ÇEVİRİ | Eski RAF üyesi Martin'den yeraltından mektup
Birlikte geçirdiğimiz bu zaman sona erdiğinde baskılar da başladı. Otoparklar ve ev aramaları, yerel savaş simülasyonları... Hiç istemediğim bir şeydi, ama sonunda artık benim elimde değildi. Devrimci ve özgürleştirici mücadelelerin ardından baskı gelir. Ve özgürleşme mücadelesi adaletsizliğe karşı zafer kazanana kadar da böyle olacaktır. Bizler, tahakküm ve köleler var olduğundan beri dünya çapındaki isyanlar tarihinin bir parçasıyız. Ataerkillik, kapitalizm ve sömürgecilik insanlığın kötülüğü olduğundan beri var olan isyanların tarihinin bir parçasıyız. Bu perspektiften bakıldığında, baskının sorumluluğu egemenlere aittir, başka kimseye değil. Baskı bir tahakküm aracıdır. Benim bakış açıma göre, ve bu bizim görüşümüzdür, buna tek bir yanıt verilebilir: Dayanışma.
Selamlar
Aileme, dostlarıma, yoldaşlarıma, müttefiklerime, benim ve bizim bakış açımızla ilgilenen herkese.
Legal, illegal, kimin umurunda. Bu yılın 26 Şubat'ında Daniela Klette Berlin'de tutuklandı. Yardımcı polis gibi davranmaya gönüllü olan gazeteciler, giderek otoriterleşen devlete ek olarak, arama ve ihbarcıların da devletin ve toplumun bir parçası olmasına katkı sağladılar. Yapay zeka teknolojisi sayesinde, Daniela'nın internet üzerindeki görüntülerine ulaşıldı. Bu podcast gazeteci ihbarcılarının tarihsel katkısı, biyometrik kontrolün ve yüz tanıma teknolojisinin, totaliter bir denetim devletine giden yolda gerekli olduğu iddiasını destekleyecek kanıtı doğru zamanda sağlamış olmalarıydı.
HALKIN ALDATILMASI
Bunun devamındaki polis takibi, Volker Staub ve benim hakkımda yapılan saldırılar, yalanlar ve karalama ile şekillendi. Polis ve burjuva medyası bizim para için insan öldürmekten çekinmeyen vahşi suçlular ya da teröristler olduğumuzu öne sürüyorlar. Daniela'nın yaşadığı ev, komşu evlerle birlikte, iddia edilen tehlikeli patlayıcılar nedeniyle medya önünde etkili bir şekilde tahliye edildi. İnsan avı ve psikolojik savaş operasyonları için halkı seferber etmek amacıyla önlemler alınmaya başlandı. Bulunan bir el bombası ve bir bazukanın kukla olduğu artık biliniyor. Polis, bunu en başından beri biliyor olmalıydı. Birkaç gün süren bu operasyonun tamamı halkı kandırmaya ve maniple etmeye yönelik bir hamleydi.
Şiddet ve tehlikeliliğimizin sürekli propagandası, ev ve araç yerleşimlerine sıkıyönetim tarzı yapılan baskınlar, savaş başlamış gibi zırhlı araçlar ve makineli tüfekle silahlanmış polisler, oluşturulan sahte görüntülerle denetimler ve tutuklamalar, polisin militarizasyonunun gerekliliğinin iddia edilmesinden ve halkı arama yapmaya mobilize etmek amacıyla gerçekleştirilen bir sahnelemedir.
Ancak asıl amaçları, oluşturulan şiddet yanlısı suçlu imajı ile, 68 hareketinin direnişinden doğan ve dünya çapındaki devrimci ve antisömürgeci mücadelelerle bağlantılı olan, kapitalizmin şiddet ilişkilerinden kurtuluşa katkıda bulunmaya yönelik tarihsel girişimin parçası olduğu temel muhalefet tarihini depolitize etmek ve yargılamaktır.
26 yıl önce, kent gerilla projesi Kızıl Ordu Fraksiyonu (RAF) sona erdi. Ancak, RAF militanları olarak peşimize düşülen bizler için illegal hayat sona ermedi. Bizlere yönelik oluşturulmaya çalışılan algı, halk için tehlikeli, her an öldürmeye veya fiziksel zarar vermeye hazır şiddet yanlısı bir çete imajıdır, ve bunu sadece para için yapacakmışız gibi gösterilmektedir. Oysa bizim için, para uğruna insanların ölümüne veya fiziksel olarak zarar görmesine yol açacak şiddet uygulamak asla söz konusu olamaz. Banka çalışanları ya da para taşıyan güvenlik görevlilerinin travmatize edilmesi bile üzücü bir durumdur. Polis veya yargı mekanizmasının en ufak söylemine inanmak için bir sebep yoktur. Çünkü bu yapıların amacı, temel muhalefetin meşruiyetini ortadan kaldırmak ve devletin şiddetini ve baskısını haklı gösteren bir ortam yaratmaktır.
"Şiddet, burjuva toplumun temelidir: Hapishanelerin sefaletinde, burjuva gündelik hayatın altındaki gettolarda, 'iç güvenliğin' militarizasyonunda, sömürü ilişkilerinde." (Peter Brückner 1976)
Devlet şiddeti pek çok kişiyi etkiliyor: Yoksulları, sömürülenleri, marjinalleştirilenleri. Protesto edenlere ya da bu normal duruma direnenlere ve bunu verili olarak kabul etmeyenlere yöneltiliyor. Onlar, Gazze'deki soykırıma ve bu soykırıma silah sağlayan Alman hükümetine karşı gösteri yapan, bu nedenle polis copları, hapis cezası, yargı tehditleri, sınır dışı edilme tehditleri, iş kaybı ve gizli servis gözetiminin otoriter ve şiddetli bir karışımına maruz kalan ya da gösterileri tamamen yasaklanan insanlardır. Üniversiteleri işgal edenler ve bunu yaptıkları için polis şiddetine maruz kalanlar da onlardır. Filistin etkinliklerinde söyleyecek bir şeyleri olup da ülkeye girişleri yasaklananlar ya da dünyanın dört bir yanından gelen sanatçılar, yazarlar ve akademisyenler "yanlış" görüşe sahip oldukları için sergileri, konferansları ya da etkinlikleri iptal edilenlerdir. Alman resmi devlet politikalarını temsil etmedikleri için antisemitist olarak damgalanan ve bu nedenle egemenler tarafından asıl antisemitizme maruz kalan Yahudi aktivistlerdir.
Onlar, kapitalizmin bu gezegendeki tüm yaşamı yok etmesini protesto etmek için örgütlü bir şekilde sokaklara dökülen ve bu yüzden terörist ilan edilen ya da hapse mahkum edilen insanlardır. Enerji şirketleri fosil yakıtlardan kar elde etmek istedikleri için köylerinden sürülenler de onlar. Kapitalizmin bu aşırı sömürüsüne ve buna eşlik eden iklim tahribatına karşı çıkanlardır. Şirket buldozerlerinin karşısında duran ve bundan dolayı polis şiddetine maruz kalanlardır. Sonuç olarak, bugün güneyde milyonlarca insan kaçmak zorunda kalıyor, çünkü kapitalist sistem metropollerde polis coplarıyla şirketlerin kar sağlamasını dayatıyor, dünyanın tüm bölgelerini harap ve yaşanmaz hale getiriyor.
Onlar, devletin koronayı, otoriter devleti şekillendirmek için bir fırsat olarak kullandığını fark edenler ve bu yüzden ihbar edilenlerdir.
Onlar, Antifa içinde faşizm ve Nazilere karşı savaşanlardır ve bu yüzden polis ve yargı sistemi tarafından tehdit edilmekte, yeraltında veya hapislere atılmaktadırlar.
Onlar, zulme karşı örgütlenen Kürt yoldaşlardır, Batılı devletlerin savaşlarının yarattığı çılgınlığa, IŞİD'e karşı direnenlerdir ve Kürdistan'da erkek egemen yapılardan kurtuluş mücadelesi veren demokratik konfederalizmi savunanlardır. Bunun için Almanya'da PKK üyeliğinden dolayı yargı sistemi tarafından baskıya uğramakta ve yıllarca hapiste tutulmaktadırlar.
Onlar, K.O.M.I.T.E.E. olarak militarizme ve ırkçı sürgün rejimine karşı çıkan ve neredeyse 30 yıldır yargı tarafından zulüm gören ve sürgüne zorlananlardır. Son yıllarda Berlin'de tahliye edilenler de onlardır: Syndikat, Liebig 34, Meuterei, Potse-Drugstore, Köpi Wagenplatz. Suçlu yatırımcıların çıkarları için ve kolektif ve dayanışmacı yaşam ütopyasına karşı polis terörü ve baskı. Onlar, kiralarını ödeyemedikleri için polis tarafından tahliye edilenlerdir.
Onlar, her gün, zenginliğin ortasında çadırlarda veya köprü altında yaşamak zorunda bırakılanlardır. Onlar, kitlelerin kiralarını ödeyemedikleri dönemlerde artık yaşamlarını sürdürebilmek için ev işgal etmek, mülkiyet hakkı olgusunu reddetmek için dünyadaki her türlü ahlaki hakka sahip olduklarını bilenlerdir ve bunun için polis ve yargı sisteminin çarklarında sıkışacaklardır. Onlar, güvencesiz çalışma koşullarında olan kitlelerdir. Emeğini ucuz ücrete satmak zorunda kalanlardır. Sabah akşam sömürülen ve maaşları yaşamlarını sürdürmelerine yetmeyenlerdir.
Onlar, hücre hapsi uluslararası alanda beyaz işkence olarak yasaklanmış olmasına rağmen hapishanede ya da kapalı psikiyatri koğuşlarında tecritte tutulanlardır. Alman polisinin ırkçılığı tarafından her gün tehdit edilenler ya da siyah olduğu için Dessau karakolunda elleri ayakları bağlı ve en ufak bir hareket imkanı olmadan diri diri yakılan Oury Jalloh'dur. Dortmund polisinin kurşun yağmuru altında makineli tüfekle vurularak ölen ve katilleri için bir saniye bile tehlike arz etmeyen mülteci, çaresiz genç Mouhamed Dramé'dir. Kürt özgürlük hareketinin afişini astığı için polis tarafından sırtından vurularak öldürülen 16 yaşındaki silahsız genç Halim Dener'dir. Onlar, NSU tarafından katledilenlerdir, çünkü göçmen kökenliydiler. Ve bu katliamlar, yıllarca devlet takibinden uzak, Alman istihbarat servisleriyle bağlantılı olarak işlenmiştir.
Onlar, savaşlar, iklim felaketi ve yoksulluk nedeniyle göç etmeye zorlanan ve Akdeniz'de binlercesi boğularak hayatını kaybedenlerdir, Alman ve AB sınırlarından geri çevrilenler veya geri gönderme merkezlerinde tutulanlardır.
Onlar, eski Yugoslavya'ya sipariş edilen NATO savaş uçaklarıyla hayatı söndürülen binlerce kişidir. Alman hükümetinin "Bir daha asla Auschwitz" sloganını savaş narasına dönüştürüp, bununla yönetilen ve emir verenlerdir. Onlar, Afganistan'da NATO bombalarıyla soğukkanlı bir şekilde öldürülen 141 kişidir. Bu katliam, ABD askerlerinin bu kişilerin siviller olduğu hakkında kendisini bilgilendirmesine rağmen, Alman Bundeswehr askeri Klein tarafından emredilmiş ve Klein Alman hükümeti tarafından generalliğe terfi ettirilmiştir.
Onlar, artık bu düzene katlanamayan, ağır uyuşturuculara bağımlı hale gelen ya da hayatlarına son vermeyi tercih eden on binlerce ya da daha fazla kişidir. Onlar, savaşa karşı duranlardır, kapitalist devletin faşistleşmesine ve militarizasyonuna direnen herkestir. Tüm bunları basitçe kabul etmek istemeyenler, karşı koyanlar, boyun eğmeyenlerdir. Tepesi ve tabanı olmayan, tepeyi tabandan koruyan polis ve asker şiddetinin olmadığı, tüm tahakkümlerden kurtulmuş bir dünya için ayağa kalkanlardır. Kapitalist sistemdeki gerçek şiddet koşulları hakkında size bir iki şey söyleyebilecek sayısız insan var.
Ancak, kapitalizmin alternatifi olmaması gerektiği konusunda ortak bir çıkarı paylaşan kapitalizmin savunucuları, dünyanın neresinde olursa olsun isyan edenlerin, keder ve öfkeleri kolektif direnişe dönüşenlerin sözde şiddetinden bahsetmeyi çok severler. Fakat kendi şiddetlerinden, kapitalist sistemin yapısal ve acımasız şiddetinden, neredeyse hiç bahsetmezler.
Asıl konuşulması gereken bu şiddettir.
KAPİTALİZMİN YAPISAL ŞİDDETİ - DEVRİMCİ ÖZSAVUNMA - KURTULUŞ
Devrimci solun bir parçası olarak, zora dayalı bir düzenin hiçbir meşruiyeti olmadığına ve bu düzenin özgürleştirici bir şekilde aşılabileceğine inanıyorduk ve hala inanıyoruz. Her türlü şiddet ilişkisini nefretle reddediyor ve şiddet, ölüm ve sefalet üzerine kurulmamış bir dünyanın özlemini duyuyoruz. Kapitalizmin şiddetini, insanın insan üzerindeki tahakkümünü, sömürüyü, militarizmi ve savaşı sona erdirmeye ve farklı bir toplumsal gerçekliğe dönüştürmeye katkıda bulunmak için yola çıktık. İnsanlığın kurtuluşu, özgürlüğü ve kendi kaderini tayin hakkı için verilen mücadeleler tarihinde bütün isyan edenlerin bir parçasıydık.
Şunu varsaydık: Küçük bir azınlığın karına, insanların siyah ve beyaz, zengin ve yoksul ya da kadın ve erkek olarak bölünmesine bağlı olmayan, şiddet içermeyen bir toplum tahayyülü ile ilgili soruları ortaya atan herkes, kaçınılmaz olarak bir noktada sistemin yapısal şiddeti, devrimci bir karşıt hareket ve devrimci özsavunma sorunuyla yüzleşmek zorundadır.
KRİZ BAĞLAMINDA DEVLET GÜVENLİK AYGITININ BİZE KARŞI SALDIRGAN TUTUMU
Bize yönelik saldırgan tutum, kapitalist ve emperyalist düzene karşı temel bir muhalefet düşüncesinin ve anlatısının itibarsızlaştırılması amacıyla şekilleniyor. Kapitalist düzen şu anda çok yönlü ve kapsamlı bir krize girmiştir. Kapitalizm için varoluşsal olarak gerekli olan büyüme olanakları giderek sınırlarına ulaşmaktadır. Bunun sonuçları ağırlaşacak, daha da artacaktır: Yoksulluk, toplu işten çıkarmalar ve refah devleti programlarının tasfiyesi.
Krizin faturasını en tepedeki on bin kişi değil, en alttakiler ödüyor: Emekli maaşıyla geçinemeyen yaşlılar; artan gıda fiyatlarının varoluşsal bir sorun haline geldiği, devletin sosyal yardımlarına muhtaç olanlar; artık kiralarını ödeyemeyenler; hayatta kalabilmek için daha da güvencesiz iş arayanlar; iş bulma merkezlerinin her yeni sıkılaştırma ile disipline edilmeye çalışan işsizler; eroinmanlar. Gençler (özellikle yoksul mahallelerden) ya da şiddet mağdurları, destek alabilecekleri ya da bir araya gelebilecekleri alanlardan mahrum bırakılmaktadır.
Siyasetçiler ve polis, sanki toplumun sorunu onlarmış gibi göçmen çetelerden bahsetmeyi sever. Ama Hohenzollernler ya da Quantlar gibi devasa servetlere sahip çetelerden hiç bahsetmezler, halbuki bunlar kapitalizmin çılgınlığını temsil eden ve bu çılgınlığa ortak olan kişilerdir. Dünya çapında, en zengin 85 kişi, en yoksul 3,5 milyar insanla eşdeğer bir servete sahiptir.
KORKU, BASKI VE İTAAT İÇİN DİSİPLİN - SINIF YARGISI
Yargı, otoriter devletin krize müdahalesi sırasında giderek daha fazla insanı cezalandırıyor: Fakir zavallılar, sözde ya da gerçekten pastadan pay almak istedikleri için "seve seve" hapse atılabiliyor. İşsizlik maaşına "haksız yere" birkaç avro fazla aldığı iddia edilenler ya da gösterilerde egemenlerin çıkarları doğrultusunda "yanlış" slogan atanlar mahkum ediliyor. Ancak, zenginler ve iktidardakiler, örneğin Cum-Ex skandalına karışmış kapitalistler, milyarderler ve siyasetçiler, milyonları kendi hesaplarına geçirseler de dokunulmaz kalıyor.
Otoriter kriz devleti, polis ve gizli servislerin silahlandırılması gibi iç militarizasyonun yanı sıra dış militarizasyona da öncelik vermektedir. Bu, polis, ordu, savunma sanayi ve savaşlar için devasa meblağların harcandığı anlamına geliyor. Oysa yoksulluk içinde olanlara ya da diğer ihtiyaç sahiplerine çok az şey ulaşıyor. Aşağıdan yukarıya doğru devasa bir yeniden dağıtım süreci yaşanıyor. Egemenlerin kriz yönetimi, "ulusal toplumu" canlandırmayı ve kitleler için "kemerleri sıkmayı" amaçlamaktadır. Yönetim politikalarının sonuçları olarak yoksullaşma ve sosyal erozyondan veya sığınma hakkını neredeyse hiçbir şey kalmayıncaya ya da yalnızca sermaye tarafından kullanma değeri olanların metropolde yaşama hakkı oluncaya kadar yok ettiklerinde bunu böyle adlandırıyorlar.
Solingen ve Mannheim'da meydana gelen iki bıçaklama olayı, kapsamlı bir polis yığınağını, sınır kontrollerini, iltica hakkının kaldırılması sürecindeki ileri adımları ve toplu sınır dışı edilmeleri haklı çıkarmaya yetti. Öte yandan 2023'teki 360 kadın cinayeti egemenleri hiçbir şey yapmaya sevk etmedi. Bugün Müslüman nüfus ve mülteciler, bir "ulusal cemiyet" inşa etmek için kullanılan, yukarıdan istenen ve yaratılan düşman imgeleridir. Egemenler, sorunların nedeninin onlar olduğunu iddia ederek, geniş halk kesimlerinin hoşnutsuzluğunu bölerek yönlendiriyor, temel sorunların nedeninin kendileri ve kapitalizm olduğu gerçeğini gizliyorlar.
Düşman imgeleri otoriter, baskıcı politikaları meşrulaştırmak ve geniş bir mutabakat yaratmak için kullanılabilir. Bu, özellikle sosyal devrimci ve antikapitalist solun bulunmadığı zamanlarda işlev görür. Yeni faşist sağın ve tüm burjuva yelpazesinin fikir birliği ortadadır.
İnsanlığın büyük sorunları: Ekolojik yaşam koşullarının tahribatı, milliyetçilik, savaş ve yoksulluk kapitalizm koşullarında nesnel olarak çözülemez. Antifaşizm, antikapitalist olmalıdır, aksi takdirde etkisiz kalır.
Avrupa genelinde radikal sağın yükselişi, kapitalizmin süregelen ve büyüyen krizinin bir ifadesidir ve giderek daha fazla AB ülkesinde, İtalya, Hollanda, Avusturya, Fransa ve AB düzeyinde, yönetici elitlerle bütünleşen sağ partiler, kapitalizmi sorgulamayan sahte çözümlerle dışlanmışlara ya da toplumsal çöküşten korkanların bir bölümünü arkalarında toplamaktadır. Avrupalı seçkinler ve sağ partiler uzun zamandır programlarında aynı kriz çözümünü benimsemiştir: İtaatsizlere karşı otoriter bir devlet, refah devletinin tasfiyesi, yoğun silahlanma ve savaş kapasitesinin arttırılması, polisin silahlandırılması ve yetkilerinin arttırılmasının yanı sıra polis ve gizli servisin toplumu kontrol etmesi, milliyetçilik, krizin günah keçisi olarak göçmenler ve kitlesel sınır dışılar. Almanya'da da AfD'den Yeşiller'e kadar yeni faşist sağın ve sözde merkezin tüm partileri bu konuda birleşmiş durumdadır. Yeni faşist sağın ırkçılığına ve "Alman halk cemiyeti" vizyonuna, burjuva devletin ırkçılığı ve aynı vizyonuyla anlamlı bir şekilde karşı konulabileceğini ummak bir yanılsamadır. AfD'nin ve diğer Avrupalı sağ partilerin vizyonları uzun zamandan beri egemenlerin fikir birliği haline gelmiştir ve geleceğe giden yolu işaret etmektedir.
İnsanlığın büyük sorunları, ekolojik yaşam koşullarının tahribatı, savaş ve yoksulluk, kapitalizm içinde nesnel olarak çözülemez. Mevcut kapsamlı kriz, bunların katalizörü olmuş ve dünyayı olası bir askeri, nükleer ve iklimsel uçuruma doğru sürüklemektedir. Çözüm ancak insanlığın, kapitalizmin doğasında var olan büyüme dürtüsünden kurtulmuş, antikapitalist ve tahakkümsüz bir örgütlenmesinde aranabilir. Bu perspektiften bakıldığında, krizle birlikte ortaya çıkan devlet ve toplumdaki radikalleşmeye, ancak alternatif bir düzen bulmanın yolları aranarak karşı konulabilir. Toplumsal sorunlar, hem içeride hem de dışarıda savaşa ve militarizasyona karşı direniş, kapitalizmin gezegeni ekolojik olarak tahrip etmesine karşı direniş ve dayanışmacı enternasyonalizmin örgütlenmesi bu yolu zorunlu olarak birlikte çizmektedir.
Batı'nın küresel hegemonyasını kaybetme tehdidine karşı verdiği mücadelede, egemenler militarizasyona bel bağlıyor ve üçüncü dünya savaşı ölçeğinde bir savaş planlıyorlar.
Otoriter devletin çağındayız. Bu, şüphesiz tehditkar bir toplumsal durumdur. Ancak bu, aynı zamanda kapitalizmin artan bir istikrarsızlık dönemine girdiğini de gösteriyor. Kar hırsı, her geçen gün daha zorlaşan birikim olanaklarına ihtiyaç duyuyor. Kapitalizm, krizden krize sürükleniyor. Bu, savaşların, toplumsal çalkantıların ve halk ve ulus üzerine gerici bir dönüşün dönemi. Ancak bu durum aynı zamanda, egemenlerin kontrolü kaybetme ihtimalini ve "ne yapmalı?" sorusunu gündeme getiriyor. Gelecekte, sömürü ve baskı ilişkilerini kolektif süreçlerle sorgulayan ve bunlarla mücadele eden sınıf mücadelelerinin gelişip gelişmeyeceği sorusu ortaya çıkıyor. Toplumsal bir dönüşümün nasıl gerçekleştirilebileceği soruları, sosyal ve ekonomik erozyonlar, artan askeri güç müzakereleri ve gezegenin ekolojik olarak geri döndürülemez şekilde tahrip edilmesi çağında her zamankinden daha acil ve günceldir.
ÇEMBER KAPANIYOR
Tarihin devrimci kavramları, kapitalizmi aşmak için yanıtlar sağlayamadı. Yine de, değişen koşullarda, temelde aynı sorularla karşı karşıyayız.
İLLEGALİTE, DAYANIŞMA VE 'TERÖRİSTLER'
Onlarca yıllık ilegalite koşullarında pek çok insanla tanıştık. Dostlar, müttefikler, komşular, ev arkadaşlarım ve niceleri. Uzun yıllar geçmişimi bilmeyen insanlarla birlikte yaşadım. Bir kaçak olarak kendi illegaliteniz hakkında konuşmanız mümkün değildi. Lütfen bunu anlayışla karşılayın.
Birlikte geçirdiğimiz bu zaman sona erdiğinde baskılar da başladı. Otoparklar ve ev aramaları, yerel savaş simülasyonları... Hiç istemediğim bir şeydi, ama sonunda artık benim elimde değildi. Devrimci ve özgürleştirici mücadelelerin ardından baskı gelir. Ve özgürleşme mücadelesi adaletsizliğe karşı zafer kazanana kadar da böyle olacaktır. Bizler, tahakküm ve köleler var olduğundan beri dünya çapındaki isyanlar tarihinin bir parçasıyız. Ataerkillik, kapitalizm ve sömürgecilik insanlığın kötülüğü olduğundan beri var olan isyanların tarihinin bir parçasıyız. Bu perspektiften bakıldığında, baskının sorumluluğu egemenlere aittir, başka kimseye değil. Baskı bir tahakküm aracıdır. Benim bakış açıma göre, buna tek bir yanıt verilebilir: Dayanışma.
Bugün Daniela'ya karşı yapılan baskıya karşı birleşin!
Kamuoyu oluşturun! Dayanışma gösterin!
Uzun ilegalite döneminde birçok insan bizi nasıl tanıdıysa işte öyleyiz ve öyleydik de. Şiddet ilişkileri üzerine tartışmalar, ataerkil şiddet, yoksulluk ve ırkçılık, diğer pek çok şey gibi, bu süre zarfında insanlarla karşılaşmalarda ve dostluklarımızda yankılandı, benim ve bizim hayatlarımızın bir parçası oldu. Yıllarca süren illegalite deneyimimizde başkalarıyla yaptığımız çoğu şey, başkalarıyla birlikte kat ettiğimiz yollar, kapitalist şiddet ilişkilerinin ötesinde dayanışmacı ve özgürleştirici bir gerçeklik arayışını anlatıyor. Bu dönemde başkalarıyla kurduğumuz bağ, gerçekliğimizin, nasıl ve kim olduğumuzun aynasıdır.
Egemenlerin tarih yazımında, kapitalist sisteme karşı temel direniş, suç, şiddet ve terör olarak gösterilmektedir. Yaratılan algı, gerçeği değiştirerek kapitalist düzenin yapısal şiddetinin insanlığın büyük sorunu olduğunu gizlemeyi amaçlar. Üretilen "terörist" imajı, kapitalist şiddet ilişkilerine karşı direniş tarihini depolitize etmeyi, bölmeyi, devlet zorunu ve kapitalist sistemin şiddet ilişkilerinin dünyadaki pek çok insan için gerçekte sadece terör olduğu gerçeğini gizlemeyi amaçlamaktadır.
"Kulübelere barış, saraylara savaş!" (Georg Büchner, 1834)
Protestodan direnişe geçen herkes "terörist" olarak damgalanabilir. İsyanların ve direnişin sayısız hikayesi buna tanıklık eder: Klaus Störtebecker, Thomas Müntzer, Georg Büchner; 1885'te gerici Alman İmparatorluğu'na karşı isyan eden ve idam edilen sosyal devrimci, anarşist August Reinsdorf; Konsey komünisti, KPD eleştirmeni, Kızıl Yardım aktivisti, ilk kent gerilla uygulayıcılarından ve 1920'lerdeki işçi ayaklanmalarının militanı Karl Plättner; Olga Benario, Georg Elser, Phoolan Devi, Durruti, Che Guevara, Angela Davis, Ulrike Meinhof, Sigurd Debus, Patrice Lumumba, Nelson Mandela, Assata Shakur, Sakine Cansız, Mumia Abu Jamal... İster Paris Komünü, ister Siyah Jakobenler - 1791'den itibaren Avrupa sömürgeciliği tarafından Haiti'de köleleştirilmiş kurtuluş için savaşan ve antisömürgeci devrimi gerçekleştiren insanlar; ister Nazi faşizmine karşı birçok Avrupa ülkesindeki partizanlar, ister İspanya'da askeri diktatörlüğe karşı CNT anarşistleri, ister Kara Panterler'in devrimci mücadelesi, 2 Haziran Hareketi, Kızıl Zora ya da ANC'nin apartheid'a karşı direnişi - bunların hepsi egemenlerin propagandasında "teröristler"di.
TERÖR BİZİMLE DEĞİL, AMA EGEMENLERLE VE KAPİTALİST SİSTEMLE ÇOK İLGİLİ
Terör kavramının, tarihin özgürleştirici hareketlerinin devrimci özsavunması olan ve yalnızca ve özellikle egemenlere karşı yöneltilen devrimci karşıt şiddetle hiçbir ilgisi yoktur. Terör, egemenliğin sağlanması ya da güvence altına alınması için ayrım gözetmeksizin uygulanan şiddeti tanımlar. Burjuva toplumunda "terörist" kavramı, diğer şeylerin yanı sıra, egemenlerin kendilerini suçlamaları ve tanımlamaları olarak gerçek bir anlam kazanır ve manipülatif bir ifade olmaktan çıkar. Bugün "terörist" kavramı, her şeyden önce bir tahakküm aracıdır. Sömürü, baskı, Frontex rejimi, sınıf yargısı ve hapishane sistemi; kapitalist merkezlerin güdümünde ve her Alman federal hükümetinin tarihsel sorumluluğuyla açlık, savaşlar, darbeler ve askeri diktatörlükler: Milyonlarca ölü artık sayılamaz hale geldi - terörün bizimle değil, ama onlarla ve düzenleriyle çok ilgisi var.
DAYANIŞMA SINIR TANIMAZ
Bir zayıflık durumunda, bu çok şey ifade etti ve cesaret verdi: Daniela'nın özgürlüğü için Mart ayında Berlin'de yapılan dayanışma gösterisi ve biz illegalitedekilerle olan dayanışma, otopark ve ev baskınlarına karşı, provokasyonlara ve tüm devlet terörüne karşı yapılan gösteriler; Vechta'daki hapishane önündeki dayanışma eylemleri, duvar yazıları ve Avrupa'nın çeşitli ülkelerinde yapılan dayanışma gösterileri.
Otuz yılı aşkın bir süre boyunca, burjuva toplumunun bize öngördüğü hapse atmak ya da vurmak dışında hiçbir seçenek sunmadığı yollar dışında, kolektif bir şekilde örgütlenebildik. Tüm iniş çıkışlara rağmen, yabancılaşma, yalnızlaşmayı ve metalaştırmayı, kapitalist normaliteden farklı bir toplumsal gerçekliğin ortaya çıkabileceği bir yaşam sürmenin yollarını bulabildik. Kimse bunu bizden alamaz. Bu, aşağıdan tarih yazımının bir parçası olarak kalacak.
Dayanışmamız bu düzene karşı dün, bugün veya yarın isyan eden, etmekte olan veya edecek olanlarla dayanışmadır.
Daniela - her gün bir hapishane hücresinde kilitli. Ve bu, koşulların karanlık gerçeği gösteriyor: Belki bazı yasaları yanlarında bulunduruyorlar, ancak meşruiyetleri yok. Yüzyıllar boyunca sayısız insanın bu koşulları aşma çabaları, her şeyin olduğu gibi kalmasını isteyen, insan özgürleşmesi ve kurtuluşunun yanlış, adaletsizliğin doğru olduğunu ilan edenlerin şiddetine karşı, yaptığı tarihsel girişimler tamamen meşruydu ve meşru olmaya devam edecektir.
Nazizm sonrası Alman devleti, Nazi faşizminin suçlularını neredeyse hiç cezalandırmamış olan yargıyı, bugün Daniela'ya karşı yıllarca sürecek gösteri mahkemeleri düzenlemeyi planlıyor. Bu süreçlerde, Daniela tarihteki temel karşıtlığın sembolü olarak yargılanacak ve uzun yıllar hapis cezasına çarptırılacaktır. Devlet, sadece Daniela'yı değil, itaat etmeyen, kapitalizme ve dolayısıyla gezegenin yok olmasına başka bir alternatif olmadığına inanmayan herkesi hedef alarak caydırıcılık peşindedir. Bu şarlatanlık, geçmişi ya da bakış açıları ne olursa olsun, kapitalizmin tarihin son kelimesi olmasını istemeyen herkesi ilgilendiriyor.
DAYANIŞMA GÖSTERİN!
Che Guevara'nın dediği gibi, imkansızı mümkün kılmak bugün insanlık için varoluşsal bir anlam taşıyor: "Bir çağın dönüşü"nün uçurumlarına karşı kolektif süreçlerde sistemik alternatifi yeniden düşünmeyi ve bunun için kolektif ve uluslararası düzeyde mücadele etmeyi öğrenmek; egemenlerin kapitalizme alternatif olmadığı - "there is no alternative" - mantığını içimizde ve tüm ilişkilerde kırmaktır. Kapitalizmin sistemik ve toplumsal olarak aşınması anlamına gelen çığır açıcı değişimin tarihsel penceresi şu anda daha da genişliyor. Koşulların daha da kötüleşmesiyle birlikte, yeni bir barbarlık çağı insanlığı tehdit ediyor. Sadece sosyal devrimci bir karşıt hareketin bu duruma alternatif oluşturması mümkün.
"Ya sosyalizm ya barbarlık" - Rosa Luxemburg'un 1919'da öngördüğü ve tarihsel gerçekliği doğru bir şekilde tahmin ettiği gibi, Birinci Dünya Savaşı ve dönemin küresel ekonomik krizinin ardından, aşınan kapitalizm ve devrim penceresi açıldı. 1918'den 1923'e kadar Almanya'daki işçi hareketi, devrimci feministler, anarşistler ve komünistler sosyalist devrimi gerçekleştirmeye çalıştılar. Aynı dönemde, insanlığın büyük bir bölümü beş kıtada ayaklandı. Almanya'da, isyancı işçi hareketinin kapitalizminaşma girişimi başarısız oldu. Bu, sonraki barbarlık dönemini engellemenin tek yolu olabilirdi. Sosyalist devrim denemesi bastırıldı ve geriye Almanya'da faşizmin Nazizm biçimini alarak İkinci Dünya Savaşı'na ve Auschwitz'e yol açan kapitalizm kaldı.
Bugün kapitalizmin derin krizi ve küresel dönemsel değişimlerle birlikte, 'ya sosyalizm ya barbarlık' tarihsel momenti açık bir eğilim olarak artan bir hızla yeniden ortaya çıkabilir. Burjuva-faşist-kapitalist partilere saplanıp kalmak, Alman kriz devletinin ve AB'nin giderek artan bir otoriterliğe ve savaşa dönüşmesini engelleyemeyecektir. Burada kurtarılacak bir şey yok. Sadece aşağıdan başlayacak bir dönüşüm süreciyle kapitalizmin sona erdirilmesi bu gelişmeyi durdurabilir.
Bugün, kapitalist düzenin giderek faşistleşmesine, metropollerde de yaygınlaşan yoksulluğa, yaklaşan küresel savaşa ve gezegenin ekolojik yıkımına karşı sosyal devrimci alternatif, tarihin hatalarından ders çıkaran ve böylece özgürleşmiş bir toplum inşa etme imkanı sunan bir sosyalizm olacaktır. Patriyarkadan, sömürüden, egemenlikten ve ulustan özgür, doğanın hayatta kaldığı bir kolektif dünya.
Bu dünya, artan kriz ve geleceğin hızla büyüyen toplumsal mücadelelerinde var olan militan, yaratıcı ve çeşitli bir hareket olmadan mümkün olmayacaktır. Bu, yalnızca kendi sınırları içinde değil, daha geniş bir etki alanında hareket etmesini sağlayacak kapitalizme karşı mücadele eden sosyal devrimci ve enternasyonalist bir solun yeniden yapılandırılmasıdır. Uyuyan Güzel'in uykusuna son verelim; harekete geçmenin zamanı gelmiştir.
DANİELA İLE DAYANIŞMA!
Sürgündeki yoldaşlarla, yeraltındakilerle, Antifa ve direnen tutsaklarla, Kürt ve Türk yoldaşlarla, iklim hareketi ve dünyadaki diğer tüm özgürlükçü mücadelelerdeki tutsaklarla dayanışmayı yükseltelim!
Daniela'nın derhal serbest bırakılması talebi haklıdır.
Martin
*Kızıl Ordu Fraksiyonu'nun (RAF) eski üyesi olan ve halen aranan Martin'in (Burkhard Garweg) Taz gazetesine yeraltından gönderdiği mektup, resmi devlet dili kullanılarak yorumlanmış ve tahrif edilerek yayınlanmıştır. Martin'in mektubunun tam metni üzerinde herhangi bir değişiklik yapılmadan daha sonra, Almanya’daki Indymedia platformunda yayımlandı. Ivana Benario Indymedia'da yayımlanan Martin'in mektubunu ETHA için Türkçe'ye çevirmiştir. Mektubun aslına buradan ulaşabilirsiniz.