentlerin dışına sürüldüğünü vurgulayan Aksu, 1 Mayıs Mahallesinde yapılan Finans Merkezi örneğini vererek, emekçilerin yaşadığı bölgelerin üst gelir gruplarına uygun alanlar haline getirdiğini söyledi.

Depremin ardından Arap Alevileri, Kürtler ve Alevi halkının yaşadığı bölgelerde devlet tarafından kaderine terk edildiğini ve kurtarma çalışması yapılmadığını vurgulayan Aksu, "Nasıl ki Antakya'da Arap Alevileri, Maraş'ta, Adıyaman'da, Malatya'da Kürtleri kurtarmaya gitmedilerse 1 Mayıs'takileri de, Gazi, Sarıgazi, Armutlu, Nurtepe'dekileri de kurtarmayacaklar. Devlet Kürtlere, Alevilere, Romanlara yaklaşımını deprem zamanları da sürdürüyor. Böyle bir zihniyetle karşı karşıyayız."

Aksu, dayanışmanın ve örgütlü mücadelenin de önemine dikkat çekerek çağrı yaptı.

AKSOY: NEOLİBERAL POLİTİKALAR YAŞAM ALANLARIMIZI METAYA DÖNÜŞTÜRDÜ
Avukat İbrahim Aksoy, 1980'li yıllara tekabül eden neoliberal politikalarla dünya kapitalizminin mekanı insanların yaşadığı, hayatını sürdürdüğü yerler olmaktan çıkarıp alınıp, satılabilir, piyasada değeri olan metaya dönüştürdüğünü söyledi. AKP döneminde bu sürecin tam bir kuralsızlık içinde vahşice yapıldığını kaydeden Aksoy, dünyanın her yerinde vahşice uygulanan kentsel dönüşümün Türkiye'de daha vahşi olduğunun altını çizdi. Kentsel dönüşümle ilgili 6306 sayılı yasaya işaret eden Aksoy, "Bu yasa kesinlikle depreme güvenli konutlar üretmek için özellikle toplumun alt gelirli gruplarına, yoksullarına yönelik politika için kullanılmıyor tam tersine sermaye birikim modeli, yoksuldan alıp zengine vermek amacıyla kullanılıyor" vurgusu yaptı.

1 Mayıs Mahallesinin devlete rağmen kuruluş sürecini hatırlatan Aksoy, devrimcilerin inşa ettiği mahallenin ideolojisi nedeniyle de defalarca hedef alındığını anımsattı. Tasfiye gerekçelerinin, "terör bölgesi", "çökme var", "buralar yozlaştı" olduğunu söyleyen Aksoy; uyuşturucu, kumar, kadınların seks işçiliğine zorlanmasına karşı mahallelinin yıllarca mücadele ettiğini belirtti. Aksoy, 1 Mayıs Mahallesinin kuruluş sürecinde yürütülen mücadeleye işaret ederek, aynı şekilde mücadele edilmesi gerektiğini söyledi.

GÜMÜŞTAŞ: YAŞAMIN YENİDEN KURULABİLMESİ ÇALIŞMASINI PAYLAŞTIK
ESP Eş Genel Başkanı Özlem Gümüştaş da depremde ihmal sonucu katledilenleri anarak söze başladı. Depremi katliama dönüştüren gerçekler ışığında depreme hazırlıklı olunup olunmadığını konuştuklarını söyleyen Gümüştaş, partisi ESP ve çok sayıda devrimci demokrat örgütün depremin hemen ardından dayanışma için deprem bölgesindeki halkın yanına koştuğunu hatırlattı. Gönüllülere çağrı yaptıklarını, ihtiyaçları karşılamaya çalıştıklarını, kurulan gönüllü ağlarıyla deprem bölgelerine ulaşımı sağladıklarını anımsatan Gümüştaş, "Yıkılan enkazın kaldırılması ve yaşamın yeniden kurulabilmesi çalışmasını paylaştık" dedi.

'İLK ÜÇ GÜN HERHANGİ BİR YARDIM EKİBİ GÖRÜLMEDİ'
Depremin acısı ve öfkesinin güncel olduğunu söyleyen Gümüştaş, "Deprem bölgesinde devletin sınıfta kaldığı ve devletin bu bölgelerde hiçbir biçimde halkımızın yardımına koşmadığı, depremi katliama dönüştüren en net söz. Halkımızın ilk üç gün boyunca herhangi bir yardım ekibi, enkaz kurtarma çalışmalarına gelen insanlar görmeksizin; aç, susuz, soğuk hava koşullarında karşılaştığı gerçeği tarif eden şu; 'enkaz var devlet yok, canlı var devlet yok'" ifadelerini kullandı.

'DEVLETİN POLİTİKALARI DEPREMİ KATLİAMA DÖNÜŞTÜRDÜ'
İlerleyen günlerde ise devletin deprem bölgesini, afet bölgesi ilan ederek tüm mekanizmaları devreye sokarak halkı yaşatmak yerine OHAL ilan ettiğini söyleyen Gümüştaş, "Yardım için gelenlerin kente girişini engellemek için kullandı, yardım tırlarını engellemek için kullandı, yardım malzemelerini koyduğumuz depolara kayyum atamak için kullandı, açlıktan ölmemek için marketlerden ihtiyacını alan halkımıza polis zoruyla, asker zoruyla saldırmak için kullandı. Göçmenleri yağmacı ilan ederek halkımızı bölmek için kullandı. Hiçbir makineyi kullanmazken hapishanelerdeki tutsakları 'kaçmaya çalışıyorlar' diyerek kurşuna dizmek için kullandı. Bu tablo içinde yaramızı sarmaya, depremin felakete dönmesini engellemeye çalıştık. Ama devletin ihmalkarlığı, ayrımcı politikaları ve saldırganlığı içinde katliama dönüştü. Sayılarını tam bilemiyoruz ama 100 bini aşkın insanımız canından oldu. Coğrafyamızın çok önemli bir bölümü haritadan silindi. Hala enkazlar altında insanlarımız var ve enkazlara hafriyat muamelesi yapılarak, defnetmek istediğimiz insanlara moloz muamelesi yapılarak onların üstünde yeni TOKİ'leri binaları kurmanın inşasına girişilmiş oldu" dedi.

Bu tablodan birinci derece sorumlu olanın AKP-MHP faşist iktidarı olduğunu söyleyen Gümüştaş, "devlet nerede" sorusuna verilecek yanıtın az önce saydıkları olduğunu dile getirdi.

'DEVLET YETERSİZ DEĞİL DEVLETİN POLİTİKASI BU'
Devletin mevcut yapısının depremi engelleme, yıkımı durdurma yeteneğine ve yetisine sahip olmadığının altını çizen Gümüştaş, sadece bir takım yetersizlik ve bürokratik hantallık sorunu olmadığını söyledi. "Bu tam olarak devletin ırkçı, ayrımcı politikasının bir sonucudur" diyen Gümüştaş, depremin etkili olduğu kentlerde Arap Alevi'si, Kürt, Alevi halkının ağırlıklı yaşadığını hatırlatarak ırkçı, sömürgeci, faşist geleneğiyle kasıtlı ve planlı bir tutumla yardım etmediğini vurguladı. Yine yoksul halkın bulunduğu bölgelere yardım göndermezken, marketlerin başında askerlerin nöbet tuttuğunu hatırlatan Gümüştaş, bunun da burjuva yapının bir parçası olduğunu belirtti.

'HALKIMIZ KENDİ DAYANIŞMASINA DAYANARAK YAŞAMINI SÜRDÜRÜYOR'
"Peki bu koşullarda yaşamayı ve yaşatmayı nasıl başaracağız" diye soran Gümüştaş, esas olarak bu tartışmaları gerektiğini vurguladı. Bu tartışmayı deprem bölgelerinde de yürüttüklerini dile getiren Gümüştaş, "Şöyle bir tablo var. Halkımız kendi dayanışmasına dayanarak, birbirini koruyup kollayarak yaşamını sürdürüyor. Ve devlet bu bölgelere hiç gelmezken, elindekiyle bu bölgelere koşan devrimcilerin, demokratik kitle örgütlerinin, her yerden bir şeyler gönderen halkımızın gönderdikleriyle yaşamaya çalışıyor. Bunları paylaşarak, gelişini kendi içinde örgütleyip, dağıtarak kurdukları yaşam alanlarında kendi iç örgütlerini kurup ihtiyaçlarını tespit ederek, dayanışma merkezlerine ihtiyaç duydukları sağlıkçıları, eğitimcileri, psikologları, doktorları bildirerek, gönüllülerin sunduğu hizmetlerden yararlanarak başka bir yaşam mücadelesiyle yürütüyor. Ve aynı zamanda devletin de şiddetli biçimde durdurmaya çalıştığı dayanışma ağlarıyla, devletin dışında hepimizin evlerini mezarına çeviren faşist devlet karşısında kendi özsavunmasını, sosyal, toplumsal örgütlenmesini kurarak yol almaya çalışıyor. Bunu birbiriyle bağlantılı hale getirmeye çalışıyor" ifadelerini kullandı. Samandağ'da gerçekleşen, "Buradayız, gitmiyoruz" şiarlı 40. gün yürüyüşünü örnek gösterdi.

'KENDİMİZİ KORUMAK İÇİN ÖRGÜTLENMEMİZ GEREKİYOR'
Gümüştaş, deprem öncesinde halk örgütlenmesi bakımından yapılması gerekenlere de işaret etti: "Şimdiden afet gönüllü, arama-kurtarma eğitimlerini mahalle halkı olarak almak, uzmanlık birikimi geliştirmek hepimizin gündemi ve görevi. Bu mahalleye de devlet gelmeyecek. İstanbul'da Alevi, Kürt, yoksul halkımızın yaşadığı pek çok mahalle başka bir kentsel dönüşüm projesiyle yağma ve talana açılmaya, sermaye hizmetine sunulmak isteniyor. Yıkımın böyle bir fırsata çevrileceği tüm semtlerimiz için geçerli. Dolayısıyla burada yaşayacağımız doğal afet karşısında kendimizi korumak örgütlenmek geçiyor. Mahallenin kuruluş tarihini nasıl direniş tarihine dönüştürdüysek aynı biçimde örgütlülüğü burada yükseltmeye ihtiyacımız var."

Sunumların ardından soru ve cevaplara geçildi, izleyiciler de aldıkları sözlerle panele katkı sundu.