1 Mayıs 2024 Çarşamba

Adalet, eşitlik, özgürlük mücadelesinde şahadet ve iştirak

Bir 10 Eylül'de Türkiye sosyalizm mücadelesine Rönesans hareketi olarak zuhur eden ve varoluşunu devrimin zaferi hedefiyle anlamlandıran siyasal öznenin her alanda gelişip güçlenmesi, toplumsal devrimin teminatıdır.
Konjonktür, AKP iktidarının dış siyasette arzuladığı değişimleri yapmasına, türlü vaat ve dayatmalarla istediklerini almasına geçit vermiyor. Öncesindeki tartışmalar ve AKP'nin fazlasıyla önem verdiği 7 Eylül'deki üçlü görüşmeyi bekleme gereği duymadan İdlip'e yönelik hava saldırısının başlatılması, AKP'nin önemsenmediğinin göstergesi. AKP, Ordadoğu siyasetinde bir vektör değil. Kürdistan'ı da pek kapsayan, civar coğrafyadaki politik denklemde ise sadece bir bağımlı değişken. Kimsenin ona oyun kurucu gözüyle bakmadığı, dahası pek kaale almadığı üçlü zirve toplantılarının canlı yayınlanan kısmında da görüldü. Diplomatik nezaketi elden bırakmadan AKP'ye böylece kapı gösterilmiş oldu.
 
AKP, giderek daha fazla tecrit edileceği bir denkleme mahkum. İdlip'te ağırlıklı bölümünü emperyalistlerin ve sömürgeci faşizmin zaman zaman kullandığı çetelerin akıbetinin felaket olacağını kabullenmiş durumda. Mülteci akını benzeri söylemlerin pazarlık gücü, hiç değilse Rusya bakımından pek yok. Avrupa devletlerini oyuna dahil olmaya çağıran AKP birkaç adım sonra işlerin daha bir karmaşıklaşacağını ve iyice oyun dışına düşeceğini de fark etti. Bu nedenle üçlü zirve ardından, o salonda söyleyemediklerini, iç kamuoyu gücünü elinde bulundurmak için tweet bombardımanına başlayarak ifade etti ama muhataplarının yüzüne söyleyemediklerini sıralamak, iktidarın ne denli inisiyatifsiz olduğunu saklamaya yetmedi. İçeride pek haşin olan iktidar, bu bahiste söylenmekle kalacaktır çünkü hareket marjı iyice kısıtlanmıştır.
 
İdlip bahsinde mecburi kabullenişin karşılığında dayatılabilecek tek konu, diğerlerini Kürdistan'ın statü kazanmaması konusunda güvence vermekti. Bu tür yazılı bir taahhüt alamadı ancak aynı günlerde İran'ın Erbil'deki Kört örgütlenmesine füze saldırıları ve Esad rejiminin Haseke'de yok yere Kürt gençleri tutuklamaya kakışması ardından gelişen silahlı çatışmalar, bu güçlerin geleneksel Kürt karşıtlığından öte, İdlip'te olup biteceklere razı etme karşılığında rejimin gönlünü hoş tutma çabasıdır.
 
İktidar birçok bakımdan rezervlerini tüketmenin kıyısında. Kürdistan'ın, başka ülkelerin resmi sınırları içinde kalan kısımlarını askeri operasyon sahası olarak kullanmak biçimindeki "açık sınır" siyasetinin sonuna geliniyor. Bu tıkanmayı aşmanın veya görmezden gelmenin yolu, iç politikadaki süreğen sertliğin daha katı biçimlerde devam ettirilmesi olamaz. Böylesi bir yönelim iktidarın dayanaklarını zayıflatmaktan başka işe yaramaz. Ezilenlerin ve muhaliflerin şamar oğlanına çevrildiği bir Türkiye tablosu sürdürülebilir değil.
 
Kürt siyasal hareketiyle sürdürülen politik uzlaşma görüşmelerinin tek yanlı olarak kesilmesi ve fiili savaş düzenine göre pozisyon alınması sadece Kürdistan'da değil, Batı'da da ağır politik maliyete yol açtı. Demokratik mücadele kanalları tıkandı. İktidarın, kendisine karşı çıkanlara dönük harekete geçirdiği polis ve adliye aparatının maymuncuğuna dönüşen terör kılıfının caydırıcılığı da ikna ediciliği de kalmadı.
 
Mevcut durum açık: ABD ile bahar havası çoktan sona erdi. Rusya-İran güzellemelerinin sonuna gelindi. AKP şimdi tekrar AB ipine sarılma zamanı diye düşünüyor ama aldatıldığını düşünen muhataplarının demokrasi söylemlerine kanması mümkün değil. Bunun adı derin yalnızlıktır. Bütün ilişkiler tüketilmiştir. Rejimin siyasal kredibilitesi kalmamıştır. AKP'nin tutumu, engelli koşudaki yeteneksiz bir atletin çitleri kıra dağıta ilerlemesinden farksız. Rotasız, yönsüz, gelecek ümidinden yoksun bir rejim tablosu hakimdir. Araçsal yaklaşma, kullanmanın ötesinde kimsenin AKP'ye muhabbet beslemeyeceği kesin. Kendi taktikleriyle AKP elimine ediliyor.
 
Bir geçiş dönemindeyiz. Yerleşik zulüm düzenleri yıkılmanın eşiğinde. İster konjonktürel siyaset, ister bilim sanat başlıklı herhangi bir konu olsun, varıp varacağımız yer, çöküş döngüsünün egemenler için işlediğidir. Ezilenlerin iradesinin olaylara müdahil olması çöküşten devrim çıkarmanın en elverişli yoludur. İç dinamiklerin türlü biçimlerde akamete uğratılmaya çalışılması bu nedenle yanıltıcı olmamalı. Çelişkinin keskinliği faşizmi ancak ve sadece böyle yönetebileceği saplantısına mahkum etmiştir. Bununla sonuç almanın olanaksızlığı da bu keskinlikle görülmektedir. Görüldükçe, dahası gösterildikçe, o siyasal saplantının yansıması türlü çeşitli uygulamalar darmadağın olacaktır.
 
Günün birinde Türkiye'deki faşizmin izini sürecek olanların yolu mutlaka AKP iktidarı dönemine çıkacaktır ve belki de en esaslı mesailerini bu yıllar alacaktır. Zulmün gölgesinde uyuyanların olması hiçbir şeyi değiştirmez zira tarihin kırılma anlarında düzene uyanlara rağmen ayakta olanlar, adlarından bahsedilenler, itiraz kabiliyetini yitirmemiş olanlardır. Bizim maruz kaldığımız, yıkıcı etkilerini günlük hayatımızda gördüğümüz, mezarlıklara ve hapishanelere her baktığımızda şahadet ettiğimiz faşizmin, günün birinde sadece bir araştırma konusuna dönmesi ve tarih bilgisi sınırları içinde ele alınması da özgürlük mücadelesinin başarı düzeyiyle ilgilidir. Bununla birlikte, eninde sonunda faşizmin toplumsal iç dinamiklerle aşındığı gerçeği de görülecektir.
 
Çağın bütün hastalıkları sınırlı iktidarlarda billurlaşır. Sosyalizmin olmadığı bir dünya her kötülüğe, her zulme yataklık eder ve bu istisna olmadığı gibi günden güne genel kaide halini alır. Sadece despotik biçimleri, faşist güzergahları değil, bizatihi kapitalizmin bütünü insanı varoluşu ketler, özgürlük kabiliyetinin açığa çıkmasını baskılar.
 
Zümre siyasetine, sömürge siyasetinin yanı sıra toplumun bir kesiminin siyasal ve kültürel aşağılanmasına karşı adalet, eşitlik ve özgürlük mücadelesinin milyonlarca muhatabı var. Bir 10 Eylül'de Türkiye sosyalizm mücadelesine Rönesans hareketi olarak zuhur eden ve varoluşunu devrimin zaferi hedefiyle anlamlandıran siyasal öznenin her alanda gelişip güçlenmesi, cefa çeken söz konusu milyonlar ile binlerce yolla iletişim, etkileşim ve bağlar kurarak ezilenler dünyasına nüfuz etmesi, ufkunda antikapitalizmin belirdiği adalet, eşitlik ve özgürlük mücadelesiyle zafere ulaştırılacak demokratik devrimin kesintisiz biçimde toplumsal devrime dönüşmesinin teminatıdır. Faşizme olduğu gibi devrimin zaferine de şahadet edeceğimiz kesindir.