16 Nisan 2024 Salı

Yeni eşik, yeni görevler

Üçüncü cephenin, yani ezilenlerin egemenlere karşı alternatif cephesinin en ön mevzisi Rojava'dır. Ve dünyada, bölgede ve Türkiye Kuzey Kürdistan sathındaki tüm direniş güçleri onun etrafında birleşmelidir. Saray rejiminin yenilgisi, emperyalist statükonun yıkılması, ezilenlerin birleşik ve özgür-eşit geleceği, yani bölge devrimi buna bağlıdır. Tüm direnişler ana direniş yatağına bağlandığı oranda bu sıçrama her zamankinden çok mümkündür.
Atılım gazetesinin bu haftaki "Gündem" köşesinde; ABD'nin Suriye'den çekilmesinin ardından yaşanan tartışmalar ve tampon bölge meselesi işleniyor.
 
Atılım Gazetesi'nin Gündem yazısı şöyle:
 
Saray faşizminin siyaset marjı yerlerde sürünüyor. Öyle ki iç politika ile dış politika arasındaki ayrım çizgileri yok hükmünde. Kuşkusuz bunun emperyalizmin krizinin Türkiye'ye yansımasından kaynaklanan boyutları var. Ancak ortaya çıkan tablonun özgün çizgilerine odaklanmak karşı siyasetin yol alma olanaklarını açığa çıkarmak bakımından daha yararlı olabilir.
 
Öncelikle vurgulamak gerekir ki devletin yapısal krizine güncel biçimini veren temel saik Kürt sorunudur. Ve Kürt sorunu gelinen aşamada bölgesel ve hatta belli bakımlardan uluslararası bir nitelik kazanmıştır. Dikkat edilsin; Kürt sorunu bir süredir sadece iç politika bakımından değil, Suriye iç savaşı ve Rojava devriminin yarattığı bölgesel ve uluslararası denklem bakımından da cepheleştirici bir rol oynuyor. Özellikle Suriye iç savaşının tablosunda yaşanan sadeleşme bu bakımdan yeni bir eşiğe işaret ediyor.
 
Bu güne kadar ABD, Türkiye ve devrim güçlerini aynı anda kendi cephesinin siyaset alanına çekebilecek formüller üretmeye çalışırken, Rusya ise Türkiye'yi bir biçimde yanında tutarak hem karşı cepheyi zayıflatma hem de devrim güçlerini Esad rejimi lehine geriletmek için bir basınç unsuru olarak kullanma hattından ilerledi. Yani karşılıklı çelişkilere oynama ve buna dayanarak pozisyonunu tahkim etme ve alan açma siyaseti önemli bir rol oynadı. Ne var ki gelinen aşamada emperyalistler bakımından olduğu kadar yerel sömürgeciler ve devrim güçleri bakımındanda bu siyaset alanı alabildiğine daralmış durumda. ABD, Suriye'den çekilme ve ortaya çıkacak boşluğu tampon bölgeyle tahkim etme stratejisiyle Türkiye'yi frenleme ve yanına çekme, Rojava'nın pozisyonu ve siyasi bileşimini değiştirme, bir başka deyişle bağımsız hareket edebilme imkanlarını elinden alma ve karşı cephenin hareket alanını sınırlamayı murat etmektedir. ABD, hem Türkiye'ye hem de Rojava'ya dönük havuç-sopa politikasıyla sonuç almaya çalışmaktadır. Ne var ki ABD'nin geri çekilme kararının ardından Rojava devrim güçleri hem uluslararası diplomasi atakları, hem Rusya ve rejimle görüşme sürecinin düğmesine basması, hem de direniş seferberliğine girişerek bu çizgiye gelmeyeceğini ve tampon bölge planını kabul etmeyeceğini ilan etti. Bu tampon bölgenin Türkiye'nin işgal planlarına alan açma riski açıktır. Ve bu planı reddetme tutumu kararlılıkla sürdürülmelidir. Diğer taraftan Türkiye birkaç homurdanmanın ardından tampon bölge planını kabul ederek ABD'nin dümen suyuna girmiş görünmektedir. Saray, bu yönelimiyle dengelere oynama siyasetinin alanının daralmasından kaynaklanan sıkışmışlığını aşmak ve sahada kalabilmek için fırsat yaratmaya çalışmaktadır. Bu bakımdan açmazlarla yüklüdür. Diğer taraftan bu gelişmeler Rusya, İran ve Esad rejimi ile Türkiye arasındaki kesişme noktalarını küçülterek Sarayın karşısına yeni bir engel çıkarmakla kalmıyor, Rojava devrim güçleri için yeni imkanlar yaratıyor. Yine de iki cepheninde farklı hareket noktalarına ve amaçlara sahip olmasına karşın Rojava devrim güçlerini geriletme ve üçüncü çizgiyi ortadan kaldırma hedefinde ortaklaştıklarına dikkat etmek gerekir. İki emperyalist karşı-devrimci cephenin sürtünmesi bu hedefi pratik politika bakımından şimdilik zayıflatsa da devrim güçlerinin hareket alanını genişletecek yeni nefes borularına ihtiyaç duyduğu ve bu ihtiyacın gittikçe artacağı akılda tutulmalıdır. Devrim güçleri bu soruna her zamankinden çok odaklanmalıdır.
 
Devrim doğal olarak kendi özgücüne dayanma ve direniş çizgisine bağlılığını sürdürecek ve bu güce dayanarak diplomatik alandaki etkinliğini arttıracaktır. Ne var ki bölgesel denklemde ortaya çıkan yeni eşik bu çizgiyi yeni güçlerle tahkim etmeyi gerektirmektedir. Bu bakımdan Kobanê sürecinin deneyimi yeni durum ışığında incelenmelidir. Rojava devrimi hem bölgesel hem de uluslararası zeminde halkların gündemine taşınmalı, egemen güçler üzerindeki baskı arttırılmalıdır.  Bunun Kobanê günlerine oranla belli bakımlardan güçlükler taşıdığı açık. Geride kalan dönem boyunca Saray rejimi eliyle yükseltilen faşist saldırganlık ve savaş süreci devrim güçlerini belli bakımlardan geriletti. Efrin işgal edildi. Türkiye ve Kuzey Kürdistan'da HDP başta gelmek üzere emekçi sol güçlere dönük baskı ve tutuklamalar ile kitle hareketindeki geri çekiliş sürdü.
 
Ne varki tüm bunlara karşın ne Rojava devriminin ne de Türkiye ve Kürdistan'daki devrimci demokratik muhalefetin iradesi kırıldı. Aksine Saray'ın faşist saldırganlık siyaseti eliyle inşa ettiği 'şeflik' rejimi ters orantılı biçimde meşruiyet yitirdi. MHP bastonuna bağımlı hale geldi. Dahası ekonomik kriz sürecine girilmesiyle birlikte toplumsal tabanındaki kırılganlık arttı. Başa dönecek olursak; siyaset marjı en dar seviyeye geriledi. İçte ve dışta yürütülen faşist saldırganlık ve savaş siyasetinde ortaya çıkan yeni koşullarda kullanım ve etki düzeyi sınırlandı.
 
Durdurulamayan gerileme ve meşruiyet krizi, geriletilse de her şeye karşın yok edilemeyen Saray karşıtı tepki, ekonomik kriz süreci ve işgal politikalarının hem iç politika hem de dış politikada siyasi kırılganlığı limitine vardırması... Saray rejimi tam bir krizler yumağının içindedir. Ve hangi yana adım atarsa atsın ayağı bir başka krize dolanmaktadır. Ve bu koşullarda saldırmak, daha çok saldırmaktan başka bir yol bulamamaktadır. Öyle görünmektedir ki yaşanan çok katmanlı kriz sürecinin nereye varacağı sorunu bölgede ve Türkiye-Kuzey Kürdistan sathındaki direniş damarlarının birleşik hareketi tarafından tayin edilecektir. Üçüncü cephenin, yani ezilenlerin egemenlere karşı alternatif cephesinin en ön mevzisi Rojava'dır. Ve dünyada, bölgede ve Türkiye Kuzey Kürdistan sathındaki tüm direniş güçleri onun etrafında birleşmelidir. Saray rejiminin yenilgisi, emperyalist statükonun yıkılması ve ezilenlerin birleşik ve özgür-eşit geleceği yani bölge devrimi buna bağlıdır. Tüm direnişler ana direniş yatağına bağlandığı oranda bu sıçrama her zamankinden daha çok mümkündür.