26 Nisan 2024 Cuma

Değişimin AKP'yle dansı

Diyalektiğin eğlenceli intikamı herhalde. İktidar, kendisini en güçlü hissettiği anda büyük bir güçsüzlük ve yoksunlukla boğuşuyor. Kadro yok, fikir yok, heyecan yok, yeni toplumsal proje yok. Yıkıcı etkileri orta vadede iyice açığa çıkacaktır. 3. Napolyon Fransız tarihinde ne denli anlatılıyorsa ve hangi bağlamda hatırlanıyorsa AKP de öyle anılacaktır.
Atılım gazetesinin bu haftaki "Gündem" köşesinde yerel seçimlere giderken AKP'nin geçmiş dönem ile herhangi farklılığının olmadığı, CHP'nin ise hem AKP'ye benzemeye hem "anti"ciliği üzerinden kendini inşa etmeye çalışması irdelendi.
 
Atılım Gazetesi'nin Gündem yazısı şöyle:
 
"Halk değişim istiyor" diye buyuruyor 'hazret'... Doğru söze ne denir? Bunu anlamak için bunca anket yaptırmaya gerek yoktu aslında. Çarşı pazar dolaşmak, sokağa biraz kulak vermek yeter de artardı! Asıl tuhaflık hala kadro yenileyerek değişim dalgasının iktidar kıyılarını dövmesi ihtimalini bertaraf edeceğine inanması... Hem elde nitelikli kadro yok hem halktaki değişim isteği bizzat iktidardan bıkmayı ve usanmayı da içerdiği için bu şartlarda hedefine ulaşması oldukça zor.
 
Asıl ironi, AKP'yi ortaya çıkaran koşullarla içinden geçtiğimiz koşullar arasındaki çarpıcı benzerlik. Hatırlansın! Geleneksel faşist devlet yapısı çökmüş, çürüme artmış, faşist baskı siyaseti dikiş tutmaz hale gelmişti. Başta ezilenler olmak üzere toplumum çeşitli katlarında yükselen değişim talebine dayanan AKP, burjuva faşist partiler enkazına basarak iktidar yolculuğuna başlamıştı. Toplumsal değişim talebi, devrimci değişim programı ve siyaseti ile karşılanamadığı oranda AKP, burjuva değişim programının sözcüsü olarak yol alabilmişti. Hatırlayalım, dönemin kontrgerillacıları dahi siyasette değişimden bahsediyordu ama tümü nal topladı. Ancak bütün burjuva iktidarların başına gelen AKP'nin başına da geldi. Eleştirdiği ne varsa, bir süre sonra tümünü uygulamaya başladı. Hem de kendisini kurulu düzene kabul ettirme gayretkeşliğiyle. Yolsuzluk, kayırmacılık, iltimas, zümre siyaseti, toplumsal yatay kutuplaştırma; önceki iktidarlarda olup AKP'de olmayan hiçbir şey yok ve hatta gelinen aşamada fazlası var. Dolayısıyla işler göründüğünden daha fena.
 
AKP'nin ideolojik hegemonya kaynakları günden güne kuruyor. Gündem tayininde zorlanma halleri çuvallama pratikleriyle iç içe. Kendi kendini teşhir eden bir makine gibi iktidar partisi. Statükocu siyaset tarzı nerede olursa olsun, zamana direnmektir ve bütün uygulayıcılarını değişim karşıtlığına çiviler. O durumda, münhasıran şu veya buna karşı olmak değil, bir bütün olarak hayatın akışına karşı konumlanmak kaçınılmaz hale gelir.
 
Bu bağlam dahilinde devrimci demokratik mücadele dinamikleri de iktidarın duvara toslamasını çabuklaştıran bir katalizöre döndü.
CHP hem AKP'ye benzemeye hem "anti"ciliği üzerinden kendini inşa etmeye çalışması iktidar açısından bir aşı işlevinde. Her kritik eşikte, AKP'nin mütedeyyin kesimlere karşı kesif bir dışlayıcı laiklik üzerinden söz alan CHP çevresine ve saldırgan ulusalcı laik kesimlere AKP ne denli teşekkür etse az.
 
Müflis tüccar gibi eski defterleri karıştırmak, AKP'nin alameti farikası. "Yüzde elliyi evlerinde zorla tutuyorum" diye karşıladıkları Gezi defteri bunların başlıcası. Daha oluş günlerinde bir onur ve özgürlük ayaklanması olarak değerlendirdiğimiz ve egemenlerin kuşaklar boyunca unutamayacağını söylediğimiz Gezi'nin ağır travmalara yol açtığı besbelli. Çok sıkışınca "İlk üç gün Gezi'yi ben de savundum" gülünçlüğüne savrulanlar şimdilerde öç alma gayesiyle düzene asker yazılmakta ki, 'gülerek izliyoruz'.
 
Adalet ve özgürlük çığlığının yükseldiği, bunalıp kaçmak yerine baskıya karşı isyanın kuşanıldığı, özgür bir Türkiye'nin hayal olmadığının gösterildiği o onur ve özgürlük ayaklanmasının ardından ilk olarak sosyalistlere saldırıldı. Tutuklama kampanyası yürütüldü, isyan şimdi bir başka düzeyde kriminalize edilmeye, dahası kirletilmeye çalışılıyor. Zira sosyalistlerden burjuva demokratına, öğrencisinden fiilen işçileşen şehir beyaz yakalılarına, ev emekçisi kadından inşaat amelesine bütün kesimlerin katıldığı Gezi'nin devrimci demokratik muhtevasına yine en geniş bileşenli müşterek dayanışmayla ve her platformda savunulması kaçınılmaz. Gezi'ye her bireyin eşit hukukunu sonuna dek korumak ve böyle bir antifaşist mücadele hattı kurmak, kuşatıcı bir bakış açısı sağlamaya yeter.
 
İktidar, bu salvo ile, kendince aklındaki o yüzde elliyle oynuyor. Orayı konsolide etmek ve muhalefeti manipüle ederek Gezi'ye türlü nedenlerle mütereddit yaklaşmış kesimlere karşı galiz ifadelerle saldırmasını bekliyor. Bu bir tuzak. Kaldı ki bahsedilen yüzde elli de eridi gitti. Zaman içinde, iktidar yandaşlarının bir bölümü de Gezi'nin demokratik muhtevasını teslim etti. Dolayısıyla iktidarın yüzde elli retoriği hayalci bir kitle tasavvuruna yaslandığı için dayanaksız.
 
Bu tür adımların tamamı, erimeyi önleme hamleleri olarak gündeme gelecektir. Üstelik oldukça çelişkili görünen adımların birbirini izlemesi, bir gün söylediğinin diğer gün inkarını kapsayacak denli savrulmaların iktidar pratiği olarak ortaya çıkacağını kestirmek de mümkün.
 
Halktaki değişim isteği bir kez tespit edilip de buna yanıt verilmediğinde kitle konsalidasyonu için her yola başvurmak iktidar için kaçınılmaz. Bakın işte, Kürdistan'da olup bitenler ısrarla saklanıyor. Kimden? Elbette ki Batı'daki milyonlardan. Onlar kahramanlık menkıbeleriyle aldatılıyor. Ancak bu  öyle tehlikeli bir yol ki, günden güne, hiçbir biçimde saklanamayacak denli şiddetli pratikleri de adeta mayalıyor.
 
Polis ve adliye marifetiyle kitleleri susturduğunuzda onların duyguları değişmiyor, bu hiç de kolay değil. Ayrıca sessizlik bir dildir. Üstelik oldukça yıkıcı bir dil. Kendi üslubuyla dışa vurması da kaçınılmazdır. 'Çiftesi pek' bir toplumda yaşıyoruz. Öncesi iktidarlar da halka karşı pranga-zincir siyasetini denediler ve nihayet yenildiler, yerlerinde yeller esiyor şimdilerde. Tarihçiler hatırlıyor kendilerini.
 
İktidar, bir yandan da 'herkes konuşsun' diyor. Ancak isteniyor ki milyonlar majestelerinin muhalefetiyle deşarj olsun. Mesela Gezi tarzı eylemli konuşma zinhar olmasın. Mümkün mü, değil. Zira düne kadar her eleştiriyi statükoya, askere, '90'lardaki savaşa ya da '30'ların CHP'sine paslayarak kendilerini koruyor, hatta bunları güçlenme vesilesine dönüştürüyorlardı. Oysa bugün pazardaki soğan fiyatından bahsedildiğinde dahi söz iktidara dokunuyor. İşte bazı iktidar sözcülerinin zihinlerinin bir köşesinde kalan burjuva demokrat retorikte devlet faşizminin üreticisi ve yürütücüsü olan hakikati arasındaki yarılma onları bu tür tutarsızlıklara sürüklüyor.
 
Diyalektiğin eğlenceli intikamı herhalde. İktidar, kendisini en güçlü hissettiği anda büyük bir güçsüzlük ve yoksunlukla boğuşuyor. Kadro yok, fikir yok, heyecan yok, yeni toplumsal proje yok. Berbat bir durum. Yıkıcı etkileri orta vadede iyice açığa çıkacaktır. 3. Napolyon, Fransız tarihinde ne denli anlatılıyorsa ve hangi bağlamda hatırlanıyorsa AKP de öyle anılacaktır. Egemenlerin şu veya bu blokundan medet uman kötü pragmatizm uzağımızda olsun. Vakit, tamamen ezilenlere yaslanan ve onlara yeni bir özgür toplum vaadi sunan siyasal demokrasi mücadelesinin olabilecek en geniş milyonlara sunulması, rızalarının alınması ve katkılarıyla zenginleştirilmesi vaktidir.