30 Ekim 2024 Çarşamba

'Bölgesel Devrim' fikrinin pratik karşılığı: Kobanê İnşa Kampanyası

Sosyalist gençlik, '68-71 devrimci gençlik hareketinin inşa ettiği Zap Köprüsü'nü ve idam sehpalarında haykırdıkları "Türk ve Kürt halklarının birliği" sloganlarını pusulası olarak görmüştür.

9 yıl önce 20 Temmuz 2015'te Kobanê'yi yeniden inşa etmek için yola çıkan ve mola verdikleri Amara Kültür Merkezi'nde canlı bomba saldırısına uğrayan devrimcilerden 33'ü AKP destekli IŞİD çeteleri tarafından katledildi, yüzlercesi ise yaralandı. Suruç Katliamı'nın 9. yıl dönümü yaklaşırken, inşa kampanyasının anlamını ve hedef haline gelmesinin nedenlerini ideolojik olarak ele almanın ve günümüz bakımından önümüze koyduğu politik misyona bir bakış atmanın faydalı olacağını düşünüyoruz.

Kobanê İnşa Kampanyası, savaşın gölgesinde erken yaşta olgunlaşan çocuklara oyuncak götürmek, park ve hastane inşa etmek, sosyal-kültürel etkinlikler ile yaşam savaşı veren Kobanê halkının bir anlığına da olsa savaş gündeminden uzaklaşmasını sağlamaya çalışmaktan ibaret değildi. Bunun gibi somut planları olsa da kampanyanın misyonu bunlardan ibaret değildi. Kampanya, günümüz emperyalist küreselleşme evresinde "bölgesel devrim" iddiasının somutlaştığı anlardan biriydi.

PEKİ, NEDİR BU 'BÖLGESEL DEVRİM?'
Emperyalist küreselleşme çağında kapitalistler, bir yandan dünya ölçeğinde rekabet ederken bir yandan da "bölge" olarak tanımlayabileceğimiz ekonomik, sosyal, kültürel, siyasal ve coğrafi vb. etkenlerle karakteristik özellikler kazanmış, sınırları ulus devletlerin sınırlarına denk düşmeyen alanlara uygun strateji ve taktiklerle hegemonya mücadeleleri vermektedir. AB, Nafta, Şangay Beşlisi gibi bölgesel oluşumlar, bu rekabeti kazanma yolunda kurulmuş oluşumlara örnek olarak gösterilebilir. Aynı zamanda bölgelerde yaşanan bu mücadeleler ve emperyalist küreselleşme döneminde ulusların, dillerin, kültürlerin ve ticaretin zirveye ulaşan etkileşim düzeyi, ayaklanmaların bölgesel bir karakter kazanabilmesine neden olmuştur.

Ayaklanmaların bölgesel niteliğine dair önümüzdeki en somut örnek ise kuşkusuz 2010 yılında Tunus'ta Muhammed Bauzizi'nin bedenini ateşe vermesiyle Ortadoğu'yu bölgesel ölçekte tetikleyen bir ayaklanmalar silsilesinin ortaya çıkmasıdır. Akdeniz Afrika'sı ve Ortadoğu'yu saran bu ateş, Libya, Mısır, Ürdün, Bahreyn, Suudi Arabistan, Irak, Yemen ve Suriye dahil bütün Arap coğrafyasını dolaştı. Türkiye coğrafyası bakımından Gezi ile somutlaşan bu süreç Rojava Devrimi ile taçlandı. Bu örnekte gördüğümüz gibi bölgesel çelişkilerin getirdiği bölgesel ayaklanmalar yeni imkanlar yaratabilmekte, ulusal devrimlerin yanında bölgesel devrimlerin de gerçekleşmesine kapı aralamaktadır.

Güncelliği bakımından Filistin direnişini ele alırsak direnişin küresel ölçekteki etkilerinin yanında, bölge devletlerinin direnişle veya Siyonist İsrail ile tutturdukları ilişki çok daha özel bir anlama sahiptir. "Bölge" tanımlaması yaparken birer etken olduğunu söylediğimiz başlıkların bu gündeme etkisini analiz edersek çok daha anlaşılır olacaktır. Arap Birliği veya İslam İşbirliği Teşkilatı gibi emperyalizmin güdümü olmanın yanında bölgede kendi hegemonya alanını genişletmek isteyen ülkelerin başını çektiği oluşumların ikiyüzlülüğü ortaya saçılmıştır. Halklarımızı kendi gerici emellerine alet etmek için durmadan çabalayan bu oluşumlar, emekçi halklarımızın çeşitli düzeylerde tepkisini çekmiştir.

Yıllardır Arap devletlerinin ve emperyalistlerin kışkırttığı şovenizm ve ırkçılığın verili koşullarına isyan eden, sömürülmekten bıkmış işçilerin ve ezilenlerin, söz konusu Filistin halkı olunca egemenlerin Siyonizm'den yana saf tutmasına yönelik bir öfke biriktirdikleri açıktır. Ayrıca İran gibi kimi devletlerin ise bölgedeki çıkarlarını korumak ve geliştirmek için Siyonist İsrail'e karşı takındıkları tavır yukarıda bahsettiğimiz hegemonya mücadelesinin yakın bir örneği olarak karşımızda durmaktadır. Bizlere düşen ise bu hegemonya mücadelesinin taraflarına karşı işçilerin ve ezilenlerin üçüncü cephesini yaratmaktır. Söz konusu cephenin yaratılması için bölgesel ölçekte siyaset yapan örgütlere dönüşmek bir gerekliliğe dönüşmüştür. Bu gerekliliği sağlayacak en önemli adımlardan biri ise enternasyonalizmin doğru kavranması olacaktır. Çünkü devrimcilik iddiası, bölgesel devrimin kendisi iddiası gereği ne fiziki olarak devrimciliğini yaptığımız ulus devletin sınırlarına sığabilir ne de devrimcilerin zihinsel olarak ufkunu ve eylemini kısıtlamasına izin verebilir. Tüm bu bahsettiklerimiz ise enternasyonalizmin doğru kavranmasıyla doğrudan ilişkilidir.

ENTERNASYONALİZMİ ANLAMAK VE ÖRGÜTLEMEK
Devrimci literatürde çokça karşımıza çıkan kavramlardan biri olan "enternasyonalizm" bizler için ne ifade etmektedir? Dayanışmacılık ile sınırlanmış ve aklımıza sadece Che'nin "Bir devrimci başkasına atılan tokadı kendi yüzünde hissedendir" sözü ile somutlaştırmaya çalıştığımız bir şey midir? Elbette ki sözün kendisinde ya da enternasyonalizmden bahsettiğimizde aklımıza gelen kişinin Che olmasında bir problem yoktur. Problem bu kavramı dayanışmacılık ve empatiye indirgemektedir. Çünkü enternasyonalizm, Che gibi mekansız ve zamansız olabilmektir. Küba devriminde sembolleşen Arjantinli bir doktorun her şeyini yine yeniden geride bırakarak "Dünyanın başka bölgeleri benim naçizane çabalarımın katkısını çağırıyor" cümleleri ile Bolivya'ya gidişidir.

Enternasyonalizmi anlamak için belki de çok uzağa gitmemeliyiz. Filistin ya da Rojava'nın kurtuluşu için elde silah toprağa düşen Türkiyeli devrimcilerin mücadelesi bizlere enternasyonalizm çıtamızı koymamız gereken yeri gösteren isabetli örneklerdir. İşte sosyalist gençliği Kobanê İnşa Kampanyası'na götüren bilinç tam olarak bu bilinçtir. Amaç Gezi'nin çocuklarını Rojava'nın çocukları ile buluşturmak, halklar arasında enternasyonal bir köprü kurmaktır. Cüretini ve cesaretini bu köprüden alan kampanyanın Sosyalist Gençlik ile sınırlı kalmayarak farklı ideolojik kesimleri bir araya getirebilmesinin sebebi de tam olarak budur. Cebrail ile Alper Sapan'ın, Polen ile Uğur Özkan'ın, Büşra ile Vatan Budak'ın Kobanê İnşa Kampanyası'nda buluşması bu yüzden bir tesadüf değildir. Bu köprünün kurulmasının iki ülkenin birleşik devrimine giden yolun taşlarını döşemek anlamına geldiğini düşünen her genç, kampanyada kendinden bir şey bulabilmiştir.

Bahsettiğimiz yolun bölgesel devrime bağlanacak yeni kanallar açma potansiyelinin bulunması daha önce de bahsettiğimiz gibi bölgemizde şovenizm, milliyetçilik, mezhepçilik gibi egemenlere ait olan silahlara vurulacak bir darbe olması bakımından sosyalist gençliğin doğru halkayı tuttuğunun göstergesidir. Proleter enternasyonalizmini halkların birliği program ve hedefiyle buluşturmak anlamına gelen bu halkanın egemenler bakımından yarattığı tehdit AKP tarafından büyük bir ciddiyetle ele alınmış ve IŞİD eliyle gerçekleştirdikleri bu katliam ile bu birliğin önüne geçilmeye çalışılmıştır.

Kobanê İnşa Kampanyası'na dair çokça şey anlatıldı belki de sayfalarca detayına daha değinilebilir. Ancak yazının bütünlüğünü oluşturacak nokta kuşkusuz bu kampanyanın öncüsü olan sosyalist gençliğin amaç açıklığıdır. Bu gerçeğe tarihsel bir cevap aramak gerekirse halkların birliğinin nesnel zeminini oluşturacak koşullara dair sahip olduğumuz bakış açısı belirleyici unsurdur. Sosyalist gençlik, 68-71 devrimci gençlik hareketinin inşa ettiği Zap Köprüsü'nü ve idam sehpalarında haykırdıkları "Türk ve Kürt halklarının birliği" sloganlarını pusulası olarak görmüştür.

Söz konusu Zap Köprüsü'nün yeniden inşa edilmesi, Roboskî Katliamı'nın 1. yılında kampanya örgütlenmesi, Dicle Üniversitesi'nin kardeş üniversite ilan edilmesi, vicdani ret kampanyası ve nihayet Kobanê İnşa Kampanyası ile taçlanan tarihimiz, bu fikrin yapıcılığını üstlenme iddia ve cüretinden gelmektedir.  Tüm bu veriler ışığında hareket etmek, emekçi solun kimi bölüklerinin şovenizme battığı ve faşist terörün ezilen ve sömürülen uluslara karşı düşmanlaştırma politikalarının gemi azıya aldığı bu dönemde yeni Kobanê İnşa Kampanyaları yaratma görevini önümüze koymaktadır.

Bu bilinç ve kararlılıkla Suruç katliamının hesabını sorarak sokakları kuşatmalı, devrimcilik iddiası taşıyan her bir gence kampanyanın misyonunu ve görevlerimizi anlatmalıyız. Çünkü bizleri zafere götürecek olan şiar tam olarak budur.