28 Nisan 2024 Pazar

Çelik: Yenilgiyi ilan eden şey seçim sonuçları değil, seçimlerin tek başına tayin edici bir durak olarak bellenmesidir

Marksist Teori dergisi yazarı Olcay Çelik, Sendikaorg'un "Sosyalist hareket, özeleştiri ve yeniden inşa" dosyası kapsamında sorularını  yanıtladı. Çelik, "Devrimciler rolünü oynasın, kitleler de kendi rolünü oynayacak ve faşizme karşı devrimci bir kitle hareketi illa ki yaratılacaktır" dedi.

Sendikaorg "Sosyalist hareket, özeleştiri ve yeniden inşa" dosyası kapsamında söyleşilerinin ilkini Marksist Teori dergisi yazarı Olcay Çelik ile yaptı. Söyleşi de 14-28 Mayıs seçimlerinin ardından, sosyalist hareketin muhasebe sürecini, politik rejimin yeni saldırı hamlelerini ve sosyalist hareketin krizini nasıl aşması gerektiği konuşuldu.

Çelik, sosyalist hareketin çoğunluğunun yenilgiyi seçimlerde Erdoğan'ı gönderememiş olmak üzerinden ele aldığını oysa yenilgiyi asıl ilan eden şeyin seçimlerin tek başına tayin edici bir mücadele durağı olarak kabul edilmesi olduğunu ifade etti.

Çelik'in sorulara verdiği yanıtlar şöyle:

Sosyalist hareket açısından yenilgiyi nasıl tanımlamalı, nerede aramalı? Neyin özeleştirisi verilmeli, nasıl bir özeleştiri süreci yaşanmalı?
Sosyalist hareketin çoğunluğu yenilgiyi faşist şefi seçimlerde gönderememiş olmak üzerinden ele alıyor. Oysa yenilgiyi ilan eden şey seçim sonuçları değil, daha en başta, faşist bir rejim altında seçimlerin tek başına tayin edici bir mücadele durağı olarak bellenebilmiş ve fiili-meşru mücadelenin bu hedefe feda edilmiş olmasıdır. "Kötünün iyisi", "taktik" gibi söylemlerle kitleleri Suruç katili, Madımak avukatı, faili meçhuller kraliçesi, yedek kontrgerilla aparatı, uluslararası mali sermayenin temsilcisi ve faşist rejimin bir önceki sahibinden mürekkep burjuva cephenin ardına takması ise onun seçimlere atfettiği bu çaresizce abartılı önemin doğal bir sonucudur sadece. Bir yenilgi arayacaksak, bu çaresizliği her seferinde yeniden-üreten ve meşrulaştıran mekanizmalara bakmalıyız.

'ANCAK TARİHSEL VARLIK HAKKI SORUSU YANITLANDIKTAN SONRA ANLAM KAZANABİLİR'
Sosyalist hareketin geniş bölüklerinin bu çaresizliğinin temelinde örgütlenme sorunundan önce tarihsel varlık hakkının kazanıl(ama)ması sorunu yatıyor. Bu hakkı belirleyen şey, sınıflar savaşımının verili anında kitlelerin kendi esaret ve sefaletlerine son verebilmeleri için sosyalistlere ne gibi bir ihtiyaçları olduğu sorusuna verilen cevaptır. Sosyalistler üç aşağı beş yukarı işçi-emekçilerin kendilerinin (veya burjuva partilerin) de oynayabileceği rollerin dışında, sadece kendilerinin oynayabileceği rolü oynamaya çalışmışlar mıdır? Onlara bilebileceklerinden farklı ne anlatmışlardır? Yani bir bütün olarak burjuva-faşist rejimi hedefe koymuş ve antifaşist mücadeleyi her yönü ve cephesiyle örgütlemeye girişmişler midir? Bu, niceliği değil, niteliği nasıl kazanacağınız ile ilgili; yani ne kadar örgütlenebildiğinizle değil, neye/neyi örgütlediğinizle ilgili bir sorudur. Sosyalist sol için kangren haline gelmiş kitleselleşme sorunu da ancak tarihsel varlık hakkı sorusu yanıtlandıktan sonra bir anlam kazanabilir.

'İLERİ BİÇİMLER TERÖR OLARAK GÖRÜLMEYE BAŞLANIYOR'
Bu anlamda sosyalist solun geniş bölüklerinin kendi varlıklarını işçi-emekçi kitlelerin ve/ya burjuvazilerinin varlığından ayıramadığını söyleyebiliriz. İlkinde sosyalistler kitlenin geri(lemiş) düzeyini ve örgütlenme ihtiyacını gerekçe göstererek burjuva-faşist rejimin çok yönlü teşhirini ve sınıfın savaş kurmaylığını üstlenmiyor, adeta devcileyin bir sendikaya veya dayanışma örgütüne dönüşerek, kitle hareketi ile sosyalist hareketin rolleri birbirine karıştırmış oluyorlar. Yani tersten bir ikamecilikle kendi rollerini kitleye havale etmiş oluyorlar. Bilinçli unsur olma rolünü reddeden sosyalist de aslında kendi varlığını inkâr etmiş oluyor. Burjuvazisinden kopuşamamış olanı ise illa ki ezen ulus çıkarlarından, yani şovenizmden faydalanma amacı güdüyor. Tüm bunlar iktidar bilincinden kopuşu koşullayıp, sınıf-işbirlikçi, reformist, ekonomist, parlamentarist varoluşları yeniden üretiyor. Sonucunda da hukuk zemini fetişi gelişiyor ve seçim mücadelesi kaide, fiili-meşru mücadele istisna, ileri biçimler ise "terör" olarak görülmeye başlanıyor.

'TARİHSEL VARLIK HAKKI KORUNMADAN KİTLESELLEŞMENİN BİR ANLAMI OLMUYOR'
Sosyalist hareket içerisinde kendini inkâr etmeyen, burjuvazinin şu ya da bu blokuna yedeklenmeyen, çok yönlü teşhirden tek bir geri adım atmayan, mücadelenin tüm araç/biçimlerini kullanan, yani varlık hakkını can feda bedellerle her gün yeniden kazanan devrimci bölükler elbette ki var ve olmaya da devam edecek. Ancak onların da kitleler içerisinde az çok maddi bir güç haline gelemedikleri ve müttefiklerinin savrulmalarına engel olamadıkları ortada. "Onurlu yalnızlık" faşizmi yıkmaya yetmediği gibi, yeri doldurulamayan kayıplar da halkın devrimci güçlerini büyük oranda erozyona uğratıyor. Yani nasıl ki tarihsel varlık hakkı korunmadan kitleselleşmenin bir anlamı olmuyorsa, kazanılması da örgütlenme kangreninin ağrısını azaltmıyor.

'DEVRİMCİLER ÖZELEŞTİRİ VERECEKSE DİĞERLERİ DE HESAP VERECEK'
Sonuç itibariyle bir yenilgi, kriz vb. bir şeyden bahsedecek, bunun toplamdaki görünümünü şöyle koyabiliriz: Sosyalistler, işçi sınıfı ve ezilenlerin faşizme karşı birleşik ve fiili-meşru mücadele esaslı bir kitle hareketinin yaratılmasında üzerilerine düşen rolü oynayamamışlardır. Tabii bu noktada sosyalist hareketin farklı bölükleri için farklı eleştiri-özeleştiri süreçlerinin yaşanması gerektiğini ve siyasal sorumluluk açısından ikisinin asla denk tutulamayacağını belirtmiş olalım. Devrimciler özeleştiri verecekse, diğerleri önce "hesap" vermek zorundadır. Çünkü ilki sadece başaramamışken, ikincisi kitleleri aldatmış, zihinlerini bulandırmıştır.

Seçimin politik toplumsal sonuçlarından hareket edersek, politik rejimden hangi saldırı hamlelerini beklemeliyiz? Sosyalist hareket hangi çatışmalara hazırlanmalı?
Faşist rejim 20 Temmuz 2015'ten beri devrimci öncüleri başta olmak üzere Türkiye işçi sınıfı ve Kürt halkına karşı aktif bir savaş yürütüyor. Bu son 8 senede görmediğimiz saldırı türü ve yoğunluğu zaten kalmadı desek yeridir. Faşist şef devrimci iradeyi bitirip teslim alamadı elbette ancak kendi yolunu da şimdilik büyük ölçüde düzledi. Yine de halkın devrimci güçlerine saldırıların hız keseceğine yönelik hiçbir işaret yok. Aksine, düzey devamlı artıyor. Örneğin, bugün Medya Savunma Alanlarındaki sömürgeci savaşta kimyasal silahlar kullanılıyor, yurtsever ve komünist önderlere Rojava'da SİHA'larla, Avrupa'da ajanlarla suikastlar düzenleniyor, devrimciler ağırlaştırılmış müebbet hapis cezalarına çarptırılıyor.

'MİLLET İTTİFAKINI AKP'YE ÇARE GÖREBİLENLERİN İYİ NİYETİNİN SINIRI OLMAYABİLİR'
Belki saldırının yeni hedeflerinden bahsedebiliriz. Örneğin, faşizmin silindirle düzlediği zeminde başarılı sol siyaset yaptıkları zannına kapılanların veya siyasi mücadeleye yanaşmamış sendikalar, dernekler ve STK'ler gibi kitle örgütlerinin dahi en ufak bir hak arama eyleminde devlet terörünün açık hedefi olmaları, kapatılmaları çok da uzak bir geleceğin konusu değil. Bu, Türkiye kapitalizminin varoluş dinamiğinin zorunlu bir sonucu. Dünya kapitalizminin yıllardır aşamadığı ve aşması da beklenmeyen inişli-çıkışlı durgunluk evresini ucuz üretim yapan, ithalata bağımlı, yüksek dış borçlu bir mali-ekonomik sömürge olarak yaşayan Türkiye kapitalizmi, batmamak için işçisini daha da ucuz, güvencesiz ve örgütsüz hale getirmek ve Kürt halkına karşı savaşı yükseltmek zorunda. Sinekten yağ çıkarmanın zorlaşması en ufak direniş damarına bile cephe savaşı mantığıyla yaklaşmayı gerektiriyor. Dün bunun önünde seçim gibi bir engel varken dahi siyasi kırımdan bir an olsun vazgeçmemiş bir iktidarın şimdi bir "yumuşama" yaşamasını kim, neden beklesin ki? Gerçi AKP'nin iktidara gelirken uyguladığı burjuva değişim programından dahi geride bir program açıklayan Millet İttifakını AKP'ye "çare" görebilmiş olanların iyi niyetinin pek de sınırı olmayabilir!

Sosyalist hareketin krizini aşmak için ne yapmalı; kimle yapmalı, nasıl bir kadro ve kitle politikasıyla yapmalı? Nasıl yapmalı; hangi söylem, araç ve yöntemlerle yapmalı? "Sol birlik" ve "ittifak" meselesine nasıl yaklaşılmalı?
Seçim süreçlerini bir kenara bırakırsak, bugün bin bir emekle omuzlanan ekonomik-demokratik mücadelelerin bir kanaldan, bir bütün olarak faşizme karşı yürütülmeye çalışılan devrimci mücadelenin ise apayrı bir kanaldan yürüdüğünü (ve ikisinin de pek başarılı olamadığını) görüyoruz. Kendini her geçen gün daha fazla dayatan kitleselleşme ihtiyacının devrimciliğin reddine gerekçe yapılamayacağından bahsediyorsak eğer, haliyle çareyi de ilkine, yani ekonomik-demokratik mücadelelerinin dar sınırlarına geri çekilmekte ve "devrimciliğe bulaşmadan" bir süre kitleler içinde kök salmakta arayamayız. O halde faşizme karşı devrimci kitle örgütlenmesinin nasıl mümkün olacağı sorusunu somut olarak cevaplamak zorundayız.

'SOSYALİSTLERİN GÜVEN BAĞLARINI TEKRAR KURABİLMELERİ'
Önce şunu belirtelim, evet, belki işçi-emekçilerin sınıf bilinci edinmeleri ve devrimcilerin safında örgütlenmeleri için önce uzun uzadıya ekonomik-demokratik mücadele uğrağından geçmeleri gibi bir zorunluluk yoktur. Ancak sosyalistlerin kitlelerle kopmuş/kurulamamış olan güven bağlarını tekrar kurabilmeleri için onların dolaysız sorun ve mücadelelerine çok daha fazla "gönül indirmeleri" ve burjuva-faşist rejimin çok yönlü siyasi teşhirini dışarıdan çağrılarla değil, tam da onların giriştikleri bu irili ufaklı mücadelelerinin içerisinden yapmalarına ihtiyaçları vardır. Doğru sözün işe yarar eylemle buluşacağı kilit nokta burasıdır.

'ENGELLER KOŞULLARDA DEĞİL SOSYALİSTLERDEDİR'
Bu dolaysız mücadelelerin dar sınırlarına hapsolma riski hep güncelse de bu bir mazeret olamaz. Kaldı ki, devrimci kitle örgütlenmesi ekonomist/reformist örgütlenmeye kıyasla bugün çok daha mümkündür. Zira kitlelerin neredeyse artık tek bir ekonomik-demokratik sorunu yoktur ki, iyileşmesinin dahi bir bütün olarak bu düzenin yıkılmasını gerektirdiği her geçen gün daha fazla görülmesin ya da işçilerin tek bir mücadelesi kalmamıştır ki, söz-eylem-örgütlenmeye dair hak kırıntılarını kullanmaya kalktıklarında dahi ceberut devlet aygıtını daha ilk günden karşılarında bulmasınlar… Bu durumda, birlikte direndiğimiz işçilere "sendikal mücadele yürütme hakkı" için bile önce siyasi mücadele yürütmeleri gerektiğini söylediğimizde bunu kavrayamayacaklarını, Kürt halkı ve mülteciler ile kendi taleplerinin çelişik değil, çakışık olduğunu göremeyeceklerini ve faşizme karşı savaşın önderliğini üstlenemeyeceklerini nasıl iddia edebiliriz ki? Engeller koşullarda değil, sosyalistlerdedir.

'ANTİFAŞİST CEPHE BİR DEMOKRATİK DAYANIŞMA KURUMU DAHİ İNŞA EDEMEYECEĞİMİZİ AÇIK HALE GETİRMİŞTİR'
İttifaklar ve birleşik mücadele meselesine gelince… Sonuç itibariyle elimizde "Antifaşist Cephe" taktiğinden daha ileri bir taktik yok. Ancak "faşizme karşı en geniş birlik" fikrinden en geri mücadele düzeyinde bir araya gelişi anlamaya devam edeceksek, değil antifaşist cephe, bir demokratik dayanışma kurumu dahi inşa edemeyeceğimiz herhalde yeteri kadar açık hale gelmiştir. Giderek azalma eğilimindeki nicelikleri yan yana getirmeye uğraşmanın yeni bir nitelik doğurmasını bekleyemeyiz. Bu noktada, yaklaşan yerel seçimler sebebiyle sandık ve parlamento merkezli siyasi aklın bizi tekrar esir almasına engel olma sorumluluğumuz var. Belediyeleri üçüncü kez kayyumlara teslim edecek ya da bir burjuva bloku diğerine üstün kılmayı vazife edinecek bir "başarıya" odaklanmaktan (bari bu sefer) uzak durulmalı. Niteliksel sıçramaya katkı sunacak olan bir ittifak için, fiili-meşru mücadeleyi ve kitle şiddetini esas alacak ve işçi-emekçi kitleleri bayrağı altına çağırabilecek devrimci bir siyasi merkezin (yeniden-)inşasına girişmelidir. Böyle bir merkez, burjuva partiler dışında kategorik olarak kimseyi dışlamamalı, ancak fiili-meşru mücadele ve kitle şiddetinin kaldıracı değil, tıkacı olacak olan bölükleri dışarıda bırakabilmeyi de bilmelidir.

'DEVRİMCİLER ROLÜNÜ OYNASIN, KİTLELER DE KENDİ ROLÜNÜ OYNAYACAK'
Elimizdeki şeylere şu haliyle bir reçete diyemeyeceğimiz açık. Dolayısıyla, eğer sosyalist hareket olarak bir atılım yaşama gayretindeysek, bu süreci yürütecek kadroların da "emekçi" niteliklerinden daha çok yaratıcı, önder niteliklerinin öne çıkmasına, yani kolektif-etkin bireyin "etkin" yanının ağır basmasına ihtiyacımız olacaktır. Öte yandan, karşı-devrimci tasfiyeci saldırı ve kuşatmanın kadrolar nezdinde ideolojik kanamaya yol açtığı bilinen bir şey. Bu sebeple, kitleler yarın ekmek ve özgürlük için ayağa kalktığında hem onların içerisinde olabilecek güven bağı ve örgütlülüğe, hem de onları rejime yöneltecek ideolojik berraklığa sahip kadro rezervimizi bir an evvel yerine koyup, arttırabilmemiz için ideolojik mücadeleyi misliyle yükseltmemiz elzem.

'DÖVÜŞMEYİ VE ÖRGÜTLENMEYİ ÖĞRENMEMİZ GEREKİYOR'
Son olarak belirtmeli ki, her şeyden önce bir devlet biçimi olarak varlık amacı kitlelerin kendi mücadele kanallarını giderek daha fazla felç ve imha etmek olan faşizm altında yasal/açık çalışmanın sınırları giderek daha fazla daralacaktır. Yani örgütlenmenin yasadışı/gizli biçimlerine eskisinden çok daha fazla ağırlık vermemiz gerekmekte. Dayak yemek istemiyorsak, hukuk zeminine duyduğumuz karşılıksız aşkı sonlandırıp, dövüşmeyi öğrenmemiz ve örgütlememiz gerekiyor. Bu sürecin olumsuz yanı, bu kapasiteye sahip fazlaca kuvvetimizi yitirmiş olmamız. Olumlu yanı ise, mutlak yoksullaştırmaya her serzenişinde faşizmin balyozunu giderek daha dolaysız şekilde ensesinde hissedecek olan halkımızın yasadışı/gizli çalışma çağrılarımıza yanıt verme ve yeni dönemin kadroları olabilme potansiyelinin artacak olması.

Devrimciler rolünü oynasın, kitleler de kendi rolünü oynayacak ve faşizme karşı devrimci bir kitle hareketi illa ki yaratılacaktır.