ÇEVİRİ | Filistin devletinin hayaleti

"Filistin devleti"ni böyle bir dönemde ve bu şekliyle teklif etmek direnişi ağır bir şekilde tecrit etmeyi ve onun geniş halk tabanını baltalamayı amaçlıyor. Bu, Filistin halkına teslimiyeti dayatmanın bir yolu, çünkü direniş hareketi kitlelerin iradesinin tek temsilcisi olarak konumunu koruduğu sürece böyle bir teslimiyet dayatılamaz.
Dönemin Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC) Sözcüsü Gassan Kanafani tarafından kaleme alınarak ilk kez 6 Mart 1971'de el-Hedef gazetesinde yayınlanan bu makaleyi, Filistin'in bir devlet olarak tanınmasına dair güncel tartışmalar ve siyonist İsrail ve emperyalist güçlerin Filistin'e yönelik planları ışığında güncel politik önemi nedeniyle çevirerek okuyucularımızla paylaşıyoruz:
Bir gözlemcinin ayırt edebileceği üç tipte "Filistin Devleti" var:
1. tip, Batı Şeria ve Gazze Şeridi'nde kurulmuş, İsrail tarafından teşvik edilen, denetlenen ve hükmedilen bir "devlet." Bu, fiilen İsrail'in askeri zaferine mutlak teslimiyetin parçası ve bu tür bir zaferin çok sayıda meyvesinden biri olur. Bu devletin amacı galibin askeri, politik ve ekonomik üstünlüğünü geliştirmek ve onun stratejik hedeflerine doğru derin bir ilerleme sağlamaktır.
2. tip, Batı Şeria, Gazze Şeridi ve doğu yakasında (Ürdün'de nehrin doğusunda) kurulmuş bir "devlet." Bu, böyle bir darbeyle Filistin ve Ürdün halklarının isteklerinin yerine geleceği iddiasıyla, Amman'daki mevcut rejimin devrilmesi yoluyla gerçekleştirilebilir. Bu darbe ise ancak, İsrail, ABD ve Britanya'nın onayı ve cesaretlendirmesiyle mümkün olabilir. Gerçek amacı ise Filistin devrimci kurtuluş hareketini kökten yok etmek, -muhtemelen askeri bir bürokrasi yoluyla- İsrail emperyalist koalisyonunun tamamen kontrolü eline almasını sağlamaktır.
3. tipte bir devlet, Batı Şeria'daki kurtarılmış topraklar ya da başka bir yerde Filistin ve Arap silahlı mücadelesinin iradesiyle kurulabilir. Bu senaryo, İsrail ve gerici emperyalist düşmanla karşılıklı askeri ve politik güç dengesinde dramatik bir değişiklik olmadığı müddetçe, öngörülebilir gelecekte gerçekleştirilmesi imkansızdır. O kurtarılmış topraklarda gelişecek otoritenin, genelde kavramla ilişkilendirilen anlamıyla bir "devlet" biçimini almasına gerek yoktur. Onun varlığının temeli, zor yollarını, mücadelenin sürekliliğini ve mevcut iktidar dengesizliğinin tersine çevrilmesini kullanarak daha fazla özgürleştirici eylem için kurucu bir başlangıç noktası olmaktır. Böyle bir devletin amacı devrimi ilerletmek, daha gelişmiş bir seviyeye taşımaktır.
'DEVLET' VE KURTARILMIŞ TOPRAKLAR
Açıkça, bugünlerde teklif edildiğini ve tartışıldığını duyduğumuz "Filistin devleti", bu son tipte bir devlet değil. Filistin ve Arap mücadelesinin mevcut "geri çekilme aşaması" göz önüne alındığında, bu tipte bir devlet öngörülebilir bile değil. Yine de, burada kaydedilmesi önemli, çünkü böyle bir devletin mantığı, 1. tip ve 2. tipte yer alan "iki devlet" mantığının tamamen karşısında. Buna rağmen, bugünlerde çok sayıda insan bilerek ve yanlış bir şekilde 3. tipin mantığını tipler 1 ve 2 hakkında konuşmak için kullanıyor.
3. tipte tarif edilen "Filistin devleti", silahlı direnişin yanındadır ve Filistin ve Arap kurtuluş hareketini geliştirir. 1. ve 2. tiplerde yer alan "Filistin devleti" ise, Filistin ve Arap kurtuluş hareketinin büyük bir geri çekilişinin sonucu olur. Güç dengesini düşmanın lehine ve çıkarlarına çevirerek, onun iradesine teslimiyeti dayatır.
1. ve 2. tipte bir devleti Filistin topraklarının bir tür "geri kazanımı" olarak tarif etmek aldatıcı bir oyundur ve genelde şu basit soru aracılığıyla dile getirilir: "Devrimi Ceraş veya Amman yerine Tülkarim veya el-Halil'den başlatmak daha iyi olmaz mı?" Bu soru, 1. ve 2. tipte bir teslimiyeti destekleyen kökten farklı, aslında zıt koşulları ve gelişmeleri haklı çıkarmak için 3. tipte bir devletin temelini oluşturan koşulları ve gelişmeleri -mücadelenin devamlılığını- kullanıyor.
KİMLER BİR 'FİLİSTİN DEVLETİ' İSTİYOR
Teklif edilen "devlete" ilişkin "haritalandırma" sorusuna atlamadan önce, bir adım geri atıp şunları gözlemlemeliyiz:
-Mücadelemizin tarihinde daha önce hiçbir zaman, Filistin devleti ve onun "ne kadar da erişilebilir" olduğuna dair tartışmalar şimdiki kadar yaygın olmamıştı. Bu boş laflar son derece dikkat çekicidir çünkü, mücadelemizin tarihinde böyle bir "devlete" giden yoldaki zorluklar ve engeller de hiçbir zaman bu kadar belirgin ve acil olmamıştı.
1967 Haziran işgalinden beri İsrail, yeni işgal ettiği topraklarda kendisine ait Filistinli "ulusal liderlikler" ya da herhangi bir şekilde yerli bir politik otorite yaratmak konusunda tamamıyla başarısız oldu. Batı Şeria'da ve Gazze'de İsrail'le işbirliği içerisindeki ihanetçi zümre, herhangi bir yerde askeri işgaller tarihinin en kötüsüdür ve siyasi temsil bakımından en çökmüş olanıdır. İsrail, Filistinli işbirlikçilerinin bir temsilci rolü oynayabileceğini iddia bile edemiyor. En iyi ihtimalle, bir belediye veya eyalet liderini Filistinli bir temsilci gibi dolaşması için zar zor öne sürebiliyor; Batı Şeria ve Gazze'de kurduğu hiçbir "Filistin devleti", onun şu anki askeri işgali altında olandan farklı bir gerçeklik sunamaz. Bu bağlamda kurulacak bir otorite, İsrail ve emperyalistlerin "Filistin devleti" hedefine fayda sağlamakta başarısız olacaktır, çünkü bu hedef de hiç şüphesiz, devletin az çok bir "özerkliğe" sahip olmasını ve temsili bir organ olma iddiası taşımasını gerektirecektir.
-İsrail'in Arap politik gerçekliğine sızma ve hükmetme hedeflerini ilerletmeyen bir Filistin devletinden herhangi bir pratik çıkarı olmaz. Arap devletleri, ya da en azından bazıları (özellikle Ürdün) tarafından asgari düzeyde kabul edilmeyen bir Filistin devleti, bir İsrail zaferine fayda sağlamaz. Bu tipte bir devletin Ürdün rejiminin çıkarlarına karşı olacağı açıktır. Gerçekten de bu rejim, baskıdan diplomasiye, Amman'ın hegemonyası ve kontrolü dışında herhangi bir otoritenin (Batı Şeria'da) yürürlükte olmasına karşı çıkmak için elindeki bütün araçları kullandı. Böyle bir "devlet", Ürdün'ün çıkarları ve ayrıcalıklarına zararlı olacaktır ve Ürdün rejimini ilgisizliğe ve çürümeye maruz bırakacaktır.
Benzer sebeplerle, diğer Arap rejimleri de bu şekliyle bir Filistin devletini kabul etmek için bir sebep ya da motivasyon bulamıyor.
-Direniş hareketinin bütün fraksiyonları, Filistinlilerin kolektif iradesinin meşru temsilcileri, bu teslimiyet tuzağını reddediyor. Hiç şüphe yok ki, ulusal kurtuluş hareketimizin varlığı, bu fraksiyonların böyle bir devlet olasılığını reddetme ve bununla savaşmasına, mevcut güç dengesinin statükosunu ortadan kaldırmak için silahlı mücadeleyi ileri taşıma becerisine bağlıdır.
-Büyük küresel güçler bu mücadeledeki neredeyse her aktör tarafından reddedilen böylesine zayıf, dalkavuk bir devlet için çabalamakta cezbedici hiçbir şey görmüyor. Bu, bu güçlerin "Filistin sorununu" acil bulmadıkları ya da bu "sorunun" artan önemi ve önceliğinin farkında olmadıkları anlamına gelmiyor, ancak bu aciliyeti başka bir bakış açısıyla gördükleri anlamına geliyor, bu bakış açısına ileride geri döneceğim.
-Kendi içindeki güç mücadelelerini de göz önüne alınca, İsrail'in kendisi de doğrudan işgalin bu asgari biçiminden vazgeçilmesine karşı duruyor. Dahası, ne yerel ya da küresel güç dengeleri, ne "uluslararası kamuoyu" tarafından buna zorlanmıyor. Şu anda net olan; İsrail iktidarına göre en popüler strateji Allon Planı. Bu plan Batı Şeria'daki Filistinlileri silahsızlandırmaktan, Ürdün Nehri boyunca askeri yerleşkelerle bir siper inşa etmekten ve Batı Şeria'dan geriye kalanı bir barış anlaşması ve uzlaşmaya Amman'a "geri vermekten" biraz daha fazlasını içeriyor.
FİLİSTİNİSTAN MI KURULACAK?
Peki, böyle bir devletin kurulmasının önündeki engellerin her zamankinden daha az olmadığı yönündeki açık delillere rağmen, sanki her an bir "Filistin devleti" kurulabilirmiş gibi ateşli konuşmaların sebebi nedir? Filistinistan'ın (suni, işbirlikçi bir Filistin devleti için en mantıklı isim – Kuveyt'te verdiği bir derste Dr. Nabil Shaath tarafından bulundu) kurulması sorusunun incelenebileceği nesnel çerçeve şu şekilde:
Daha geniş ve tam bir teslimiyetin sonuçlarından biri olarak Filistinistan'ın kurulması (ya da bugünlerde bahsedildiği adıyla "müzakere yoluyla politik çözüm"). Bu senaryoda bu sonuç, 5 Haziran 1967 yenilgisinin henüz ödenmemiş bedeli; mutlak Arap politik teslimiyetinden ortaya çıkan, daha kapsamlı bir düzenlemenin parçası.
Ya da,
Askeri bir darbe, bir saray darbesi ya da benzer bir yolla Ürdün rejiminin yapısında ani bir değişikliğin hedefi doğrultusunda Filistinistan'ın kurulması. Bu senaryoda Amman'daki yeni rejim, Filistin-Ürdün halklarını temsil ettiğini iddia eder. Belki sonrasında, ve düşmanla biraz kulis yaptıktan sonra, Ürdün yeni bir Filistin-Ürdün anayurdu ya da bunun gibi bir şey ilan eder.
Hadi bu iki olasılığı daha yakından inceleyelim:
İlki, daha kapsamlı bir Arap politik teslimiyetinin parçası olarak Filistinistan'ın kuruluşu, "barışçıl müzakereyle varılan çözüm" fikrinin geniş yolculuğu bağlamında anlaşılmalıdır. Son aylarda bu yolculukta büyük ilerlemeler kaydedildiği doğru olsa da, yol boyu ortaya çıkan oldukça gerçek engelleri -müzakere yoluyla devlet olmayı imkansız kılan bu engelleri- bu tarihi anda hafife almak yanıltıcı olacaktır. Dolayısıyla, yakın gelecekte herhangi bir anda bir Filistin devletinin "erişilebilir" olduğundan bahsetmek tamamen bir fantezidir.
İkincisi, Amman'da bir rejim değişikliğiyle kurulacak uydurma bir devletin; temel itici gücü İsrail ve emperyalist güçler olduğu ve bu güçler Ürdün'ün kuruluşundan günümüze kadar Ürdün egemen sınıfına verilen entelektüel, politik ve askeri rolün devamlılığını garanti edemediği müddetçe ortaya çıkması mümkün değildir.
Başka bir ifadeyle, Ürdün'deki gerici egemen unsurun -ki emperyalist güçlerin desteği olmadan Ürdün toplumunun derinliklerine gerici köklerini salması mümkün olmazdı- değiştirilmesi senaryosu, aynı emperyalist güçler ve İsrail yeni yönetici sınıfa bir garantide bulunmadan gerçekleştirilemez.
Bu yönetici sınıfın, mevcut Ürdün egemen sınıfını güçlendiren aynı sosyal, sınıfsal, politik ve ideolojik köklere yaslanırken, kamuoyunda inandırıcı bir vatansever yüz göstermesi gerekecektir. Ürdün'de emperyalist güçlerin çıkarlarına başarıyla hizmet edecek bir rejim için gerekli koşullar bunlardır, ve mevcut rejim bu gereklilikleri yerine getirme ve kıymetli bir emperyalizm işbirlikçisi olarak kendisine atanan rolü oynama konusunda örnek teşkil ettiğini kanıtlamıştır.
1970 Eylülünde, Ürdün rejimi emperyalist efendilerine gücünü ve vazgeçilmez olduğunu kanıtladı (ve kanıtlamaya devam ediyor.) Emperyalizmin, en güçlü ve ellerini kana bulamış gerici Arap rejimlerinden birinden feragat edeceği fikri bir yanılsamadan başka bir şey olamaz, özellikle de bu rejim 1936'dan bu yana (1941, 1948, 1956, 1958, Mısır ve Suriye arasındaki siyasi birliği bozmadaki rolü ve daha yakın zamanda 1967'de) emperyalist çıkarların güvenilir bir hizmetçisi olarak etkisini kanıtlamışken. Emperyalist efendiler bunu gözden kaçırmayacak ve unutmayacaktır.
Bu bağlamda, bu haliyle bir "Filistin devleti" rahatça öngörebileceğimiz bir şey değil. Her ne kadar Ürdün'ün efendileri, Filistinlilerin kendi kaderini tayin hakkını desteklediklerini belirten bir açıklama yapmaktan çekinmese de, bu efendiler, bu dayanışma açıklamalarının soyut ahlaki değerlendirmelerden fazlası olmadığından emin olmaktan için ellerindeki her türlü aracı kullanmaktan, özellikle de Batı Şeria'daki hain işbirlikçi zümresiyle ilişkilerini derinleştirmekten, çekinmeyecek.
Filistinistan ve Ürdün egemen sınıfı söz konusu olduğunda, politik harita hiçbir şüpheye yer bırakmıyor: Kral Hüseyin'in rejimi daha fazla Filistin halkının iradesini temsil ettiğini iddia edemez (ve burada görünürde "muzaffer" çıktığı Filistinlilerle savaşı nasıl kaybettiğini görüyoruz). Bununla birlikte, mevcut güç denklemindeki en güçlü aktörlere, güvenilmesi gereken ve güvenilebilecek rejimin kendisine ait olduğunu kanıtladı. Bu güven ilişkisi, Filistin halkına yönelik şiddetli baskının artması ve onlar adına sahte bir irade üretilmesinden başka bir meyve veremez.
Mevcut monarşi, ya da göstermelik bir darbeyle yerine gelecekler, herhangi bir isimle "Filistin-Ürdün anayurdunun" kurulması için İsrail'le ayrı bir anlaşma yapsalar bile, İsrailliler ve emperyalist suç ortakları bunu bir çözüm olarak görmeyecektir. Onların ana endişesi Ürdün rejimini etkisiz hale getirip getirmeyecekleri ya da onunla anlaşmalara devam edip etmeyecekleri olmayacaktır -bu, halihazırda mevcut statükonun sabit bir parçası. Onların ana amacı Filistin direnişini yok etmektir. Ürdün'de bir Filistinistan, tüm Arap devletleriyle, veya en azından çoğuyla, özellikle de en güçlü olanlarıyla kapsamlı bir anlaşmaya varılmadığı sürece bunun garantisini veremeyecektir.
Ve bu da bizi bir kez daha, "barışçıl müzakereyle varılan çözüm"ün yolculuğuna geri getiriyor.
FİLİSTİN DEVLETİNİN YOLCULUĞU
"Filistin devleti" meselesini bir bağlama oturttuğumuza göre, neden şimdi bunun hararetli bir şekilde çok yakındaymış gibi gösterildiği sorusunu cevaplandırabiliriz.
Şunu belirtmekte yarar var, "Filistin devleti" tartışmalarının bugünkü versiyonu, Arapların son ABD girişimini kabul etmesiyle başlamadı, 1970 Eylülündeki katliamın ardından bugünkü halini aldı. Doğrusu, "Filistin devleti"ne dair söylentiler, bir süredir etrafta dolaşıyordu ama her zaman muğlaklıkla örtülüydü. 1967 savaşından önce, Lawrence Langner "ruhani ve ekonomik bir arada yaşam" amacıyla birleşik büyük Kudüs'ü bir devlet olarak ilan etme girişiminde bulundu. Aziz Şehadeh de siyonist New Middle East dergisinin 1969 tarihli sayısında devlet çağrısında bulundu ve aynı dergi bu konuyla ilgili 1970 Martında özel bir sayı yayınladı. Haziran 1967 yenilgisinden sonra bazı Filistinli kanaat önderlerinin U Thant'a sunduğu ve Mayıs 1970'de Anwar Nusseibeh'in Kudüs'teki evinde yapılan bir toplantı sonrası değişiklikler yapılan bir devlet projesine dair de çok sayıda söylenti vardı. 22 Ocak 1970'de, Jewish Chronicle ilk kez İsrail'de iktidar partisi MAPAM içerisinde Filistin devletinin kurulmasını öngören bir akım hakkında haber yaptı. 14 Mayıs 1970'te Aba Eban, Arapça bir radyo yayınında Filistin devletini tartıştı. Sonra Fulbright vardı ve ondan sonra Goldman "Filistinliler için İsrail dışı bir bölge" formülünü önerdi, Quaker'lardan Dr. Fishers'ın Ürdün Nehri'nin her iki yakasında bir Filistinistan ihtimalini incelediğine dair raporlar vardı.
Her ne kadar bütün bu teklifler bir Filistin devleti için çağrı olarak ele alınabilse de, bunların hepsi, özellikle de Filistin devleti konseptini, bir bütün olarak bölge için kapsamlı bir "barışçıl, müzakere yoluyla anlaşma" fikrinin içine yerleştiren Fulbrigt ve Goldman'ın önerileri, açıklık ve spesifiklik eksikliğiyle karakterize oluyor. Bir şekilde kendi başına ayakta duran bir "çözüm" olarak "Filistin devleti"ne dönük bu vurgu, Eylül 1970'te yaşananlardan sonrasına kadar net bir şekil alamadı. Ancak o zaman Fransız ve ABD basınında, ve daha yakın zamanda İngiliz basınında, Filistin devletinin daha önceden hayal edilemeyecek kadar propagandasının yapıldığı bir çılgınlığa tanık olduk. Bugünlerde bir okuyucu için Batılı bir gazeteyi açıp her an bir Filistinistan'ın "doğuşunu" müjdeleyen bir ya da iki köşe yazısı görmemek nadirdir.
Peki neden?
Filistin direnişinin ana gücü, en azından bu aşamada, askeri gücü ya da kontrolü altındaki coğrafi bölgelerin genişliği değildir. Bu gerçek politik düzlemde açık olsa da, Eylül 1970 olaylarından bu yana daha da kesinleşti: Direnişi bastırmak için cephaneliğindeki hiçbir şeyi kullanmaktan kaçınmayan Ürdün rejiminin gerici faşizmi, direnişin gücünün cephaneliklerindeki tüfeklerin ya da faaliyetlerini yürüttüğü yer üstü ofislerinin sayısında olmadığına her zamankinden daha fazla ikna oldu.
Olan şuydu ki, eylül ayı ve sonrasında Ürdün rejiminin direniş üzerinde gerçekleştirdiği askeri kıyıma rağmen, direnişin gerçek boyutu, asla askeri kapasitesi kadar etkilenmedi. Sonuç olarak, İsrail ve emperyalist güçlerin kışkırttığı ve gerici işbirlikçisinin uyguladığı "Eylül operasyonu"nun zaferi henüz tamamlanmadı: Direnişin askeri gücünü felç etmeyi değil, ayaklarının altındaki sosyal ve politik zemini baltalamayı, Filistinli kitlelerin mücadele iradesini temsil eden bir hareket olarak onu fiilen sona erdirmeyi amaçlayan bir ikinci operasyona ihtiyaçları var.
Bu, herhangi bir şekilde doğrudan bir yolla yapılamaz. Filistinli kitlelerin sadakatini bölecek, direnişin, yalnızca özgürleştirici hedeflerine ulaşmak için ihtiyaç duyduğu değil, kendi varlığının meşruluğunu sağlayan temeli oluşturan toplumsal sacayaklarının altını oyacak, titizlikle planlanmış bir stratejiyi gerektirir. "Filistin devleti projesi", direnişin toplumsal temellerini yıkmak için yerleştirilmiş bir bombadır. Bu projenin, halkın direniş hareketine olan bağlılığını ortadan kaldırma amacıyla özel olarak tasarlanması gerekir. Eğer düşman güçler, direniş hareketinin Filistin iradesini temsil eden konumunu ortadan kaldırmayı garanti altına alırlarsa, Filistinli kitlelere her türlü teslimiyeti dayatmak oldukça kolay olacaktır.
Eylül ayındaki katliamın ardından Filistin devletine yönelik bir kampanyanın daha da gürültülü bir hale gelmesi tesadüf değil. Eylül katliamlarının en büyük etkisi, "Filistin devleti" fikrini bir kurtuluş olarak sunmak ve pazarlamak amacıyla sonuna kadar suistimal edilebilecek kitlesel bir umutsuzluk duygusu yaratmak olmuştur. Bu fikrin önemi, ne kadar gerçekçi ya da ulaşılabilir olduğunda değil, direniş hareketinin -kendi öznel ve nesnel nedenlerinden ötürü- doğrudan ve kısa vadeli bir alternatif sunamadığı bir anda, bunalmış kitlelerin önüne bir "alternatif" olarak sunulmasıyla ilgilidir.
"Filistin devleti"ni böyle bir dönemde ve bu şekliyle teklif etmek direnişi ağır bir şekilde tecrit etmeyi ve onun geniş halk tabanını baltalamayı amaçlıyor. Bu, Filistin halkına teslimiyeti dayatmanın bir yolu, çünkü direniş hareketi kitlelerin iradesinin tek temsilcisi olarak konumunu koruduğu sürece böyle bir teslimiyet dayatılamaz.
Bu yüzden "Filistin devleti" fikri; ulaşılabilir bir şey, bir gerçekliğe bürünmek üzere olan bir şeymiş gibi erkenden öne sürüldü. Bu hamlenin asıl amacı, Filistin halkının direnişe olan bağlılığını bozmak ve dağıtmak, bu bağlılığı parçalamak ve böylece onu çalmaktır.
"Filistin devleti"nin gerçekleşmek üzere olduğu yönündeki yoğun propagandayı, güncel koşullar altında var olmasının pratik ve nesnel olanaksızlığıyla karşılaştırdığımızda, çelişki açıkça ortaya çıkıyor. Bu, iki amaç için kurulmuş bir tuzak:
Birincisi: Direnişin uzun vadede etkili olup olmayacağı konusunda şüphe yayarak, halihazırda düşüşte olan direnişe yönelik halkın sadakatini yerle bir etmek. Bunun ardından devletleşme tuzağı ise, devlet olmak yakın vadede bir olasılıkmış gibi, devleti vaat edilen bir kurtuluş olarak sunuyor ve direnişe duyulan hayal kırıklığının bıraktığı boşluğu doldurmaya çalışıyor.
İkincisi: Direnişi, daha kapsamlı bir şekilde "barışçıl müzakereyle varılan çözüme" karşı gerçek bir savaşa girişmeden önce, nihai bir savaşı erkenden başlatmaya zorlamak ve bu yolla direnişin fiziksel, askeri varlığını ortadan kaldırmak.
YÜZLEŞMEYE HAZIRLIK MI?
Şu ana kadar yapılan analizler, işbirlikçi bir Filistin devletinin -Filistinistan- aslında "imkansızın sınırları içerisinde" olduğu ya da onunla hesaplaşmak ve başarısızlığını sağlamak için her türlü çabadan kaçınılması gerektiği şeklinde anlaşılmamalıdır.
Hayır.
Bunun yerine dikkat etmemiz gereken şey, hemen köşede bekleyen kaçınılmaz bir tehlikeyle yüzleşmeyi planlamak ve uygulamak ile, yolun ilerisinde gerçekleşmesi oldukça mümkün olan bu tehlikeyle yüzleşmeye hazırlanmak (sinirleriniz sakin, yüreğiniz alev alev) arasındaki büyük farktır.
Bu tehdidin kısa vadede yaklaştığını düşünmek bir muhakeme hatası olur. Bizi, zamanı, yeri ve araçları düşmanın seçtiği bir savaşa sürükler. Ayrıca, düşmanın direniş tehdidiyle karşılaşma endişesi duymadan kendi planlarını ilerletmesine olanak sağlar. Arap rejimlerine siyasi teslimiyet dayatıldığında, Filistinistan'ın o ya da bu şekilde "barışçıl müzakereyle varılan çözüm" programının bir parçası olacağı kesindir. Dolayısıyla, bu tehlikeyle mücadele, emperyalist kuşatma ve Arap kurtuluş hareketi arasındaki mevcut kapsamlı çatışmaya bağlı kalmaya devam etmektedir.
Bir proje olarak Filistinistan meselesi, ancak Filistin ve Arap kurtuluş hareketinin halihazırda yürüttüğü geniş kapsamlı savaşımın bir parçası olabilir. Bu, önümüzdeki dönemde bu projenin başarısızlığa uğratılmasının, direniş hareketinin kendini yeniden toparlayıp canlandırabilmesine ve Arap dünyasındaki diğer kitle hareketleriyle bağlarını güçlendirebilmesine bağlı olduğu anlamına geliyor.
Hayali Filistin devletinin kuruluşuna ne kadar yakın olduğumuzu abartan sürüye bilerek veya bilmeden katılarak, direniş hareketine kurulan tuzağa düşmek büyük bir hata olur. Filistinistan'ın varlığını abartmak, onu tamamen görmezden gelmek kadar tehlikelidir. Bu, direnişi Filistinli kitlelerin iradesini temsil etmeyen bir oluşum gibi göstermeyi amaçlayan düşman propaganda kampanyasına katkıda bulunacak ve direnişi şu anda hazırlıksız olduğu bir savaşa çekecektir; görmezden gelmek ise kaçınılmaz hesaplaşmaya hazırlanmamızı engelleyecektir.
Bir Filistin devletinin titizlikle incelenmesi gerekir. Filistinistan'ın kuruluşunun kötü ama gerekli olduğunu savunmaya başlayan akımlar şimdiden mevcut. Bu bağlamda, direniş hareketinin savaşma gücünü bir sonraki aşama için "koruması" gerektiği savunuluyor. Duruma ilişkin bu tür yanlış değerlendirmeler yayan bu oportünist akımlarla kararlı bir şekilde mücadele edilmeli, çünkü onlar da nihayetinde "Filistin devleti" saldırısının yürürlüğe konduğu aynı düzleme hizmet ediyor.
Direnişin şu anda üstlenmesi gereken temel görev, "Filistin devleti" kampanyasının maskesini düşürüp, onun "barışçıl müzakereyle çözüm" için yürütülen daha geniş bir hareketin parçası olduğunu ifşa etmek ve böylece Filistinli kitlelerin iradesinin temsilcisi olarak duruşunu güçlendirmektir. Bu ancak şu şekilde yapılabilir:
Filistin ulusal kurtuluş cephesini inşa etmek ve sürdürmek için tüm militan devrimci fraksiyonlarla ortak ilke ve hedefler belirleyerek harekete geçmek;
"Taktik savurganlık" aşamasına dönüşse dahi İsrail düşmanına karşı askeri eylemleri artırmak;
Ürdün'de gerici güçlere karşı siyasi ve militan baskı uygulamak;
Arap ilerici ve yurtsever güçlerle bağları güçlendirmek, kurumsallaştırmak ve derinleştirmek.
*Gassan Kanafani'nin Hazem Jamjoum tarafından İngilizce'ye çevrilerek Fikra'da yayımlanan yazısı Elif Bayburt tarafından ETHA için Türkçe'ye çevrildi. Metnin orijinaline buradan ulaşabilirsiniz.