Arîn Çîya yazdı | Beşikçi'ye sorular: Mesele ulusal mı sınıfsal mı?
Başûr gerçekliğini göz önünde bulundurarak soracak olursak, bugün Başûr egemen sınıfları ile Başûr emekçileri arasında bir "ulusal çıkar" birliği kalmış mıdır? Yoksa bunların sınıfsal çıkarları ortak ulusal çıkarların dışına mı taşmaktadır? Başûr'daki serhildanlar ya da sömürgeci Türk devleti ile yapılan 50 yıllık imtiyazlı petrol anlaşması tam da bu taşmanın ifadesi değil midir?
İsmail Beşikçi yazdığı son makalede, "Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nde Maaş Sorunu"nu ele aldı.
Yazısında sorunun Bağdat'tan kaynaklandığını, çözümün de Hewler'de aranması gerektiğini belirtiyor: "Maaş ve bütçe konularını Bağdat'ın sürüncemede bırakmasının, bilinçli bir tutum olduğunu, esas amacın da özerk yapıyı aşındırmak, sürekli olarak Kürtleri Bağdat'a el açmak durumunda bırakmak, Kürtleri, Bağdat'a mecbur kılmak olduğunu düşünüyorum.
Hewler, kendi ekonomisini oluşturma yolunda çaba harcamalıdır. Kürdistan Bölgesel Yönetimi'ni ayakta tutacak çaba budur. Bu çerçevede tarım, hayvancılık, turizm geliştirilmelidir. Bölgede et tüketimi çok yüksektir. O zaman Kürtler eti ithal etmeyip kendileri üretmenin yolunu bulmalıdır."
Bağdat'ın maaş ve bütçe konularını bilinçli olarak sürüncemede bıraktığı, Kürtleri Bağdat'a mecbur bırakarak özerk yapıyı aşındırmak amacında olduğu, Başûr'un bu durumdan ancak kendi ekonomisini oluşturarak, kendi ayakları üstünde durarak kurtulabileceği doğrudur.
Peki Başûr neden bu durumdadır ya da bu duruma nasıl geldi?
Beşikçi Hoca bu soruyu sormuyor. Oysa bu soru sorulmadan bir sonuca ulaşmak mümkün değil.
Beşikçi yazısında sıklıkla, "Hewler"i Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nin bütününü temsilen kullanıyor. Peki Hewler'in böyle bir temsiliyeti, mesela Brüksel'in Belçika'yı, Berlin'in Almanya'yı, Moskova'nın Rusya'yı temsil etmesi gibi temsiliyeti var mıdır?
Böyle bir temsiliyet burjuva modern bir devlet kurumlaşmasını gerektirir. Oysa Başûr'da burjuva anlamda da olsa modern bir devletten söz edilemez. Başûr'da biri Süleymaniye diğeri Hewler merkezli olmak üzere iki şehir devleti, bu iki devletin iki ordusu, iki polisi, iki yargısı, iki istihbaratı var. Hangi burjuva modern devlette bu tür bir ikilikten bahsedilebilir?
Biraz daha derinleşelim. Bu iki devletin büyük mülk sahibi sınıfı aynı zamanda devletin yönetimini de üstlenmiş durumda. Bir başka deyişle burjuvazinin genel çıkarlarını koruyan, şu ya da bu burjuva kişi ya da aileden görece özerk bir devlet de yok ortada. Dahası bilhassa Hewler şehir devletinde özel mülkiyet ve devlet soy bağına dayanan küçük bir elit tabakanın elinde yoğunlaşmış durumda.
Devlete ve sermayeye sahiplik tekelini elinde tutan bu her iki şehir devletinin küçük elit tabakası hem birbiriyle rekabette denge/üstünlük sağlamak hem de hakimiyet kurdukları bölgede halk yığınlarını kendi etraflarında tutmak için mümkün olduğunca çok kişiyi maaşa bağladılar. Öyle ki devletten aldıkları maaşla geçinenlerin nüfusa oranı bakımından Başûr dünyada ilk sıralarda yer alıyor.
Hiç kuşkusuz, her iki şehir devletinin her iki partisinin geçmiş yıllardaki ulusal özgürlük mücadelesindeki yerleri halk içindeki desteklerinin tarihsel arka planını oluşturuyor. Ne ki bu bugün bir "tarihsel arka plan"dır artık. Her iki partinin kendi bölgelerindeki devlete hakimiyetleri ve bu hakimiyetin sonucu olarak yukarıdan aşağıya azalarak dağıttıkları devlet işleri -ki çoğu işlevsiz iştir bunların- ve maaş güncel desteğin kaynağıdır. Bu dağıtım ne kadar geniş tabana yayılırsa küçük elit tabakanın dayandığı sosyal zemin o kadar sağlam görünür.
Temel geçim kaynağı maaş olunca geçim araçları üretimi geniş halk yığınları için gereksiz hale geldi. Sömürgecilik döneminin ağır koşulları ne denli iktisadi gelişmeyi kösteklese de tarım ve hayvancılık, küçük sanayi Başûr ekonomisinin geçmişte temelini oluşturuyordu. Özerk yönetimin kurulduğu andan bugüne geçen uzun yıllar içinde tarım ve hayvancılığın canlandırılmasında, modern sanayinin inşasında bir yol alınması gerekirdi. Gel gör ki tam aksi oldu, olan da yıkıldı.
Aslında bu yıkım biçimi, ancak sömürgeci iktisadi ilhak şartlarında ortaya çıkar. Bir ülkeyi iktisadi ilhaka tabi tutan bir devlet öncelikle o ülkenin geleneksel iç pazarını yıkıma uğratır. Küçük sanayi ve tarım felç edilir. Böylece sömürgeci devlet için yeni pazarlar oluşturulur. Ülkenin yeraltı ve üstü kaynakları ilhakçılar tarafından adeta yağmalanır. Eğer bu iktisadi ilhakı siyasi ilhak takip etmeyecekse, yani sömürgeci devlet yönetimini doğrudan üstlenmeyecekse ya da üstlenemeyecekse buradaki egemen sınıfla uzlaşı içinde onu kendisinin bir iktisadi ve siyasi acentesi haline getirerek işlerini yürütmeye bakar. Bir yerli egemen sınıfın bu tür bir şekil almasına komprodorlaşma, bu tip sömürgeleştirmeye de yarı sömürgecilik deniyordu.
Peki Başûr nasıl oldu da sömürgeci boyunduruğu bir ölçüde de olsa kırdıktan sonra bu hale geldi?
Yukarıda bunun siyasi nedenlerini az çok inceledik.
Biraz daha ilerleyelim. Bu iki ayrı şehir devletinin iki ayrı burjuva sınıfı var. Her biri kendi coğrafi alanındaki pazara hükmediyor. Ne ki bunlar da kendi iç pazarını üretim ve ticaret üssü olarak değerlendiren modern bir burjuva sınıf olmaktan uzak. Hammadde kaynaklarını yurt dışına satan ve dışarıdan sınai ve tarımsal ürün ithal eden ve bu ürünleri içeride pazarlayan bir burjuva sınıftan söz ediyoruz. Bunlar devlete de doğrudan hakim olunca, devlet kaynaklarına da erişim tekelini elinde bulundurmuş oluyorlar.
İç pazarın bu tarz yıkımı ve kendi ayakları üzerinde duran bir ulusal ekonomik alt yapıdan yoksunluk, sorunların başlıca kaynağıdır. Hem maaşların kesintisizce dağıtımı hem de palazlanan burjuvazinin çıkarları gereği Başûr egemen elitlerinin Irak merkezi hükümetinden gelecek olan bütçeye ve sömürgeci Türk devletine tipik bir yarı sömürge gibi sunduğu petrol imtiyazlarına muhtaç olacağı açıktır. Hal böyle olunca, hem Irak merkezi hükümetinin hem de Türk devletinin bu "muhtaçlık" ilişkisini özerkliğin içini boşaltmak ve giderek ortadan kaldırmak için kullanmasına neden şaşalım ki!
İşler "iyi" giderken sorunlar görünmez. Irak hükümeti maaşları kestiğinde, maaşların iki şehrin devlet gelirlerinden ödenmesi gerekir. Bu her iki devletin egemen sınıfının büyük oranda geliri petrol, doğal gaz ve gümrük kapılarından geliyor. Buradan gelen paranın halka dağıtılması, ancak devlete egemen olan bir avuç zenginin rızası ile mümkün. Bunun da sınıf çıkarlarına pek de uygun olmadığı ortada.
Görülüyor ki bir avuç egemen sınıfın "ulusal çıkarı" ile geniş halk yığınlarının ulusal çıkarı birbirinden ayrışmış durumda. Denebilir ki hangi sınıftan olursa olsun "ulusal çıkarlar" aslında sınıf çıkarının bir örtüsünden başka bir şey değildir. Buna kim itiraz edebilir ki?! Nihayetinde sömürgeci egemenlik tüm halk tabakaları dahil burjuvazinin işbirlikçi olmayan kesimlerini de etkilemektedir. Dolayısıyla bütün bu sınıf ve tabakalar sömürgecilerin kovulması ve kendi ülkelerinde kendi iktisadi kaynaklarını ve kendi kendilerini yönetme hakkı için birleşirler. Bu nedenledir ki bu dönem boyunca sınıfsal çıkarlar "ulusal çıkarlara" tekabül eder. Sömürgeciliğe karşı mücadele sürecinde işbirlikçi olmayan burjuvazi ya da feodaller ile emekçi sınıfları, "ulusal çıkar" şemsiyesi altında buluşturan tam da budur. Beşikçi'nin örnek olarak verdiği Kenya ulusal kurtuluş mücadelesi de bunlardan biridir.
Kenya ya da bir başka yer örnek gösterilecekse, oradaki sınıf diziliminin de az çok yansıtılması gerekir. Herhalde Kenya'da ya da ulusal kurtuluş mücadelesi veren hiçbir ülkede büyük mülk sahibi sınıfla, emekçi sınıflar arasındaki uçurum bugünkü Başûr kadar derin değildir. Dahası bu ülkelerde büyük mülk sahibi olma ayrıcalığı yalnızca sömürgeci efendilere tanınıyordu, çünkü ekonomik kaynaklar ve siyasi yönetim onların elindeydi. Oysa Başûr'da sınırlı da olsa ekonomik kaynaklar, siyasi yönetim, ulusun küçük bir azınlığının elinde toplanmıştır.
Başûr gerçekliğini göz önünde bulundurarak soracak olursak, bugün Başûr egemen sınıfları ile Başûr emekçileri arasında bir "ulusal çıkar" birliği kalmış mıdır? Yoksa bunların sınıfsal çıkarları ortak ulusal çıkarların dışına mı taşmaktadır? Başûr'daki serhildanlar ya da sömürgeci Türk devleti ile yapılan 50 yıllık imtiyazlı petrol anlaşması tam da bu taşmanın ifadesi değil midir?
Beşikçi bu sorunlara hiç değinmiyor. Buna karşın Kürdistan Demokrat Sosyalist Partisi lideri Muhammed Hacı Mahmud'un, "1- Artık Irak hükümetinden bütçe ve maaş istenmemeli. 2- Kürtler Bağdat'tan çekilmeli. 3- Kürdistan Bölgesi kendi ekonomisini oluşturmak için hızla örgütlenmeli" çağrısını desteklediğini belirtmekle yetiniyor.
İki şehir devletine bölünmüş her birinde küçük bir azınlığın iktisadi ve siyasi sistemi tekeline aldığı Başûr'da bu nasıl gerçekleşecek? Bu küçük azınlığın iki şehir devletindeki iktisadi ve siyasi sisteme hakimiyeti sürdükçe bunun gerçekleşmeyeceği ortada. Çünkü bu, ancak bu egemen azınlığın siyasi ve iktisadi çıkarlarından feragat etmesi ile mümkün olabilir. Bu da en asgarisinden, halkın çıkarlarına hizmet eden halkçı demokratik birleşik bir Başûr devlet idaresini gerektirir.
Böyle bir ulusal demokratik devlet idaresi bugünkü sınıf ilişkileri içinde kurulabilir mi?
Bunu da bir sonraki yazıya bırakalım.