19 Mayıs 2024 Pazar

Yavuz Aydın yazdı: Dünyanın en yüce ve en büyük yalanı

Elimiz bir makineni kolu/düğmesine ya da bir silahın tetiğinde olmadığı süreci onlar için hiçbir değerimiz yok. Onlar için üretiyorsak, öldürüp ölebiliyorsak çok değerliyiz. Onları zenginleştirmek ve koltuklarını koruduğumuz sürece değerliyiz. Makinelerin kolunu kendi sınıf çıkarımız için tutarak ve tetiğini tuttuğumuz namlunun ucunu işimize, aşımıza göz koyanlara çevirerek.

"Tüfek tutabilecek ya da alet kullanabilecek her el kıymetlidir." Noah Harari (Homo Deus)

Son günlerin en popüler konusu hiç şüphesiz insan hayatı ve insanın değeri. TV'lerde her an bunu vurgulayan bir spot ya da reklamla karşılaşabiliyoruz. Bu reklamlar bir banka, bir sigorta şirketi, bir holding ya da devletin kendisi tarafından hazırlanmış kamu spotu da olabilir. Ama hepsinin ortak yönü bize, ne kadar değerli olduğumuz hissini anlatmaya çalışmaları.

Sistem, krize girdiği her durumda bizden fedakârlık ister ve bekler. "Kemer sıkma" politikalarını çoğumuz hatırlıyoruz. Bu ve buna benzer taleplerle ezilenler her zaman karşı karşıya kalırlar. Önce değerli olduğumuz vurgusu yapılır, aynı gemide olduğumuz hatırlatılır ve "gemimizin" batmaması için fedakârlık yapmamız gerektiği söylenir. Aslında bir değermatik vardır ve yaptığımız fedakârlık kadar sistem için değerli oluruz. Peki, bu değermatik nasıl çalışır. Yani hangi fedakarlığı yaparsak ekstra bonus kazanırız. Bakalım:

Her akşam saat 19.00'da sağlıkçılar için balkonlarımızdan, pencerelerimizden (kimimizin bir balkonu ya da penceresi olmadığı için kapımızdan) alkış eylemi yapıyoruz. Herkesin sağlığı için canları pahasına bu salgınla mücadele eden sağlıkçıları alkışlıyoruz ve onlara bizim için ne kadar değerli olduklarını anlatmaya çalışıyoruz. Normal yaşamda ilaç ve rapor yazmadığı ya da gerektiği kadar hastayla ilgilenmediği (performans yasası gereği) için laf sayılan, darp edilen ve hatta canlarını kaybeden (onları bir nebze korumak için bir türlü sağlıkta şiddet yasası çıkarılmayan) sağlıkçılar için.

Aslında bu alkışı, o çok istediğimiz 1-2 bin liralık ayakkabıyı ayağımıza getiren kargocular, PTT çalışanları, her gün yediğimiz ekmekleri pişiren fırıncılar,biz evde kalanların elleri steril olsun diye dezenfektasyon üreten ya da popolarımızı yumuşak tuvalet kağıtları ile silmemiz için her gün kalabalık dolmuşlarda, servislerde korumasız, maskesiz işe gitmek zorunda kalan işçiler için de yapalım.

Ne kadar değerliler değil mi, ne kadar yüce ve ulvi bir görevi yerine getiriyorlar. Evet, evet alkışlamalıyız onları da. Ellerimizi kaldırmışken makarna yiyebilmemiz için üretim yapan çiftçileri, sokaklarımızı temizleyen çöpçüleri, market çalışanlarını da alkışlayalım. Ne kaybederiz ki. Hatta haftanın günlerine bölüştürebiliriz.

Değermatiğin farklı puan sistemi de var. Fedakârlığın en büyüğü olan canımızı vermemiz ve vermek için tereddüt etmememiz.

En büyük bonusa sahip olan fedakârlık sadece bu dönemde değil, insanlık var olduğundan beri belki de bizden en fazla ve en sıkça istenen fedakârlıktır. Geçmişteki büyük imparatorlukların büyük kalabilmesi ve daha da yayılabilmesi için yaptığımız fedakârlıklar. Öldürmek ve ölmek. Belki de hayatı boyunca karşılaşıp sorun yaşamayacağı Makedonyalı bir askerin Persli bir askeri öldürmesi ve sonra Hintli bir asker tarafından öldürülmesi gibi. Büyük İskender'i büyük yapan da bu fedakârlık değil midir? Mısır'daki piramitleri görünce onu yaptıran firavunlara hayranlık duyarız ama o piramidin yapımında canı pahasına çalışan, ölen köleleri bilmeyiz bile. Sayısal bir istatistik bile yok ortada. Kaç köle öldü acaba o piramit sırf birkaç ay/yıl erken bitsin diye.

Alkışa devam edelim biz. Büyük Turan imparatorluğunu kurmak için Sarıkamış'ta soğukta donan askerleri, dünyayı komünizm 'belasından' kurtarmak için binlerce kilometre uzakta Kore'de ölen/öldüren askerleri, bir Kürt oluşumuna izin vermemek için Fırat Kalkanı ve Barış Pınarı operasyonlarında ölen askerleri alkışlayalım. Hepsi bizim için fedakârlık yaptı ya. Alkışlayalım hepsini. Krallıklar, imparatorluklar, diktatörler ve hata burjuva demokratik sistemler için ölen/öldürülenleri de alkışlayalım. Çünkü ezilenlerin kaderi onların mutluluğu ve çıkarı için kendilerini feda etme üzerine çizildi. Ezilenler bu anlarda çok değerlidirler ve anlata anlata bitirilemez değerleri.

Ne büyük, ne yüce bir yalan: Fedakârlık.

Elimiz bir makinenin kolu/düğmesine ya da bir silahın tetiğinde olmadığı süreci onlar için hiçbir değerimiz yok. Onlar için üretiyorsak, öldürüp ölebiliyorsak çok değerliyiz. Onları zenginleştirmek ve koltuklarını koruduğumuz sürece değerliyiz. Ama sakın değerimizin öyle yüksek bedelleri olduğunu düşünmeyin. Yaşayabileceğimiz kadar bir gelir neyimize yetmiyor. Hatta daha azı bile olabilir. Yeter ki bize methiyeler dizilsin, bayrak eşliğinde göğsümüzü kabartan müziklerle geçit töreni yapalım. İçimiz bu yüce millete ve dine ait olmanın verdiği coşkuyla dolup taşsın. Vatan sağ olsun diyelim, devletimizin milletimizin bekası için fedakârlık yapma zamanıdır diyelim. Bunun dışında biz ezilenler onlar için bir değer ifade etmiyoruz. İlk gözden çıkarılan her zaman biz oluruz. İşin aslı bizi kendilerine yük olarak görüyorlar. Daha şimdiden koronavirüs salgını nedeniyle dünya çapında görülmemiş işten çıkarmalar başladı. Milyonlarca insan işsiz kaldı. Sadece işsiz almadılar, en çok ihtiyaçları olduğu bu dönemde sağlık hizmetlerinden de yararlanmaları engellendi. (ABD'de olduğu üzere.)

O yüzden iş, ekmek, para istediğimizde "Geber" diyebiliyorlar. Günlük kazanıp günlük tükettiğimiz için sokağa çıkma yasağı öncesinde canımızı hiçe sayıp sokakları, marketleri doldurunca bize geri zekâlılar deyip IQ'müzle alay edebiliyorlar. Her türlü aşağılamayı esirgemiyorlar.

Birçok ülke vatandaşlarına işsiz kaldıkları için cüzi miktarlarda ödemeler yapmaya başladı. (Türkiye'de durum biraz farklı. Türkiye'de devlet, IBAN numarası vererek yardım topluyor.) Ama bu önlemler, sadece biriken memnuniyetsizliği gidermek amaçlı. Hiçbir dönemde sermaye servetini dağıtmaya gönüllü olmamıştır, olmayacaktır.

2019 yılı itibarı ile dünyanın toplam serveti yaklaşık 360,6 trilyon dolar. En zengin yüzde 1'lik dilim, servetin yüzde 82'sini kontrol ediyor. Dünyanın en zengin sadece 26 kişinin serveti, dünyanın en yoksul 3,8 milyar insanının gelirinden daha fazla.

Hani gayrı safi milli hasıla diye tutturdukları bir yalan var ya. Eğer ki dünya toplam servetini dünyada yaşayan toplam nüfusa bölsek, kişi başına 46 bin Amerikan doları düşer. 46 bin dolar. TL karşılığı 313 bin. Bu, 136 asgari ücrete denk gelir. Ve bu hane başına değil, fert başına. (Çok çocuklu olmanın dayanılmaz avantajı.) 4 kişilik bir aile için 1 milyon 250 bin TL. Yılbaşı bileti büyük ikramiyesi gibi. Çoğu insan bu kadar param olsa hiç çalışmam, ömür boyu yaşardım diyebilir ve haklı da.

Bu söylediğim birçokları için büyük ikramiyenin kendine çıkma ihtimalinden bile daha düşük bir hayal olduğunu düşünür. Ama değil. Böyle bir gerçeklik var ve bu bizim ellerimizde. Üstelik bilet almadan. Ve şu ana kadar yaptığımız fedakarlığın belki de yüzde birini yaparak. Hatta hiçbir fedakarlığa gerek kalmadan. Sadece inanarak ve mücadele ederek.

Makinelerin kolunu kendi sınıf çıkarımız için tutarak ve tetiğini tuttuğumuz namlunun ucunu işimize, aşımıza göz koyanlara çevirerek.

Bunun adı ise sosyalizm!