Ayaklanmanın kuralı: Devrim için devleti vurmalı
"Devrim politik kuvvete dönüşmek istiyorsa devlet aygıtını parçalamaya odaklanmalıdır. Çünkü devrim demek, iktidar demektir ve iktidarın olduğu yerde devlet vardır. Devletin karşısında konumlanmayan herhangi bir devrimcilik tahayyülü geçersizdir... Her devrimcinin ilk işinin kendi devletinin yenilgisi için çalışmaktır" diyor, Lenin.
Yüz ikinci yıl dönümü geride bırakılan Ekim Devrimi, bugüne kadar uzanan devrimler tarihinin en büyük kazanımdır. Ardı sıra nice devrimci zaferler kazanılmış, büyük direnişler gösterilmiş ve oldukça önemli deneyimler yaratılmış olsa da, Ekim Devrimi kurucu niteliğiyle diğerlerinin öncüsüdür. Dahası, Ekim'in ardı sıra yaşanan bütün devrimler, 1917'yi ve Lenin'i referans göstererek, bu devrimler zincirinin parçası olduğunu göğsünü gere gere ilan etmiştir.
Elbette ki, bu kurucu niteliğin oluşumunda, Ekim Devrimi'nin ilk olması önemli yerde durur. Kazanılan ilk işçi devletinin yaratmış olduğu büyük moral ve ideolojik etkinin yanı sıra bu devrimin dünya devrimleriyle buluşma arzusu da azımsanmayacak ölçüde belirleyicidir. Ancak Ekim'in kurucu niteliğini bunlarla sınırlamak, Ekim Devrimi'ne haksızlık olacağı gibi, devrimci hareketlerin ihtiyaç duyacağı en yetkin silahları da saklamak demektir. Ve çok açık ki, böylesi bir cephaneden yoksun kalmak savaşı kaybetmekle eş anlamlıdır.
Çünkü Lenin ve Bolşevikler, devrimci mücadeleyi politik, ideolojik, örgütsel ve askeri olarak yeniden biçimlendirmiş, Marksizmi bu sac ayakları üzerinde politik kuvvete dönüştürmüştür. Ekim Devriminin kurucu nitelik ve mirası aranacaksa, sıkı bir örgütlülük yaratmasında, mücadelenin taktik aşamalarını ve stratejik gelişimini yöneten önderlik tarzında, halk yığınlarının en derin duyusuna ulaşabilen taktisyenliğinde, devrim için gerekli olan her şeyi göze alabilen profesyonel kadrolar kuşağında ve tüm bunların bileşkesi olan savaşmaya kararlı öncü partisinin varlığında aranmalıdır.
Ekim Devrimi'yle artık, iktidar olmadan dünyayı değiştirmek isteyen yenilgici akımların sonu gelmiş, muhalefet etmeye koşullanmış devrimciler, Lenin ve Bolşeviklerin çıkışı ardından iktidarı almaya cüret etmiştir. Bu aynı zamanda yeni bir devrimcilik tarifinin dolaysız yansımasıdır. Toplumsal ayaklanmanın içinde ve devrimin en karmaşık günlerinde Lenin tarafından oluşturulan yeni devrimcilik anlayışı yalın olarak şunu söylüyor: "Devrim politik kuvvete dönüşmek istiyorsa devlet aygıtını parçalamaya odaklanmalıdır. Çünkü devrim demek, iktidar demektir ve iktidarın olduğu yerde devlet vardır. Devletin karşısında konumlanmayan herhangi bir devrimcilik tahayyülü geçersizdir."
Devlet ve Devrim çalışmasında ortaya konan bu anlayış, yüz yılı aşkın süredir devrimlerin ve devrimcilerin eylem kılavuzu olmayı sürdürüyor. Devletin, egemen sınıfların baskı aygıtı olduğunu kavramak, politik mücadelenin hedeflerini belirginleştirirken, fethedilmesi ve parçalanıp atılması gerekeni de berraklaştırıyor.
Tam da bu yüzden Ekim Devrimi'nin 102. yılında dünya sokakları isyan ve ayaklanmalarla sarsılırken, bir kez daha Lenin'e ve onun devrimci yoluna bakmakta yarar var. Bu yol, mevcut ayaklanma ve isyanlarda eksik olanın tamamlayıcısıdır. Tüm dünyada ayaklananlara, ikirciksiz bir hedef ve katıksız bir karşı cephe göstermektedir. Bütün aygıtlarıyla devlet, ezilenler ve onların devrimci öncüleri için mücadele edilmesi gereken somut düşmandır. Ayaklanan ve isyan eden kitlelerin burçlarına sancak dikeceği kale devlet kalesidir. Halk ayaklanmalarını zafere taşıyacak olan kayıp halka buradadır.
DEVLET-HALK ÇELİŞKİSİ DERİNLEŞİRKEN
"Bir ordunun belirlenmiş bir noktada mevziye girerek 'biz sosyalizmden yanayız' ve bir başka ordunun da bir başka noktada saf tutarak 'biz emperyalizmden yanayız' diyeceğini ve o zaman toplumsal devrim olacağını sanmak, bu devrimlerden bir şey anlamamaktır." Lenin, kapitalizmin emperyalizm aşamasına ulaştığı bir tarihsel kesitte böylesi yanılgı sahiplerini saflıkla itham ediyordu. Buna uygun olarak Lenin ve partisinin bütün dikkati, devlet karşısında devrimcilik üretebilecek sınıf, ulus ya da toplumsal kesimlerin üzerine çivilenmişti. Devrimin ancak devlet karşısında kendisine yol açabileceğini kavrayan Bolşevikler işçi sınıfının yanına köylülüğü, çekicin yanına orağı eklediler. "Birleşiniz" şiarının altına dünyanın ezilen halklarını da çağırdılar.
Kapitalist emperyalizmin küreselleşme aşamasıyla birlikte devlet karşısında halk cephesi artık daha güçlüdür. Yakın tarihte yaşanan ve hâlâ yaşanmakta olan isyan ve ayaklanma deneyimleri bunu doğruluyor. Sınıfsal konumları ve devlet karşısındaki pozisyonları itibarıyla ezilen toplumun bütün kesimleri bir aradadır. Emperyalist küreselleşmenin mülksüzleştirilme ve özelleştirme saldırısı proletaryanın saflarını genişlettiği gibi işçi sınıfı ile diğer toplumsal kesimlerin mücadele taleplerini de yakınlaştırmıştır. Ayrıca ayaklanan kitlelerin bir diğer birleştiricisi, politik özgürlüklerin kazanılması ve demokratik hak ve özgürlüklerin elde edilmesidir. İşçiler, emekçiler, devrimin dinamik gücü olarak gençlik, ezilen uluslar, ulusal topluluklar, mezhep ve inançlar, kent yoksulları, ve kimi talepleriyle orta sınıflar ayaklanmanın içerisinde mevcuttur.
Bunun anlamı, devlete karşı mücadelenin daha geniş toplumsal kesimlere yayılacağı ve devletin ortak düşman hedefi olarak daha fazla belirginleşeceğidir. İlk olarak devlet, emperyalist küreselleşmenin mali yıkım politikalarının yürütücü aygıtıdır. Bu yüzden kapitalizme karşı öfke somut olarak devletin karşısına çıkmaktadır. İkinci olarak, şu ana kadarki tüm ayaklanmalarda kitlenin temel sloganları olan yolsuzluk öfkesi ve adalet talebinin dolayısız muhatabı devlettir. Son olarak ise, bir şiddet aygıtı olan devlet makinesi, bütün zor araçlarıyla ayaklanmayı bastırmak için karşı devrimci şiddete yöneliyor-yönelecektir. Bu durum devlet halk çelişkisinin tarafı olan ancak sınırlı bir bilinç ya da taleple mücadeleye dahil olan kesimlerdeki devlet karşıtlığının hızla büyümesine olanak tanıyacak.
Bu, başka bir eğilimle birlikte gelişiyor. Dünyada genel olarak ezilenlerde, şiddet eğilimi –yer yer patlayarak– birikiyor. Ezilenlerin, başlarında olduğumuz dönemde şiddet politikalarını içeren yaygın bir mücadele yürüteceği öngörülüyor. Üstelik bu savaşın, şiddet ve saldırı bakımından henüz başında olduğumuz kabul ediliyor. Ezilenlerin devrimci öncüleri, dünden daha fazla olarak devrimci şiddet ve bunun devlete karşı savaşımda alacağı biçimler üzerine düşünme(me)lidir. Vakit kaybetmeksizin bunun taktik-stratejik ve örgütsel biçimlerini oluşturmalıdır.
Bu yüzdendir ki ayaklanmanın devrimci öncüleri, devrimcilik üreten her düşünsel, ideolojik ve politik yapıya açık olmak ve devlet karşısında devrimcileşme eğiliminde olan her politik akımı kavramak zorundadır.
DEVRİMİ KAZANMAK İÇİN DEVLETİ MENZİLE ALMAK
"Devrim, nüfusun bir kısmının, tüfek, süngü ve top gibi, söz uygun düşerse, otoriter araçlar kullanarak, kendi iradesini nüfusun öteki kısmına zorla kabul ettirdiği bir eylemdir" diyordu Engels. Manifesto'da eksik kaldığı düşünülen bir yanı vurgulamak istiyordu. Yıllar sonra Lenin, devrim için devletle cenk halindeyken "Burjuva devlet makinesini şiddetle yıkmadan […] bir proleter devrim olanaksızdır." "Her devrimcinin ilk işinin kendi devletinin yenilgisi için çalışmaktır" diyecekti. Her iki devrimci ustanın da amaçladığı, kitleleri ve onun devrimci öncülerini doğru düşman hedefinin karşısında saflaştırabilmekti. Devletin kilidi kırılmadan devrim kapısı açılmayacaktı.
Bugün de ayaklanmaların son noktada gelip dayandığı ve aşamadığında geri çekildiği yer iktidarın toplumsal bir devrimle ele geçirilememesidir. Şu ana kadarki isyan ve ayaklanmaların mevcut önderlikleri, doğrudan iktidara el koyacak bir örgütsel-askeri hazırlığa sahip olmadıklarını gösteriyor.
Devrimler tarihinin eşsiz deneyimleri bir yana, coğrafyamızın yakın tarihi de bu gerçeği doğruluyor. Devrim, şiddet araçlarıyla, onun örgütüyle ve doğru politik çizgiyle var edildiğinde büyük zaferler elde ediyor. Örneğin Gazi Ayaklanması, devrimci hazırlığın olduğu koşullarda ayaklanmanın nasıl bir cüret ve atılganlıkla yönetilebileceğinin başarılı örneğidir. Gazi'de örgüt, devrimci önderlik, politik netlik, devrimin ihtiyaç duyacağı askeri araç ve biçimler yani ayaklanmayı yönetmek için temel olan her şey vardır. Vurgulamak gerekir ki öncünün bu hazırlığı, ayaklanan kitlelere de güven vermiş ve ayaklanma devlet ve devrim arasındaki otorite savaşı olarak yaşanmıştır. Bu savaşımın topyekün bir iktidar çarpışmasına dönüşememesi, hazırlığın daha geniş ölçekli mücadeleye uygun olmamasından ötürüdür.
Rojava ise iktidarı ele geçirmek isteyen öncü kuvvetler bakımından politik-askeri hazırlığın ne düzeyde belirleyici olduğuna verilen daha güncel bir cevaptır. Eğer Rojava Devrimi, devrimden bir yıl önce şimdi halk ordusuna dönüşen silahlı kuvvetlerini inşa etmeye başlamamış, bu kuvvetlerin ihtiyaç duyduğu şiddet araçlarını örgütlememiş, yeterli sayıda öncü devrimci kadroyu bu sahaya yerleştirmemiş olsaydı, rejime ait devlet kurumlarını ele geçirmesi ve rejimin silahlı güçlerini kapı dışarı etmesi yalnızca hayal olarak kalacaktı.
Ancak burada bir noktayı belirtmek gerekiyor. Hiçbir devrimci mücadele, bir süreci göz önüne alıyorsak eğer, yeter ölçekte şiddetsiz, kitlesiz, temel stratejik görüşlerden yoksun, örgütsüz ve önderliksiz devrimlere varamaz. Sorun tüm bunları yüksek bir yetkinlikle ve birbiriyle eşgüdümlü biçimde yaratabilmektir.
İşte bugün artık bu sorunun üzerinde çalışmak gerekir. Daha önceki devrimlerin silahlı hazırlığında kır ve kent gerilla savaşları önemli roller oynadılar. Bu devrimlere önderlik eden parti ve önderler bu temeldeki hazırlıkları bizzat yönettiler ve örgütlediler. Kır ve kent gerilla savaşının birikim ve deneyimlerini hazırlık ve eylem, isyan ve silahlı halk ayaklanması biçimiyle birleştirmeyi başararak zafere ulaştılar.
Günümüzün halk isyanları ve ayaklanmaları da kendi önder ve öncü partilerini isyan meydanlarında bu yönleriyle, bu özellikleriyle arıyorlar ve bekliyorlar. Onları gör(e)meyince isyan veya ayaklanmanın yarıda kalmasının burukluğu ile yeni bir denemeye kadar mola kaçınılmaz oluyor.
İsyana kalkan kitlelerin içinde yer alan öncüler ikili bir sorumlulukla karşı karşıyadır. Bu görevin bir yanı kitleyle her çeşit temas ve hareket uyumu oluşturmaksa, diğer yanı da kitleyi silahlı direnişle buluşturmanın volan kayışını bulmaktır. Sadece bu da yetmez, ilk silah alan olarak yine kitleye öncülük edecektir. Böyle yaparsa kendi varlık biçimini öncülükten önderlik düzeyine taşımış olur. Öyleyse bugün isyan ve ayaklanmaların uğultusunda iki şey öne çıkıyor. Hazırlık süreci ve ayaklanma anının yönetilmesi. Bu ise üzerinde derinleşilmesi gereken, somut planları olan, maddi güçlerin ve olanakların değerlendirilmesini zorunlu kılan ve elbette ki devlet aygıtını dağıtmaya odaklanan başkaca bir çalışmanın konusudur.