24 Nisan 2024 Çarşamba

Deprem, devlet ve devrim gerçeği

Neredeyse günlük her gelişme devlet ve halklarımız arasındaki çelişkiyi keskinleştiriyor, görünür hale getiriyor. Bunun son örneği, İzmir’de yıkıcı ve ölümcül sonuçlar doğuran deprem oldu. Bütün bunlar deprem gerçeğini değil, devlet gerçeğini açığa çıkardı ve İzmir’in merkezindeki enkaz gerçekte sömürücü devletin köhnemiş yapısını, enkazını yeniden resmetti. Acıların üstüne iktidar partisine olan öfke karıştı.

Türkiye ve Kürdistan’da neredeyse her günkü gelişmeler temel çelişki alanlarından biri olan devlet-halk çelişkisini gün be gün keskinleştirmekte, bu durum ise devrimci güçlere muazzam bir hareket alanı açmakta. Güncel olarak bunun somut bir sonucu var: İster ekonomik veya sosyal, isterse de politik hemen her gelişme veya sorun hızla toplumsal bir karakter kazanarak –eylemli olsun ya da olmasın– milyonları objektif biçimde devletle saflaştırıyor. Örneğin, kadın cinayetleri, doğa talanı ya da ekonomik hakları için yürüyen işçilere dönük baskı ve engellemeler hızla politik mücadelenin konusu haline geliyor, AKP-MHP faşist iktidarında cisimleşmek üzere halkı devletle karşı karşıya getiriyor. Şüphesiz, devlete karşı saflaşma durumu, Kürdistan’ı dışta tutarak söylenecek olursa, denilebilir ki, yığınlar açısından henüz bilincin tohum halinden başka bir şey değil. Ancak yeşermeye, dallanıp budaklanmaya hazır bir tohum bu!

Bir parti, sınıf ya da farklı toplumsal grupların kendi çıkar ve amaçları doğrultusundaki her türlü etkinlikleriyle, devletin ya da devlet organlarının toplumsal ve ekonomik yapısının yansıması olarak gerçekleşen etkinlikleri politika olarak tanımlamak mümkün. Bu nedenledir ki, toplumsal yaşamdaki her şey politiktir ve dolayısıyla politik mücadelenin konusudur.

Bu durum özel olarak komünistlerin politika kavramıyla olduğu kadar politikanın strateji ve asgari devrim programıyla olan ilişkisini kavramayı da her şeyden daha önemli hale getiriyor. Zira, politika soyut ve genel bir şey olmadığı gibi, politik faaliyet de keyfi veya tesadüfi değil, bilakis doğrudan doğruya devrim programıyla ve onun stratejisiyle zorunlu ilişkiye sahip bir alan. Basit anlatımıyla söyleyecek olursak, politika, hem amaç ve görevleri (program) hem de araç ve yöntemleri (strateji-taktik) kapsar. Politikanın program ve stratejiyle bu zorunlu ilişkisi, bilinçli eylemin ta kendisidir.

Buradan şu temel sonuca ulaşırız: Devrimci politika asgari devrim programına ve bu devrimin stratejisine bağlıdır. O halde komünist militan, her günkü ekonomik, politik, sosyal gelişmeleri ve günlük devrimci faaliyeti rastgele, kendiliğinden, öylesine üretilmiş şiar ve söylemlere, araç ve mücadele biçimlerine göre değil, doğrudan doğruya komünist öncünün devrim programına, stratejisine ve taktiklerine bağlamak zorundadır. Her türlü güncel gelişmeye karşı örgütlenen günlük politik faaliyet ancak bu bakış açısına bağlanırsa anlamlı ve sonuç alıcı olur.

En başta vurguladığımız gibi, gelişmeler burjuva sömürü düzenini ve onun faşist iktidarını yıkmak, yerine adil, onurlu ve insanca bir düzen kurmak isteyenler için muazzam olanaklar barındırıyor. Neredeyse günlük her gelişme devlet ve halklarımız arasındaki çelişkiyi keskinleştiriyor, görünür hale getiriyor. Patron-işçi, zengin-yoksul, erkek-kadın arasındaki uzlaşmaz çelişkiler yaşanan gelişmelerin etkisi altında daha da belirginleşiyor. Bunun son örneği, İzmir’de yıkıcı ve ölümcül sonuçlar doğuran deprem oldu. Deprem gerçeği olduğu kadar devlet gerçeği de bir kez daha gözler önüne serildi. Kar uğruna imara açılan alanlar, sermayedar için çıkarılan imar afları, deprem riskine rağmen verilen ve oya tahvil edilen inşaat ruhsatları, yapılmayan denetimler, kentleşme ve çevre politikaları, AVM’lere dönüştürülen toplanma alanları, halkın cebinden sızdırılan ancak patronlara peşkeş çekilen milyarlarca liralık deprem vergileri ve nihayet depremin tozu dumanı dağıldıktan sonra kaderiyle baş başa bırakılan, çadırlarda yaşamaya mahkum edilen, derin bir yoksulluğun pençesine itilen emekçiler… Bütün bunlar deprem gerçeğini değil, devlet gerçeğini açığa çıkardı ve İzmir’in merkezindeki enkaz gerçekte sömürücü devletin köhnemiş yapısını, enkazını yeniden resmetti. Acıların üstüne iktidar partisine olan öfke karıştı.

Peki, deprem somutunda devlet ve halk arasındaki çelişkinin görünür olmasıyla komünist öncünün ilişki biçimi nasıl oldu, bu ve benzeri durumlarda nasıl olmalı? İşte tam da bu soru, güncel gelişmelerle ilişkilenme tarzı, politikayı kavrama ve onun hem öncünün asgari devrimci programıyla hem de devrimci stratejisiyle buluşturma pratiğine işaret eder. Ve kuşku yok ki örgütlenme yeteneğine! Soruya verilen yanıt politikayı genellikten çıkarır ve somut bir uygulama alanına sabitler. Bu türden gelişmeler öncünün politik refleksini, önceliklerini değiştirme ve saptama yeteneğini, örgütsel konumlanışını daima etkiler.

Komünist öncünün fiili meşru mücadele bölüğü tam da olması gerektiği gibi deprem anından sonra hızla refleks göstermiş, öncelikli gündem olarak sorunu önüne çekmiş, güç tasnifini buna göre yaparak deprem alanında konumlanmıştır. Gelişmeyi kaba ve soyut bir teşhir ajitasyonundan çıkararak, gerçek bir insani yardım ve dayanışma seferberliğine girişmiş, ilk andan yaptığı dayanışma ağı çağrısıyla kurduğu 600 kişilik gönüllü ağı üzerinden en temel yaşam malzemelerini ihtiyaç sahiplerine ulaştırmıştır. Komünistler, bu pratikleriyle politikayı soyutluktan çıkararak gerçek ve somut bir uygulama konusu olarak ele almış, devlet gerçeğini olduğu kadar en az onun kadar önemli olan devrimi ve devrimciliği, dayanışmayı, kolektif paylaşımı, ezilenlerin kader birliğini doğrudan doğruya olay mahallinde gösterme olanağına kavuşmuştur. Halkla buluşmanın, gerçek bir halk örgütlenmesi yaratmanın, devlete olan güvensizliği devrimcilere olan güvene dönüştürmenin değerli bir pratiğidir bu ve ideolojik olduğu kadar son derece politik bir eylemdir.

Ancak belirtilmelidir ki, komünist öncü ne bir yardım kuruluşudur ne de yalnızca dayanışmayla sınırlanmış bir faaliyet emekçilerin kendi kurtuluşlarını ellerine almasına hizmet eder. Acıları öfkeye, öfkeyi örgütlü güce dönüştürmek, deprem ve devlet gerçeği somutunda keskinleşen çelişkiyi politik savaşımın konusu haline getirmek de en az dayanışma faaliyeti kadar elzemdir. Politikanın asgari devrimci programla bu sorun somutundaki bağı işte tam da burada kurulmalı, mücadele gündemi olarak stratejinin yön tayini burada devreye girmelidir. Zayıf kalınan ve muhakkak tüm politik faaliyet bakımından edinilmesi gereken davranış biçimi budur. Örneğin, tam da böylesi bir anda eğer komünist öncünün programındaki konut hakkı, yaşanabilir bir kent ve çevre, ekoloji anlayışı başta deprem bölgesi olmak üzere Türkiye ve Kürdistan’daki tüm örgütlenme alanlarında gündemleştirilmiyorsa, şurada sosyal medya paylaşımının, burada sokak ajitasyonunun, bir başka yerde asılan bir pankartın konusu haline gelmiyorsa ne anlamı kalır? Kapitalizm gerçeği teşhir edilirken stratejik hattımıza bağlı olarak devrimci alternatif ve hedefler ile buna ulaşmak için örgütlü mücadele perspektifi ortaya konulmuyorsa, işçi ve emekçiler sömürü düzenine ve onun koruyucusu devlete karşı devrim safında birbirinden farklı örgütsel formlarda örgütlenmeye çağrılmıyorsa, bu sorundan hareketle esnek, geçici veya kalıcı türden mücadele araçlarını devreye sokma yeteneği gösterilmiyorsa en güçlü teşhiri yapmak neye yarar?

Bu bakış açısı bugün için deprem, yarın için bir başka gündemden hareketle politikalarımızın nasıl ele alınması gerektiğini, politikanın hedef ve görevlerle olduğu kadar araç ve yöntemlerle de bağını kurma yeteneğimizi güçlendirmeye hizmet eder. Öncünün tüm bölüklerinin bu anlayışla birbiriyle uyumlu, eşgüdümlü hareket tarzı devrimci çalışmayı genellikten çıkararak daha güçlü, somut bir hazırlık ve örgütlenme faaliyeti haline dönüştürür.

İzmir depremi bir kez daha yoksul halklarımızın devrime ve devrimcilere olan ihtiyacını gösterdi. Bu devletin halka vereceği bir şeyin kalmadığını, her gelişmede yoksulların canına kastettiğini, alınterine, maaşına, az da olsa biriktirebildiklerine göz diktiğini bir kez daha gösterdi. Yoksul halklarımız giderek kendi deneyimleriyle bu bilince daha fazla ulaşıyor. Bunun alternatifini göstermek ve bunu bir güç haline getirmek ise komünistlerin omuzlarında bir görev olarak duruyor.

* Atılım Gazetesi’nin 6 Kasım tarihli 451. sayı başyazısı.