Veysel Baran yazdı | Halk Okulu Dergisi demagoji ve grupçu yozlaşma batağından konuşuyor- 1
Halk Okulu "adalet", "ilke", "pragmatizm" ve "fırsatçılık" gibi kavramlar etrafında demagojiyi bir yana bırakarak kendi gerçeğiyle yüzleşmeyi; onu bazı bakımlardan çürüten, devrimciye devrimci diyemez hale getiren, devrimci işbirliğini değil, küçük mülk sahibi rekabetçiliğini ilke edinmesine, grupçu yozlaşmada derinleşmesine yol açan anlayışlarla hesaplaşmaya çalışmalıdır.
Halk Okulu 312. sayısında kuyu tipleri somutunda faşizme, Sumud Filosu aracılığıyla faşist siyonist İsrail'in soykırımcı sömürgeci Gazze işgaline karşı mücadele çağrısında bulunan ve mücadele eden devrimcilere, antifaşistlere karşı akıl dışı bir saldırıya girişti. Yarı-lümpen bir üslubun ve demagojinin şekillendirdiği yazılar, grupçu yozlaşmanın varabileceği sınırları görmek bakımından ibretliktir.
Bu ibretlik yazılar, devrimciye devrimci, antifaşiste antifaşist diyemeyen, kendisinden başka devrimci ve direnişçi olmadığına sabah akşam yemin billah eden Halk Okulu'nun pusulasını iyice kaybettiğini işaret ediyor.
Halk Okulu 1983-2025 aralığı içinde yaşanmış birbiriyle ilişkisiz konuları, olayları, partileri, durumları "oportünist sol", "reformist sol", "Kürt milliyetçileri" gibi yaftalarla hikaye ederek, işi "zaten hiç direnmediler", "kaçtılar" vb. demagojileri yutturacak sihirbazlıklar yapmaya kalkmaya kadar vardırıyor.
Anladık, marksist leninistlere, komünist harekete düşmanlığınız aşiret kültürüne has kan davası kültürüdür. Mahallelerde, lümpen bireylerle, bir ayağı çetecilikte çevrelerle girdiğiniz ilişkilerin gerek haddinden fazla "hain" ürettiğini, gerekse de devrimci hareketle dostluk, devrimci yoldaşlık ortamını dinamitlediğini kendinize söyleyecek açıklık ve ideolojik cesareti gösteremeyecek, sorunun üstesinden demagojiyle gelebileceğinize inanmayı sürdüreceksiniz. Nesnellik, devrimci hakkaniyet, mücadele edeni bu gerçeğiyle göstermek gibi devrimci ölçüleri grupçu yozlaşmayla bir kenara bırakıp demagojiye sarılmaya devam edeceksiniz. Tercih sizin.
Ne var ki, demagoji ve yalanla varılacak yer, elde edilecek kar, avantaj ya da her neyse o, devrimci ölçüler bakımından temiz olmaz. Yozlaştırır. İç ortam dahil, devrimci ilişkileri zehirler.
TARİHSEL GERÇEKLERİ ÇARPITMAK, SONRA DA KENDİ ÇARPITMASIYLA POLEMİK YAPMAK ÇIKMAZI
1) Halk Okulu her fırsat bulduğunda '80'lerin direnişçiliğinden başlıyor söze. Olabilir. Fakat hapishanelerden önce işkence merkezlerindeki direnişler var. Merkez Komitesi üyeleri şahsında partilerin, örgütlerin sınavı orada başladı. Halk Okulu'nun 12 Eylül 1980'den sonra direniş tarihi tartışmasını o eşikten başlatması gerçeğin doğru, bütünlüklü yansıtılmasına daha ciddi katkılarda bulunur. Madem geniş bir muhasebe yapıyor, madem kimi tarihsel anlardaki tutumları konuşuyor, böyle bir adım atmalı Halk Okulu. Bekliyoruz.
2) 1980'li yılların ilk yarısında Türkiye'nin değişik hapishanelerinde faşizmin ideolojik teslim alma saldırılarına karşı fiili direnişler yürütüldü, kazanımla sonuçlanan ve sonuçlanmayan açlık grevleri yapıldı, tek tip elbise giymeme direnişleri örgütlendi. Komünistler bu direnişlerin özneleri arasında yer aldı.
Birlik Devrimi'ni örgütleyen gruplardan birinin önder kadrolarından Adil Can yoldaş 12 Eylül 1980-Aralık 1984 arasında üç kez baş eğmeden geçtiği işkencehanelerde tahrip edilen bünyesine rağmen sürdürdüğü tek tip elbise direnişi gerekçesiyle hastaneye götürülmediği için şehit düştü. Tarih 15 Nisan 1985'ti.
Bu gerçeklere rağmen bir genelleme olarak tek tip elbiseye karşı direnmediler diye yazan Halk Okulu yazarları bellek kaybı sorunu yaşıyor olabilir veya devrimci mücadele yaşları daha sonraki yıllarda başlıyor olabilir. Her iki durumda da gerçeği doğru biçimde yansıtmak için bir parça okumaları, incelemeleri gerekirdi. Böyle yapmak yerine yalan ve çarpıtmadan medet umarsanız, amacınız kirli, karanlık hale gelir.
3) "22 Aralık Katliamından sonra F Tiplerinde ölüm orucuna başlayıp daha sonra da direnenleri yarı yolda bırakıp kaçanların başını çeken ESP'ydi" diyor Halk Okulu.
F tipleriyle bağlı ölüm orucu eylemi konusunu (ve kimi başka iddiaları) yazının ikinci bölümünde değişik yönleriyle ele alacağız. Şimdi yalnızca şu gerçeği vurgulayalım: Komünistler, zindanlarda ve dışarıda ölüm orucu eylemini sürdürdükleri, dönemin umutsuzluk ortamına göğüs gererek "üç kapı üç kilit kampanyası"yla kitle baskısı örgütlemek için seferber oldukları, mücadelenin özgür biçimlerinin kullanılması adımları attıkları o dönemin koşullarında, eylem biçimi olarak ölüm orucunda ısrar edilmemesi tartışmasının ne başlatıcısıdır, ne de pratikte örgütleyeni. Yalancılığı arsızlığa vardıran Halk Okulu'nun iddialarının aksine, komünistler tersi çabaları sonuçsuz kaldığı; eylemi sürdüren dört parti ve gruptan birinin eylemi fiilen sonlandırdığı, ikisinin sonlandıracakları tarihi bildirdiği koşullarda son verdi ölüm orucu eylemine.
4) Halk Okulu, 12 Eylül 1980'den başlayarak zindan direnişi, ölüm orucu tartışması yaptığına göre, şöylesi konulara açıklık getirebilir:
Mesela Dev-Sol 1984'te ölüm orucunu bitirirken TİKB'yle bir görüş ve karar birliği içinde mi hareket etmiştir, yoksa kendi bildiği gibi mi davranmıştır?
Mesela Halk Okulu çizgisinden yayınların tarih yazımı içinde Amed'deki '82 ve '84 ölüm orucu eylemleri nasıl bir yer tutmuştur ve tutmaktadır?
Mesela 2001'de iki ayrı kanaldan akan ölüm orucu eyleminin birleşik hale getirilmesi fikri ve ön çabalarında bir katkısı var mıdır DHKP-C davası tutsaklarının? F tiplerinde ve sokakta birleşik direniş çizgisi izlediklerine bir kanıt sunabilirler mi?
Mesela 1996 ölüm orucu saldırısını yanlış bularak, tüm kitlesiyle süresiz açlık grevi (SAG) yapacağını açıklayan TİKB'nin o süreçteki üç ölümsüzünün illa da ölüm orucu şehidi olarak anılmasını hapishanelerde ve sokaklarda birleşik anmanın koşuluna dönüştürme gibi tutumları olmuş mudur aynı yapının?
Halk Okulu bu gerçekler üzerinde düşünme, olgulara bir parça olsun eleştirel yaklaşma gücü sergileyebilir mi?
5) Halk Okulu, 2022'den itibaren kuyu tipleri açık, orada değişik partilerden, gruplardan tutsaklar var; Halk Okulu'yla aynı dünya görüşünden olan tutsaklar dışında direnen yok; bu konuyu kimse bugüne kadar gündemine almadı diyor.
Doğruyu mu söylüyor Halk Okulu? Hayır.
Hangi tarihten itibaren hangi davalardan tutsaklar kuyu tiplerindeymiş, neden yazmıyor Halk Okulu? Kiminle tartışacaksa onunla muhataplaşmak yerine neden "çamur at izi kalsın" zihniyetiyle genellemeler yapıyor?
Meğerse, "oportünist sol", "Kürt milliyetçileri" kuyu tipi hapishanelerin sözünü bile etmemiş bugüne kadar! Şimdiyse, "kuyu tipleri ve sürmekte olan ölüm oruçları ve süresiz açlık grevleri üzerinden kendi propagandasını yapmaya çalışıyor"muş devrimci sosyalistler! Öyle mi?
Mesela, daha Ocak 2024'te devrimci parti ve grupların oluşturduğu Tutsaklarla Dayanışma İnisiyatifi S ve Y tipi hapishanelerin kapatılması talebiyle "Ayağa Kalk" adlı bir kampanya başlatmamış mıydı? Bundan bağımsız olarak, tecride karşı politik kitle ajitasyonu yürüten ESP, İstanbul, İzmir, Adana ve Dersim'de açlık grevi, Samsun'da ve Rize Fındıklı'da sokakta basın açıklaması örgütlememiş; ESP'nin bir MYK temsilcisi "tecrit politikası, tek kişilik hücrelerin bulunduğu Y ve S tipi hapishanelerle derinleştiriliyor" demiyor muydu röportajda?
Bu gerçeklerle yüzleşip özeleştiri yapma gücü var mı Halk Okulu'nun? Yoksa, "haksız da olsam haklıyım" kültürüne tapınmaya, bu uğurda demagojiye, olayları tahrif etmeye, çamur atmaya devam mı edecek?
6) Tüm içeriği ve gelişimiyle dost ve düşman önünde ortaya konulmuş bir konuda, Ümraniye zindanında iki kişinin cezalandırılması meselesinde de onlarca yıldır yalan ve çarpıtmadan vazgeçemiyor Halk Okulu. Devrimciler cenahının en küçük ilgi göstermemesi gereken tarzda psikolojik savaş yürütmeye kalkıyor. Bu konuda MLKP'nin soruşturmaların ardından ulaştığı sonucu halklarımızla paylaşmasından bile kendine pay çıkarmaya kalkacak ölçüde denge kaybına uğruyor. Üstelik çeyrek asır sonra.
Halk Okulu'nun örgütlemeye çalıştığı düşünce nedir? Haklarında kesin bir hüküm bulunmayan iki insan adaletsiz biçimde cezalandırılmışlardır. Elleri, ayakları bağlanıp diri diri yakılmışlardır. Bu gizlenmiştir. Bir dönem şehit olarak sahiplenilmişlerdir. Ancak 4 yıl sonra özeleştiri yapılmıştır.
Peki gerçek durum nedir?
Faşizm ML partiye karşı hazırladığı kapsamlı bir saldırının parçası olarak, parti örgütünün çok zayıf olduğu, ortamda değişik zorluklar yaşanan Ümraniye zindanına bir işbirlikçi göndermiş; bu provokatör bir dönem sonra şu amaçla tutuklanıp gönderildim, pişmanım, canım bağışlanırsa bilgi vereceğim demiş ve yalanın esas, gerçeğin tali olduğu iddialarla provokasyon denemesine girişmiştir. Soruşturma sürecinde aynı hapishaneden iki kişi şüpheli olarak tutuklanmış, birinin eşinin ajan olduğunu dışarıdayken bildiğinin açığa çıkması, değişik süreçlere ve durumlara dair sorulara verdikleri cevaplar, işbirlikçi provokatöre dair tutumları, kimi konuları açıklayamamaları sonucu düşmanın işbirlikçilik dayatmasını kabul ettikleri sonucuna ulaşılmıştır. Meseleye dair nihai karar verme sürecinde 19 Aralık saldırısıyla karşılaşılmıştır.
Katliam saldırısında düşmanın bu iki işbirlikçisini alacağı, geriye tanık da kalmazsa devrimci mücadeleye karşı suç işlemeye devam edecekleri düşünce ve duygusu cezalandırma kararı verilmesine yol açmıştır. Bu aşamada, birincisi, iki kişinin işbirlikçi hale getirildikleri, partiye darbe vurulmasına yol açan ağır suçlar işlediklerinden emin olma hali; ikincisi, alanda ulaşılan sonuca göre hareket edip etmemeyi yetkili parti örgütüne sorup cevap alma imkanı bulunamaması tayin edici etkenler olmuştur.
Konuya dair basında çıkan iki açıklama vardır. İkisi de MLKP'ye aittir.
İlki, Haziran 2001 tarihlidir. "Partimiz bu iki olayda açığa çıkan zafiyet ve eksiklerini kamuoyuna açıklamayı ve mahkum etmeyi ideallerinin, gelenek ve ilkelerinin, devrimci değerlerinin, halka karşı sorumluluğunun bir gereği olarak görmektedir" denilen açıklamada, kişilerin durumu ve cezalandırma dahil tüm tablo dolaysızca ortaya konmaktadır.
İkinci açıklama 25 Nisan 2004 tarihlidir. "Partimizin 3. Kongresi, bu iki ölümün ve sürecin diğer sorunlarının soruşturulmasına; ölümlerle ilgili sonuçların işçi sınıfına ve halklarımıza açıklanmasına karar verdi" denilen ikinci açıklamada ulaşılan sonuçlar paylaşılmaktadır.
a) Halk Okulu'nun yalanlarının aksine, cezalandırmayı yapanlar "iki arkadaşlarını" değil, ajanlaştırıldıklarına emin oldukları iki kişiyi cezalandırmışlardır.
b) Halk Okulu'nun yalanlarının aksine, bu iki insana dair herhangi bir yayında, bildiride, açıklamada "şehit" nitelemesi kullanılmamıştır. Ölümsüzlerin adları ve hangi hapishanede ölümsüzleştiklerine dair listeler bunun açık kanıtıdır.
c) Halk Okulu'nun yalanlarının aksine, açıklamanın 4 yıl sonra değil, Haziran 2001'de yapıldığı belgelidir. İkinci açıklamanın genişletilmiş bir soruşturmanın ürünü olduğu ve iki açıklama arasında özsel bir farklılık bulunmadığı görülmektedir.
d) Halk Okulu'nun yalanlarının aksine, kişilerin ölümlerinin yakma biçiminde olduğu tümüyle gerçek dışıdır. Kişiler yanan koğuşta bırakıldıklarında sağ değildirler.
Halk Okulu'nun konuya dair devrimci ahlakla bağdaşmayan genelleme ve demagojileri bu gerçekleri karartamaz.
HALK OKULU'NUN ADALET, İLKE, PRAGMATİZM ÜZERİNE GÜLÜNÇ İDDİALARI
Halk Okulu bir ideolojik-siyasi geleneğin bazı nitelikler bakımından yücelik katında olduğu, "oportünist sol"un, "reformist sol"un ve "Kürt milliyetçileri"nin bundan yoksun oldukları üzerine ahkam kesiyor, ahlak dersleri veriyor.
Birkaç değişik örnek hem Halk Okulu'nu benimsediği geleneğin gerçeğiyle yüzleştirmek, hem de değişik parti ve örgütlerden genç devrimcilerin tarihsel bilgilere nesnel yaklaşımı için yararlı olacaktır.
O gelenek, Türkiye ve Kürdistan devrimci hareketi içinde bağrından en çok "hain", en çok "kontrgerilla çocuğu" çıkarmak gibi bir özelliğe sahiptir. Bedri Yağan grubu için "kontrgerilla çocukları" nitelemesi o ideolojik-siyasi geleneğe aittir. Bu nasıl mümkün olabilmiştir? Bir yapının Türkiye siyasi sorumlusundan mahalleler sorumlusuna, askeri kamp yönetiminden kent gerilla birliklerine değin nitelik ve nicelikçe önemli bir gövdesi nasıl olup da "kontrgerilla çocuğu" olabilmiştir?
Onların yanlış düşüncelere kapılmaları, kabul edilemez bir yönteme başvurmaları Temmuz 1991 ve Nisan 1992'deki ağır düşman darbeleriyle oluşan koşullardan, bunu göğüsleyememekten kaynaklanmıştır. Fakat böyle bir yöntemi kullanmayı meşrulaştıran kültür, zihniyet nasıl olup da egemen olabilmiştir? Bunda bu grubun bazı örnekleri yukarıda yansıtılan tarzının, "benim çıkarım esastır, gerisi beni ilgilendirmez" gibi burjuva ideolojisine ait kültürün, zihniyetin çok büyük bir payı yok mudur?
Mesela, poliste teslimiyet düzeyinde çözüldüğü çok iyi bilindiği halde Semih Genç neden hapishaneden kaçırılan kişilerden biri olmuştur? O Semih Genç'in kısa süre sonra dağdan Avrupa'ya naklini sağlamasından ve hareketle bağını kestikten sonra polisin hizmetine gireceği az çok görülebilecekken neden bu engellenmemiştir?
Mesela, İbrahim Hafta'nın 12 Eylül öncesi eylem sırasında arkadaşlarını bırakıp kaçtığı, neden hapishanelerde yönetici sorumluluklar, sonrasında dışarıda askeri kamp yöneticiliği verilirken akla gelmemiştir de, Bedri Yağan ekibiyle birlikte tavır aldığında hatırlanmıştır?
Mesela, nasıl olup da Mart 1993'te Bedri Yağan'ın cenazesine katılma tutumundan sonra çok hızlı biçimde yeniden "kontrgerilla çocukları" politikasına geçilmiştir?
Halk Okulu "adalet", "ilke", "pragmatizm" ve "fırsatçılık" gibi kavramlar etrafında demagojiyi bir yana bırakarak kendi gerçeğiyle yüzleşmeyi; onu bazı bakımlardan çürüten, devrimciye devrimci diyemez hale getiren, devrimci işbirliğini değil, küçük mülk sahibi rekabetçiliğini ilke edinmesine, grupçu yozlaşmada derinleşmesine yol açan anlayışlarla hesaplaşmaya çalışmalıdır.