26 Aralık 2024 Perşembe

ÇEVİRİ | Enflasyonun işçi sınıfının zararına kontrol altına alınması

Enflasyon, ister doğudan ister batıdan gelsin, ister sürekli bir işte çalışsın ister kısmi olarak çalışsın, ister aktif emek ordusuna ister yedek orduya mensup olsun, tüm işçileri etkilediği için daha önce farklı işçi kesimleri arasında var olan çelişkileri ve dolayısıyla aralarındaki rekabeti de susturma eğilimindedir. Artan hayat pahalılığının yarattığı çaresizlik, işçiler arasında militanlığı arttırmakta ve bunun tezahürleri Avrupa'da görünür hale gelmektedir. Dolayısıyla, işçi sınıfı pahasına enflasyonu kontrol altına alma sürecinin kapitalizm için çok daha zor bir iş olduğu kesin bir şekilde ortadadır.

İktisatçılar iki tür enflasyon arasında ayrım yaparlar; "talep çekişli" ve "maliyet itişli". Talep enflasyonunun, bir veya daha fazla önemli sektörde tam kapasite üretime ulaşıldığı için arzın artırılamadığı bir durumda aşırı talep olduğunda ortaya çıktığı söylenir. Savaş zamanı enflasyonu klasik bir örnektir. Hindistan'da neoliberalizm öncesi, dirijist dönemde enflasyon, genellikle kötü hasattan kaynaklanan, talebe göre yetersiz tahıl üretiminin bir sonucuydu.

Öte yandan maliyet enflasyonu, ekonomi kilit sektörlerde tam kapasiteye yaklaşmadığı için arzın artırılabildiği, ancak sınıflardan birinin sağladığı girdi için daha yüksek bir fiyat talep ederek üretimdeki payını artırmaya çalıştığı, diğer sınıfların ise paylarını düşürmeye isteksiz olduğu durumlarda ortaya çıkar ve bu da enflasyonla kendini gösteren bir çekişmeye yol açar.

Ancak ne tür bir enflasyondan bahsediyor olursak olalım, kontrol edilebilirliği her zaman işçi sınıfı pahasına olur. Eğer bu bir talep enflasyonuysa, arzın artırılamadığı durumlarda ortaya çıkan talep fazlası, işçi sınıfının tüketim talebini kısarak, yani para-ücretlerin fiyatlarla birlikte yükselmemesini sağlayarak ortadan kaldırılır. Maliyet enflasyonuysa, işçilerin pazarlık gücünü azaltacak adımlar atarak ücretlerin payını düşürmek, yine çekişmeyi sona erdirmenin bir yolunu sağlar. Dolayısıyla, ücretlerin fiyatlarla birlikte yükselmesine izin vermemek, kapitalizmin enflasyonist yükselişler için bulduğu çaredir.

Kuşkusuz, enflasyon kontrolü, çoğunlukla üçüncü dünyada bulunan birincil meta üreticilerinin payını sıkıştırarak da aynı şekilde sağlanabilir ve tarihsel olarak bu, metropollerde en yaygın kullanılan enflasyon kontrol yöntemi olmuştur. Ancak tam da bu yöntemin yaygın kullanımı nedeniyle, birincil meta üreticilerinin küresel gayri safi üretim değeri içindeki payı (birincil metaların önemi azaldığı için değil) o kadar düşük bir düzeye inmiştir ki, bu payın daha da küçültülmesi enflasyonu kontrol etmede pek de etkili olmayacaktır. Dolayısıyla olgun kapitalizmde enflasyon kontrolü, işçi sınıfının (şüphesiz birincil meta üreticilerinin dışında) zarar görmesi dışında sağlanamaz.

Enflasyonun işçi sınıfının payının azaltılması yoluyla kontrol altına alınmaya çalışılması, enflasyonist sürecin başlamasından işçi sınıfının sorumlu olduğu anlamına gelmez. Aslında bu iki olgunun birbiriyle hiçbir ilgisi yoktur. ABD'deki mevcut enflasyonda olduğu gibi, maliyet itişi kar marjındaki özerk bir artışla başladığında bile, bu süreç ücretlerin payını sıkıştırarak, yani para ücretlerinin fiyatlarla birlikte yükselmemesini sağlayarak sona erdirilebilir ve erdirilmeye çalışılır. ABD'de ücretlerin payı enflasyon nedeniyle açık bir şekilde düşmüştür, çünkü enflasyon kar marjı itişlidir ancak Federal Rezerv Kurulu'ndan liberal ekonomistlere kadar herkes ücret payının daha da sıkıştırılmasını enflasyon için çözüm olarak görmektedir.

Kapitalizmde "anti-enflasyonist politika" olarak adlandırılan şey, sadece ücretlerin payının uygun bir şekilde düşmesini sağlamanın bir yoludur. Örneğin faiz oranlarındaki artışı ele alalım. Bankalardan borçlanmayı caydırarak aşırı talebi azalttığı varsayılır ancak etkileri sadece talebi azaltmakla sınırlıdır ve kapasite kullanımını ve istihdamı azaltmaz. Kısacası faiz oranlarındaki bir artış, Rusya'ya karşı uygulanan yaptırımlar nedeniyle şu anda olduğu gibi kendi kendine oluşan kıtlıklar da dahil olmak üzere, kıtlık durumlarında bile, daha fazla işsizliğe neden olarak işçilerin pazarlık gücünü azaltma yoluyla anti-enflasyonist bir etkiye sahiptir ve kıtlık olmadığı, sadece enflasyona neden olan maliyet baskısı olduğu zaman, faiz oranlarındaki bir artışın etkisi sadece işsizlik ve durgunluk yaratma yoluyla olur.

Ancak bu kolay bir süreç değildir: İşsizlik arttıkça işçilerin ücret talepleri otomatik olarak azalmaz. İşçilerin direnci işsizlikten olumsuz etkilenir ancak bu aynı zamanda bir dizi başka faktöre de bağlıdır. Bu da işsizlik arttığında bile paylarındaki azalmaya karşı dirençlerinin devam edebileceği anlamına gelmektedir. Her halükarda, burada dikkat edilmesi gereken nokta, enflasyonun her zaman işçi sınıfı militanlığında ve mücadelelerinde bir yükseliş yaratmasıdır.

Bugün ileri kapitalist ülkelerin birçoğunda, özellikle de Avrupa'da karşılaştığımız tam da budur. İngiltere elbette bunun klasik örneğidir. İngiltere'de Temmuz ayında enflasyon oranı bir önceki yılın Temmuz ayına kıyasla yüzde 10,1'e ulaşarak son 40 yılın en yüksek seviyesine çıktı ve İngiltere şu anda demiryolu işçileri, posta işçileri ve liman işçilerinin enflasyon nedeniyle satın alma gücünde yaşadıkları erozyonu telafi etmek için daha yüksek ücret talep ettikleri grevlerle boğuşuyor. Avukatlar ve öğretmenler bile enflasyon yükselirken ve bu yılın sonunda yüzde 13'e ulaşması beklenirken daha yüksek ücret talep ediyor.

Aynı şekilde İspanya, Yunanistan ve Belçika'da da işçiler, Avro Bölgesi'nde Temmuz ayında yüzde 8,9'a ulaşan enflasyonu dengelemek için daha yüksek ücretler talep ediyor. Geçmişte diğer Avrupa ekonomilerine kıyasla grevlerden daha az etkilenen Almanya bile daha yüksek ücret talebiyle yapılan grevlere tanık oluyor. Hollanda'da demiryolları, Almanya'da ise havayolları olmak üzere her iki ülkede de ulaşım sektöründe çalışan işçiler greve gittiler. Bu durum kış yaklaştıkça daha da kötüleşecek çünkü Rusya'ya karşı uygulanan ve Avrupa'ya petrol ve doğalgaz akışını azaltan yaptırımlar en yıkıcı etkisini o zaman gösterecek.

İşçilerin grevleri çeşitli mal ve hizmetlerin arzını etkiliyor, böylece enflasyon başlangıçta arz sıkıntısından kaynaklanmasa bile grevler nedeniyle kaçınılmaz olarak bu tür sıkıntılar ortaya çıkıyor ve enflasyonist süreci ileriye taşıyor.

Bu ölçekte grevler gelişmiş kapitalist dünyada on yıllardır görülmemişti. Neoliberal rejimin küresel çapta benimsenmesiyle birlikte sermaye son derece baskın hale gelmişti ve bu dönemde çoğu ülkede ücretlerin payı düşmüş olsa da sermayenin dünya çapında serbest dolaşımının yol açtığı rekabet nedeniyle işçilerin direnişi azalmıştı. Örneğin Avrupalı işçiler daha yüksek ücret talebiyle greve gittiğinde, zaten düşük ücretli Asya ekonomilerine taşınmakta olan sermaye, metropollerdeki ücret taleplerini hafifleten bu taşınma sürecini hızlandırdı.

2008'deki mali krizden sonra, ileri kapitalist ülkelerde, özellikle de Avrupa'da toparlanma yavaş ve en iyi ihtimalle kısmi olduğu için, işçilerin militanlığına bir kısıtlama daha gelmiş oldu; işsizlik işçilerin pazarlık gücünü büyük ölçüde azalttı. Aynı şekilde, Doğu Avrupa sosyalizminin çöküşünden sonra, doğudan batıya göç nedeniyle kıtanın batı kesiminde daha ucuz işgücü mevcut hale gelmiş, bu da işçiler arasındaki rekabeti daha da teşvik etmiş ve Avrupa Birliği'nde ücretleri düşürmüştür.

Dolayısıyla mevcut enflasyon bu senaryoda bir deniz değişikliğine işaret etmektedir. Enflasyon, ister doğudan ister batıdan gelsin, ister sürekli bir işte çalışsın ister kısmi olarak çalışsın, ister aktif emek ordusuna ister yedek orduya mensup olsun, tüm işçileri etkilediği için daha önce farklı işçi kesimleri arasında var olan çelişkileri ve dolayısıyla aralarındaki rekabeti de susturma eğilimindedir. Artan hayat pahalılığının yarattığı çaresizlik, işçiler arasında militanlığı arttırmakta ve bunun tezahürleri Avrupa'da görünür hale gelmektedir. Dolayısıyla, işçi sınıfı pahasına enflasyonu kontrol altına alma sürecinin kapitalizm için çok daha zor bir iş olduğu kesin bir şekilde ortadadır.

Ancak durumun ironik yanı, enflasyondaki bu hızlanmanın büyük bir kısmının Ukrayna savaşının ardından gerçekleşmiş olmasında yatmaktadır. Enflasyon daha önce yoktu ya da hızlanmıyordu değil, ancak bu hızlanma savaştan güçlü bir destek aldı. Avrupa Birliği'nde Ağustos 2021'de yüzde 3,2'den Ocak 2022'de yüzde 5,6'ya yükselen aylık enflasyon oranı (bir yıl önceki ilgili ayın fiyat seviyesiyle karşılaştırılarak elde edilmiştir) Temmuz 2022'de yüzde 9,8'e ulaşmıştır. Ukrayna savaşı sadece iki komşu ülke arasındaki bir çatışma değil; emperyalizmin çökmekte olan egemenliği karşısındaki çaresizliğinin bir sonucudur. Kısacası emperyalizm metropollerdeki işçi sınıfını sıkıştırarak egemenliğini pekiştirmeye çalışıyor ancak bu metropolleri daha büyük zorluklara itmekten başka bir işe yaramayacak.

*Peoples Democracy'de yayınlanan Prabhat Patnaik'in kaleme aldığı yazı, Ivana Benario tarafından ETHA için Türkçeye çevrilmiştir. Yazının aslını buradan ulaşabilirsiniz.