16 Kasım 2024 Cumartesi

'Benim çocuğumu öldüreni sen affedemezsin'

Bize katliamı yeniden yaşatıyorlar, çünkü acılarımızda boğulmamızı istiyorlar. İnsan sevgimizin, kendimize ve birbirimize karşı bir korumacılığa, geri çekilme duygusunun yaratılmasına vesile olmasını istiyorlar. Korkalım, sesimizi çıkarmayalım, hele hele başka ezilen halklarla yan yana gelmek mi, tez kellemizi vurmak istiyorlar. O halde biz de onlara bir şeyleri yeniden hatırlatalım: "Zalımların sarayını bozalım. Yıkalım bakalım nic'olursa olsun."

"Benim çocuğumu öldüreni sen affedemezsin." 1993 2 Temmuz'unda Madımak'ta katledilen Gülsün Karababa'nın ağabeyi Hüseyin Karababa'nın sözleri bunlar. Katliam hükümlüsü Ahmet Turan Kılıç'ın AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan tarafından affedilmesinin üzerine söylenmiş sözler. 

Televizyonlardan naklen izlediğimiz, 33 aydın, sanatçı, yazar, şair, gencin yakılarak katledildiği Sivas Katliamı'nı yeniden yaşıyoruz bu günlerde. Cumhurbaşkanı'nın affettiği kişi katliam davasının gerekçeli kararında üzerine 7 polis ifadesi olan, elinde benzin bidonu ile görüldüğü ve katliamcı kitleyi galeyana getirdiği tespit edilen bir kişi. Affın gerekçesinin yaşlılık ve hastalık olduğu söyleniyor. Buna minareyi çalıp kılıfını uydurmak mı denir, aklımızla alay etmek mi denir bilemiyorum. İHD'nin verilerine göre hapishanelerde 457'si ağır olmak üzere 1.334 hasta tutsak var. Bunlar yalnızca resmi raporlarını ulaştırabilmiş olanlar. Pek çok ağır hastanın daha adı bile bilinmiyor. Tekirdağ F Tipi Hapishanesi'nde mide kanaması geçiren ancak götürüldüğü hastanede "yer olmadığı" gerekçe gösterilerek gönderilen tutsak Hüseyin Polat'ı geçtiğimiz Ocak ayında kaybettik. Urfa T Tipi 2 No'lu Hapishanesi'nde tutuklu bulunan 64 yaşındaki Emine Aslan Aydoğan yaşamını yitireli 2 ay oldu. Neredeyse nefes alışları bile bir işkenceye dönüştürülmeye çalışılan devrimci tutsaklar hapishanelerde ölüme mahkum ediliyor. Hatta meselenin özü "devletin katili" olmayan tutuklu ve hükümlülerin hastalığı kabul görmüyor.

"Dede" lakabı ile masum göstermeye çalıştıkları katilin bırakılma nedeni ne hastalığı ne yaşlılığı yani. Bu af kararının karşısında duran, kabul etmeyen bizlerin de derdi bir katili katliamın tümünden sorumlu tutmak değil. Öyle ya, böyle yapsak planlayanları, azmettirenleri ve diğer tüm katilleri aklamış oluruz. 86 yaşında diye serbest bırakıldığı söylenen "Dede"nin 13 yaşındaki Koray'ı 15 yaşındaki Menekşe'yi, nice can'ım insanı diri diri yaktığı hafızamıza kazılıdır elbette. Ancak Sivas Katliamı'nın hangi kirli eller tarafından gerçekleştiği, hangi amacın güdüldüğü, devletin kendi yarattığı faşist güruhları nasıl harekete geçirdiği, askerini, polisini alev alev yanan Madımak Oteli önünden nasıl çektiği de hafızalarımızdadır. Bu af kararı ile Alevilerin katliam hafızası yeniden canlandırılmak istenmektedir, bir mesaj verilmektedir: "yeniden yaktırırım" mesajı.

Şair Ataol Behramoğlu Sivas Katliamı üzerine yazdığı şiirde şöyle diyor: "Yaşamak görevdir bu yangın yerinde / Yaşamak, insan kalarak". Sivas Katliamı denilince zihninde yanan otel görüntüsü geçmeyen yoktur sanırım. Hasret Gültekin'in sesi kulağına gelmeyen, Behçet Aysan'ın, Uğur Kaynar'ın, Metin Altıok'un yangın söndürme tüpü ile merdivende oturdukları fotoğraf gözlerinin önüne gelmeyen yoktur. Bunları hatırlamak bizim insan yanlarımız… Onca yıla rağmen aynı acıyı taptaze hissetmek, acaba bu af kararı karşısında katliamda yakınlarını yitirenler nasıl üzülmüştür diye üzüntüsünü katlamak bizim devrimci yanlarımızdır. Ancak acı ile birlikte hatırlamamız gereken bir duygu daha var; öfkemiz ve örgütlülüğümüzden gelen gücümüz.

Normalde öfke yok olup giden bir duygudur. Anlıktır. Öfkelisindir ve bu öfkenin bir karşılığı olur. Bir tepkini yansıtırsın, anlatırsın yansıtırsın, ağlarsın yansıtırsın; geçer. Bizim topraklarımızda öfke tohum gibi oluyor ama. Ha bire ekiyoruz, suluyoruz, büyütüyoruz, yeşertiyoruz. Öfke örgütlülük oluyor bizde. Demokratik Alevi hareketinin Sivas katliamından sonra büyümesi ve gelişmesi bunun ispatıdır. Bize katliamı yeniden yaşatıyorlar, çünkü acılarımızda boğulmamızı istiyorlar. İnsan sevgimizin, kendimize ve birbirimize karşı bir korumacılığa, geri çekilme duygusunun yaratılmasına vesile olmasını istiyorlar. Korkalım, sesimizi çıkarmayalım, hele hele başka ezilenler halklarla yan yana gelmek mi, tez kellemizi vurmak istiyorlar. O halde biz de onlara bir şeyleri yeniden hatırlatalım: "Zalımların sarayını bozalım. Yıkalım bakalım nic'olursa olsun".