26 Aralık 2024 Perşembe

Cezayir'in görünmez adamının küstah rejimi çöküşle karşı karşıya

Eylemler, yine de, bir slogan derlemesinin veya var olan öfkenin düzensiz bir biçimde ifade edilmesinin ötesine geçecek bir alternatif olmaktan uzak kalıyor. İki taraf arasında herhangi bir arabulucu yok ve rejim, tüm meşruiyetine rağmen muhalefetin temsil edilmesinin mümkün olmayacağı bir düzen öneriyor. Şimdi zamana oynanan süreç, Bouteflika'nın gidişinin kabulüyle sonuçlanabilir olsa da, sistemin tümüyle çökeceği bir sonuca razı gelinmeyecektir.
Abdelaziz Bouteflika, felç geçirdiği 2013 yılından beri hasta ve hareket edemiyor. Son konuşmasını bundan bir yıl önce yapmış ve o zaman "kendi jenerasyonunun (sömürgecilğe son verenlerin) artık toz tuttuğunu" ve meşaleyi yeni nesle devredeceğini söylemişti. Konuşması, Cezayir'in en büyük nüfusunu oluşturan ancak ülkede siyasi temsili olmayan 30 yaş altı gençleri yatıştırmayı amaçlıyordu.
 
Bouteflika sözünü tutmadı ve hala iktidarda. Cumhurbaşkanı şimdi ortalıkta görünmüyor; hasta, sessiz ve de destekçilerinin törenlerde taşıyıp kameralar önünde kucakladığı bir portreye yerini  bırakmış durumda. Ancak bu durum onun ve adamlarının -kardeşinin, ordu komutanının ve kendi bölgesinden bir avuç sadık işadamı ve bakanların- sürreal bir beşinci döneme göz dikmesine engel olmuyor.
 
Cezayirliler haftalardır bu senaryo karşısındaki öfkelerini dile getirmek için ülke çapında sokaklara çıkıyor ancak Bouteflika'nın ekibi tüm bu "kenara çekil" çağrılarına direnmeye devam ediyor. Peki, Bouteflika'nın bu "gücü" nereden geliyor? Ve nihayetinde zayıf olduğunu ortaya çıkarmış olan nedenler hangileri?
 
Rejimin böylesi bir küstahlığa sahip olmasının ardında çeşitli nedenler var. Birincisi, petrol, gaz ve onlardan elde edilen gelir. Fiyatlar düşse bile, devletin verdiği sosyal ödenekler bu durumdan neredeyse hiçbir zaman etkilenmeyecek. Barınacak yeri, yiyecek ekmeği olan ve güvenliği sağlanan Cezayirlilerin yapacağı tek şey – argümanları böyle devam ediyor – Bouteflika'ya oy vermek olacaktır; kendisi ortalıkta gözükmese bile.
 
İkincisi, rejim hala, polis gücünden sendikalara ve medyaya kadar Cezayir'in kamusal alanlarının büyük bir bölümünün kontrolünü elinde bulunduruyor. Son yıllarda muhaliflere, eski partizanlara ve hepsinden de öte, genç blogger ve internet kullanıcılarına şiddetle baskı uygulayan bir monarşiden bahsediyoruz.
 
Aynı zamanda, Bouteflika'nın sonsuza dek yaşayabileceğini sanan Cezayir'in büyük yanılgısını da oluşturan üçüncü neden, rejimin ordu üzerindeki kontrolü. (Bouteflika iktidara geldiğinden beri, Cezayir'in işkenceler ve "kaybolmalar"la dolu kanlı iç savaş dosyaları üzerinden bugün görevde olan yüksek rütbeli subaylara oldukça titiz bir biçimde şantaj uyguluyor.)
 
Son neden ise savaşın bıraktığı travmadan, Cezayirlilerde derin bir iz bırakan, 1990-2000 yılları arasındaki katliam, baskı ve saldırılarla geçen on yıllık süreçten kaynağını alıyor. Arap Baharı ayaklanmaları, bu kaosun hatırasının hafızalarda tetiklenmesine neden olmuştu ve geçtiğimiz ay, büyük gösteriler başlamadan önce, Bouteflika'nın aparatçıklarının hepsi yine aynı argümana sarıldı:  "Cezayirliler, eğer ayaklanmaya kalkışırsanız, gideceğiniz yol başka bir Suriye veya Libya'ya varacaktır."
 
Protestocular bu şantajı unutmayacaklar, zaten binlerce sloganla bu şantajı çoktan reddettiler bile.
 
Rejim, sokaklara çıkanların büyük bir kısmının eninde sonunda korku ve bitkinliğe yenik düşeceğine dair bahse giriyor. Ancak can güvenliğine işaret eden bu argüman bir işe yaramasa bile, başkent zümresinin bel bağladığı bir diğeri var: Alternatifin olmayışı.
 
Sokaktaki muhalefet gerçekten de görkem verici bir tutkuya sahip. Böylesi bir araya geliş, Cezayir'de daha önce hiç görülmemiş bir deneyimi; yeniden keşfedilmiş olan onuru ve tüm dünyayı hayrete düşüren bir sesi ifade ediyor.
 
Ancak eylemler, yine de, bir slogan derlemesinin veya var olan öfkenin düzensiz bir biçimde ifade edilmesinin ötesine geçecek bir alternatif olmaktan uzak kalıyor. İki taraf arasında herhangi bir arabulucu yok ve rejim, tüm meşruiyetine rağmen muhalefetin temsil edilmesinin mümkün olmayacağı bir düzen öneriyor. Şimdi zamana oynanan süreç, Bouteflika'nın gidişinin kabulüyle sonuçlanabilir olsa da sistemin tümüyle çökeceği bir sonuca razı gelinmeyecektir.
 
Protestocular, yalnızca cumhurbaşkanlığı seçimlerinin iptal edilmesini değil, topyekün bir değişikliği - ikinci cumhuriyeti-  istediklerini söylüyorlar. Sloganlar oldukça net: "UKC defol!", "Sistem defol!", "Bize ülkemizi geri verin!"
 
Dolayısıyla, rejim hala yerinde; ancak güçlü olduğu için değil, muhalefet henüz yeteri kadar somut ve belirli bir hal alamadığı için.
 
Rejim çökebilir mi? Evet, hem de çok hızlı bir biçimde. Bunun olması için, rejim aparatçıklarının, ailelerinin ve sermayelerinin gitmesini güvence altına alacak arabulucuların ortaya çıkmasına ihtiyaç var.
 
Rejim gaf üstüne gaf yapmaya devam etmekteyken, sonunda sıkı bir sessizlik stratejisi benimsemişe benziyor: Herhangi bir açıklama, protestoculara yönelik bir provokasyon, baskı yok. Eylemciler protestoların barışçıl kalacağı konusunda ısrar ediyor. Ancak rejim, Cezayir halkının demokrasi çağrısıyla sokakları zaptettiği Ekim 1988'de ordunun yerine getirdiği gibi, insanların ayaklarına doğru ateş etme emrinin verildiği bir durumda protestocuların bu ısrara uymama ihtimalinin de olduğunun farkında. Böylesi bir bastırma eylemi o dönemde yüzlerce kişinin ölümüne sebep olmuş ve devamında korkunç bir iç savaş süreci başlamıştı. Bugün için herkes, ordunun böylesi bir emre uymayacağına inanıyor.
 
Bouteflika'nın sağlığı, rejimin hızlı bir çöküş riski içerisinde olmasının başka bir nedenini oluşturuyor. Herhangi bir yerde görünmeyen, hali takati olmayan biriyken, artık çok daha hasta, Cenevre'de bir hastane içerisine hapsolmuş ve söylentilere göre de hayati tehlike altındaki bir adam  haline geldi. Her ne kadar rejim reddetmeye devam etse de, bu detaylar Facebook ve diğer sosyal medya ağlarında dolaşıma sokuldu. Genç bir protestocunun sözleriyle, "Bizler kör ve sağırdık ve Tanrı bize peygamberini gönderdi: İnternet"
 
Bu jenerasyon, bağımsızlık savaşını veya iç savaşı değil, sadece sosyal medya özgürlüğünü yaşadı. Bu özgürlük, bugün ekranlardan sokağa fışkırmış durumda. İnternet, Cezayir'de ifade özgürlüğünün en büyük sağlayıcısı oldu ve rejim bunun farkına çok geç vardı. Protestoların ilk günlerinde interneti yavaşlatmaya çalışsa da bir işe yaramadı. Ve -"hiper bağlantılı"- Cezayirliler, yalnızca  Facebook sayfasına değil, bir ülkeye de sahip olabileceklerini keşfetmiş oldular.
 
Gelecek? Nasıl şekil alacağına bu hafta karar verilecek. Mevcut durum her iki taraf için de katlanılabilir değil. Dolayısıyla, sloganlarda geçtiği gibi, "ne sakal, ne şalvar ne de polis" isteyen bu neo-baharı takip etmeye değer. 
 
*Ivana Benario'nun ETHA için çevirdiği bu makale, Abdelaziz Bouteflika'nın seçimleri erteleme kararını açıklamasından önce kaleme alınmıştır.