18 Nisan 2024 Perşembe

Beyhude uzlaşma, keskinleşen saflaşma

Toplumsal ve siyasal çelişkilerin dolaysızlaşıp derinleştiği, güncel siyasal saflaşmanın çıplaklaşıp keskinleştiği yerde, işçilerin, emekçilerin, Kürtlerin, Alevilerin, kadınların, gençlerin, LGBTİ+'ların, ulusal ve inançsal toplulukların, tüm ezilenlerin çıkarına ve üstelik gerçekçi olan tek yol, faşist şeflik rejimini alaşağı etmek üzere özgürlük mücadelesine sarılmak, bu mücadeleyi büyütüp zafere taşımak amacıyla antifaşist cepheleşmeyi genişletmektir.

MHP Başkanı ırkçı faşist Devlet Bahçeli'nin, "HDP'nin kapısına açılmamak üzere kilit vurulmalıdır" diye uluduğu günlerde, önce Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası'nın Başkanı Mehmet Kaya'nın, ardından da Ağrı Belediyesinin kayyumla görevinden alınmış Eş Başkanı Sırrı Sakık'ın, hem de şaşılası bir "iyimserlik" havası içinde, yeni bir "çözüm süreci" hazırlandığına ilişkin duyumlar geldiğini iddia etmeleri dikkat çekti.

Hemen belirtelim ki, faşist şeflik rejiminin yeni bir "çözüm süreci" başlatacağı beklentisi, bugünkü koşullarda en iyi ihtimalle, siyasi pusulası şaşmış bir ham hayalden ibarettir. Zira Erdoğan diktatörlüğünün dayandığı faşist AKP-MHP bloku, Türkiye'de faşist devlet terörünü tırmandırma, Kuzey Kürdistan'da ırkçı ve inkarcı sömürgeci zulmü artırma, Kürdistan'ın Rojava ve Başûr parçalarındaysa sömürgeci işgalleri genişletme çizgisinde günden güne yeni adımlar atmaktadır.

Hatırlayalım: Adına "çözüm süreci" denen politika, sömürgeci Türk egemen sınıfının bir kanadının o dönemde AKP hükümeti tarafından uygulanan burjuva değişim programının son halkasıydı. Kolektif ulusal demokratik hakları ve statüyü hiçbir biçimde içermediğinden dolayı, söz konusu burjuva değişim programı 2015'te tamamen iflas etti ve İmralı'daki "çözüm süreci" masası da devrildi. Buna karşılık HDP, halkçı demokratik programın siyasi adresi olarak, 7 Haziran seçimlerinden büyük bir başarıyla çıktı.

Sonrası malum: Erdoğan liderliğindeki sömürgeci faşist devlet, 20 Temmuz 2015 saray darbesinden bugüne, henüz resmen kapısına kilit vurmamış olduğu HDP'yi fiilen tasfiye etmek için her yolu denedi. Binlerce HDP yöneticisi ve üyesi tutuklandı, HDP'nin eş genel başkanları, vekilleri ve belediye eş başkanları hapse atıldı, HDP'li belediyeler kayyumla gasp edildi, HDP'nin siyasi varlığı ve çizgisi aşağılık psikolojik savaş yalanlarının, ırkçı ve şoven kışkırtmaların süreğen hedefi oldu. Bütün bunlara rağmen HDP, siyaseten kötürümleştirilemediği gibi, halihazırdaki oy oranı itibarıyla yüzde 10'luk garabet seçim barajının altına da itilemedi.

Hal böyleyken, dahası Bahçeli'den Perinçek'e uzanan, "HDP kapatılsın" faşist korosunda MHP'nin başkan yardımcısı, "itlafı gereken bir siyasi haşere sürüsü" şeklindeki soykırımcı sözüyle ve AKP'nin İçişleri Bakanı da, "İspanya Batasuna'ya ne yaptıysa biz onu yapıyoruz" şeklindeki kapatma tehdidiyle boy gösteriyorken, sömürgeci faşist şeflik rejiminden yeni bir "çözüm süreci" beklemek neyin nesidir?

Bugün pervasızca icra edilen faşist sömürgeci devlet politikası, Erdoğan'ın şeflik rejimi için, öyle değişken bir siyasi tercih değil, siyasi varoluşun kurucu ve yapısal ögesidir. Çünkü başkanlık sistemi formundaki faşist şeflik rejimine geçiş, bir bakıma, uygulanan burjuva değişim programının yapısal rejim bunalımına herhangi bir çözüm getirememiş ve nihayetinde iflasa uğramış olmasının ürünüdür.

Dahası, şu son bir aylık kısacık zaman dilimi bile, iktisadi-mali çöküntü halindeki yeni döviz-faiz dalgalanmalarıyla, Batılı emperyalist sermayeye "sıcak para" akımı uğruna güvence vermek için damat Berat'ın kurban edilmesiyle, "reform" demagojisini başka türlü yorumlayan Arınç'ın evine yollanmasıyla, mafyacı faşist Çakıcı'ya burjuva siyaset sahnesine dolaysız giriş kapısının açılmasıyla, İçişleri Bakanına derneklere de kayyum atama yetkisi tanıma fırsatına dönüştürülmesiyle, faşist şeflik rejiminin yaşadığı siyasi sıkışmayı, onun başka bir siyasi çizgi izleme imkanından yoksunluğunu gözler önüne seren hayli veri sunmaktadır. Erdoğan diktatörlüğü, yığın tabanındaki erimeyi ve arkasına aldığı siyasi güçlerdeki daralmayı engelleyememekte, halkçı demokratik cephe partisi HDP'yi ve devrimci-demokratik mücadele dinamiklerini tasfiye edememekte, yönetememe krizinden çıkmayı başaramamaktadır. Bu, saray rejiminin sömürgeci faşist saldırganlığı şiddetlendirmekten öte bir çareye sahip olmayışının başka bir anlatımıdır.

Bu durumda sarayın toplantı salonlarında ısıtılan, en fazlasından, AKP'ye kapılanan Kürt sermayedarları, saray soytarılığında sınırsızlaşan Kürt siyaset eskileri, Hüda-Par'ın kontrgerilla uzantıları ve Bakur'un Barzanicileri, hatta belki Osman Öcalan gibi rezilleşmiş düşkünler eliyle, Kürt oylarının Erdoğan diktatörlüğüne daha fazla yöneltilmesi, gerekiyorsa bu amaçla Kuzey Kürdistan'da yoğunlaşacak AKP türevi bir parti meydana getirilmesidir. Yani bu, Kürt ulusal demokratik mücadelesini bastırmak için, nasıl ki Başûr'da KDP bugün faşist şeflik rejiminin sömürgeci savaş ve işgal hamlelerine işbirlikçi kılınıyorsa, Bakur'da da faşist sömürgeciliğe işbirlikçiliğin Kürtçe formunda daha etkili hale getirilmesi arayışıdır.

Kürt ulusal demokratik mücadelesinin çevresinde duran, ama faşist sömürgeciliğin sert saldırıları karşısında siyasi kararlılık göstermekte zorlanan ve orta sınıf siyaseti izlediklerinden sıklıkla uzlaşmacı bocalamalar yaşayan, şimdi de faşist sömürgeci politikanın gerçek muhtevasını göremeyen kesimler, yeni bir "çözüm süreci" beklentisini dillendirmekle, bir nevi "siyasi yumuşama" sürecine giriş ümidi beslemekle, politik İslamcı faşist sömürgeci saray iktidarına karşı mücadeleyi silahsızlandırmaktan başka bir şey yapmış olmazlar. Oysa bugün bütün mesele, kesin bir siyasi kararlılıkla, tüm gerçek mücadele imkanlarını değerlendirme gayretiyle, tüm uzlaşma ve oyalanma yollarından sakınımla, antifaşist ve antişovenist mücadeleyi büyütmeye kilitlenmektir.

Toplumsal ve siyasal düzlemdeki güncel çelişkiler son derece derinleşmiş, siyasal saflaşma orta yol arayışlarını daha baştan hükümsüz kılacak denli keskinleşmiş durumdadır. Son bir-iki haftanın bazı verilerine ve olaylarına bakmak dahi, bu durumu görmek için pekala yeterlidir.

Bir tarafta, işkence yapılıp helikopterden atılan Kürt köylüleri için, "Onlar PKK milisiydi" diyen ve işkencecilerin sırtını sıvazlayan saray devleti yetkilileri. Diğer tarafta, sırf bu işkenceyi haberleştirdikleri için hapse atılan Kürt gazetecileri.

Bir tarafta, Kürt kentlerindeki kayyum belediyeleri ve devlet tesisi inşaatlarını, "oh oh, paralar PKK'ya gitmiyor" seviyesizliğiyle reklam eden, 2017 Amed Newroz'unda Kemal Kurkut'un polis tarafından katledilmesini açıkça savunan, HDP'li tutsak vekillere her ağzını açtığında "terörist" diye hakaret yağdıran kudurgan İçişleri Bakanı. Diğer tarafta, ırkçı ve inkarcı zorbalıkla artık terbiye edilemeyen, ulusal demokratik haklarına susamış olan Kürt ezilenleri.

Bir tarafta, tutuklananı çıplak arama zulmüyle karşılayan, hücrede kitapsız ve gazetesiz bırakan, hastalandığında tedavisizliğe mahkum eden, yıllarca tecride tabi tutan hapishane düzeninin zalim bekçileri. Diğer tarafta, hapishanelerde işkenceye ve tecride asla boyun eğmeyen, açlık grevi direnişinde olan devrimci tutsaklar, onların sokaktaki sesi soluğu olan direnişçi analar.

Bir tarafta, üniversiteler için "fuhuş evleri" nitelemesi yapan AKP yardakçısı akademisyenler, İstanbul Sözleşmesi'nin kadına yönelik şiddeti engelleme hedefli maddelerine söven AKP destekçisi tarikatçılar. Diğer tarafta, demokratik ve bilimsel eğitim istediklerinde üniversiteden atılan öğrenciler, erkek tahakkümüne karşı eyleme geçtiklerinde polis saldırısına maruz kalan kadınlar.

Bir tarafta, koronavirüs kaynaklı vaka ve vefat sayılarını gizlemekte halen ısrar eden Sağlık Bakanı, dünyaya SİHA satmakla övünen ama nüfusa yetecek miktarda aşıyı temin etmeyen devlet erkanı. Diğer tarafta, sağlık güvenliği hakkı hiçe sayılıp halen fabrikalara tıkıştırılan işçiler, güvencesiz şartlarda virüs riskiyle burun buruna çalışmaya zorlanan sağlık emekçileri.

Bir tarafta, dünyada en çok devlet ihalesi alan 10 şirket arasında bulunan, üstelik "garanti ödemesi" adı altında her yıl kasalarına ekstra milyarlar konulan AKP'li 5 harami şirket; Limak, Cengiz, Kolin, Kalyon, MNG. Diğer tarafta, Soma'da ve Ermenek'te onurlu ve insanca bir yaşam için mücadele ettiklerinden art arda jandarma saldırılarına uğrayan işçiler.

Bir tarafta, mutlak yoksulluğun sıfırlandığını iddia eden AKP'li bakan, kuru ekmek yiyenler için "o zaman aç değiller" diyen AKP'li vekil. Diğer tarafta, çalışan nüfusun asgari ücrete talim eden yarısı, yaşamak için devlet yardımına muhtaç bırakılan 17 milyon insan, 5 yıl içinde açlık ve yoksulluktan intihar eden 1370 kişi.

Bir tarafta, Sayıştay raporuna göre günlük maliyeti 10 milyon lira olan sarayında hüküm süren diktatör Erdoğan. Diğer tarafta, dokuz yaşında işporta tezgahı açmaya mecbur kalıp zabıtalarca dövülen çocuk, oğluyla otomobilde yaşamak zorunda olduğu için ceza kesilen baba, yoksulluktan kendini köprüye asan işçi.

Toplumsal ve siyasal çelişkilerin böylesine dolaysızlaşıp derinleştiği, güncel siyasal saflaşmanın böylesine çıplaklaşıp keskinleştiği yerde, işçilerin, emekçilerin, Kürtlerin, Alevilerin, kadınların, gençlerin, LGBTİ+'ların, ulusal ve inançsal toplulukların, tüm ezilenlerin çıkarına ve üstelik gerçekçi olan tek yol, faşist şeflik rejimini alaşağı etmek üzere özgürlük mücadelesine sarılmak, bu mücadeleyi büyütüp zafere taşımak amacıyla antifaşist cepheleşmeyi genişletmektir.

* Atılım Gazetesi'nin 25 Aralık tarihli 458. sayı başyazısı.