3 Mayıs 2024 Cuma

Bağımsız ve birleşik mücadele diyalektiği 

İşçi sınıfının bağımsız siyasi mücadelesi ile ezilenlerin birleşik mücadelesi arasında nasıl bir ilişki vardır? Birbirlerinin alternatifi midirler? Önce birini, sonra ötekini mi yürütmek gerekir? Yoksa ikisi de aynı şey midir? Bu konuda Marksist-Leninist kavrayışı tekrar hatırlamak önemli.

Lenin, gerçekten demokratik doğrultudaki her mevzinin sosyalist devrimi yakınlaştıran, tabanını genişleten, küçük-burjuvazinin yeni kesimlerini ve yarı-proleter yığınları sosyalist savaşıma çeken gelişmeler olarak değerlendirir (Lenin, Marx-Engels-Marksizm, Sol Yayınları, Mayıs 1990, sf. 236). Bu açıdan baktığımızda ezilenlerin birleşik mücadelesinin işçi sınıfının bağımsız siyasi mücadelesi açısından politik bilinci geliştirici bir rol oynadığı açıktır. Özellikle sınıf bilinci ve örgütlülüğünün parçalandığı, burjuva-faşist ideolojinin zihinleri esir aldığı, ancak işçi ve emekçilerin yine de genel demokratik taleplerle ve/veya ezilen kimlikleri itibariyle isyana kalktığı emperyalist küreselleşme koşullarında birleşik mücadele cephelerinin önemini, sanıyoruz ki, aklı başında kimse tartışmayacaktır.

Ancak bu tabanın genişlemesi proletaryanın "otomatik olarak" bağımsız sınıf mücadelesine atılacağı anlamına da gelmez. Bunun için proletaryanın öncüsü genel birleşik demokrasi mücadelesinin geçici ve sınırlı karakterini vurgulayarak işçileri aynı zamanda bağımsız sınıf partisinde de örgütler (Lenin, Seçme Eserler Cilt I, sf. 480). Bugünün Marksist-Leninist komünistleri programlarında "Komünist hareket (...) bir yandan Kürt ulusal, demokratik köylü, demokratik kadın ve genel demokratik halk hareketlerini destekler, taleplerine sahip çıkar; ama bir yandan da Kürt işçilerini, tarım işçilerini ve kadın işçileri, genel demokratik hareketten ayrı olarak sınıf örgütlerinde birleştirir" diyerek tastamam bu çizgiyi savunur.

Bunun sebebi açıktır. Öncelikle, evrensel sınıf olan proletaryanın diğerlerinden farklı olarak sosyalist devrim gibi bir hedefi vardır ve bu da mantıksal olarak onun şimdiden bağımsız olarak örgütlenmesini gerektirir. İkincisi, komünistlerin de programlarında belirttiği gibi, demokratik devrim yolunda ezilen cins, ulus, inanç vb. hareketleriyle kurulan ittifaka önderlik edecek olan da bizzat bağımsız sınıf partisinde örgütlenmiş işçi sınıfı olacaktır. Bu, nesnel çıkarları, ezilmişliği ve kapasitesi itibarıyla yalnızca ve yalnızca proletarya otokrasinin (günümüz için, faşizmin) sonuna kadar tutarlı, uzlaşmaz ve kesin düşmanı olabileceği gerçeğine dayanır (Lenin, Seçme Eserler Cilt I, sf. 480-99). Eğer işçi sınıfı bağımsız siyasi bir güç olarak örgütlenemezse, işçilerin demokratik faaliyetleri diğer grupların demokratizmi içinde eriyip gidecek ve bu da demokratik hareketi ve politik mücadeleyi de zayıflatıp daha az kararlı, daha az tutarlı, uzlaşmaya daha çok eğilimli kılacaktır (Lenin, a.g.y.). 

Politik özgürlük savaşımında işçi sınıfının bağımsız ve birleşik mücadelesi arasındaki ilişkinin Marksist-Leninist, yani "diyalektik" kavranışı budur. Özetle, ikincisi ilkinin tabanını büyütür, (ve sadece) ilkinin gelişmesi de ikincisini zafere taşır. Bu sebeple politik öncünün kritik görevi hem birleşik mücadeleyi büyütmek hem de bununla açığa çıkan hareketi bağımsız mücadeleye örgütlemektir. Bu mücadeleleri birbirine "rakip" görerek işçi sınıfının bağımsız siyasi varoluşunu korumak adına birleşik mücadeleden uzak durmak da, birleşik mücadelenin bağımsız mücadeleyi "otomatik bir şekilde" büyüteceğini umarak sınıfın bağımsız örgütlenmesini uzak bir geleceğe ertelemek de meselenin diyalektik değil, metafizik kavranışıdır.

İşçi sınıfını bağımsız siyasi partisinde örgütleme işi, ona politik sınıf bilinci kazandırmakla gerçekleştirilebilir. Bunun bir ayağı sosyalist görevlerdir. İşçilerin diğer tüm sınıflardan ayrı bir sınıf oldukları; çıkarlarının tüm dünya işçilerinin çıkarlarıyla ortak, kapitalist sınıfın çıkarlarıyla ise çelişik olduğu; tüm insanlığın kurtuluşunun da ancak kapitalist sınıfın iktidarına son verecekleri proleter bir devrim yoluyla gerçekleşebileceği işçilere kavratılmalıdır.

Politik bilinç madalyonunun bir yüzü sosyalist görevlerse, diğer yüzü de demokratik görevlerdir. Zira demokrasi okulundan geçmeyen işçi sınıfı sosyalist devrimi de gerçekleştiremez. Ama demokratlardan farklı olarak komünistler, işçilere demokrasi bilincini soyut bir eşitlik-özgürlük anlayışı, kardeşlik, vicdan ya da dayanışma duygusu üzerinden aktarmaz. İşçilere demokratik devrimden ekonomik, sosyal ve siyasi anlamda "somut çıkarlarının" neler olduğunun tüm açıklığıyla kavratılması gerekir. Örneğin, "Politik özgürlük bugünkü tüm sendikal barajların, grev yasaklarının ve örgütlenmenin önündeki tüm engellerin kalkması demek olacak, bu da işçilerin hem insanca bir yaşama hem de iktidarı almaya çok daha fazla yakınlaşması demek olacaktır. Dolayısıyla işçiler politik özgürlüğü baskılamaya yarayan tüm sözde gerekçeleri reddetmeli, aynı amacı güden Kürt halkı ile el ele vermelidir" dendiğinde vicdana dayalı değil, somut çıkara dayalı bir çağrı yapılmış olunur. Diğer bir deyişle, işçilere yönelik demokrasi propagandası her zaman sosyalist devrim hedefine bağımlı olarak ele alınır ve rejimin çok yönlü teşhiri hep bu hedef doğrultusunda gerçekleştirilir.

Bu noktada Lenin'in çizdiği çizgi, yol haritamızın detaylarını açık bir şekilde ortaya koymaktadır: "Bilimsel sosyalizmin propagandasının yanı sıra, [komünistler], işçi kitleleri içinde demokratik düşüncelerin de propagandasını yapma görevini önlerine koyarlar. Yaşamdaki tüm tezahür biçimleriyle otokrasinin özü konusundaki anlayışı yaygınlaştırmaya, onun sınıf içeriğini açığa çıkarmaya ve otokrasinin devrilmesinin kaçınılmaz bir zorunluluk olduğu, politik özgürlük kazanılmadan ve [ülkede] politik ve toplumsal düzeni demokratikleştirilmeden işçi davası için başarılı bir mücadelenin olanaksız olduğu inancını kitlelere taşımaya çalışırlar." (Lenin, a.g.y.)

Bugün sınıfın bağımsız siyasi gücünü oluşturma iddiasıyla birleşik mücadelenin yükünü omuzlamaktan geri duran, hatta eni konu ona karşıt politika üretenler hem sınıf mücadelesinin tabanını büyütmekten hem de sınıfa ihtiyaç duyduğu politik bilinci aktarmaktan kaçmış oluyorlar. Bunlar aslında devrimcilikten ve onun gerektirdiği bedellerden kaçıyorlar. Sınıflar savaşımının güncel odağından uzakta bağımsız sınıf örgütlülüğünü büyütüp, sonra siyasete müdahale edeceği hayalini kuranlar, en iyi ihtimalle ham bir hayalin peşindeler.

Öte yandan, Türkiye işçi sınıfı ve Kürt halkının birleşik mücadele cephelerinin inşacılarından olan bizler, her ne kadar sınıf mücadelesinin tabanını büyütüp politik sınıf bilincinin gereği ile uyumlu politika yürütsek de, açık ki bağımsız sınıf siyaseti ve örgütlülüğü noktasında olması gereken çizgiyi yakalamakta zorlanıyoruz. Ancak teorinin, tarihin ve programımızın söylediği şey, faşizme karşı birleşik mücadelenin zafere ulaştırılmasının dahi Türkiye işçi sınıfının bağımsız siyasi bir güç olarak örgütlenip önderleşebilmesine doğrudan bağlı olduğudur. Bu yüzden birleşik mücadelede ısrardan tek bir geri adım atmadan bağımsız siyaset ve örgütlenme üzerine daha fazla ve daha cüretli bir şekilde düşünmemiz, tartışmamız gerektiği açık.