25 Nisan 2025 Cuma

Tantan: Adı İklim Kanunu olsa da bir ticaret kanunu

İklim Kanunu'nu ETHA'ya değerlendiren DEM Parti Ekoloji Komisyonu Eş Sözcüsü Tantan, bu coğrafyanın iklim yıkımının en çok hissedildiği yerlerden olduğunu söyledi. Adı İklim Kanunu olsa da bunun bir ticaret kanunu olduğunu vurgulayan Tantan, "Halk sağlığının korunması, bütünlükçü ekolojik bir koruma, emek politikalarının insan onuruna yakışır düzenlenmesi, toplumsal cinsiyet eşitliğini içeren düzenlemeler yapılması şart. Burada iklim adaleti perspektifi hayati önemde" dedi. Tantan, iklim yıkımından ilk elden etkilenecek olanlarla daha çok örgütlenmeye ihtiyaç olduğunu söyledi ve ekledi: "İklim adaleti perspektifiyle birleşik bir mücadelenin olanaklarını yaratmak zorundayız."

AKP tarafından Cevre Komisyonunda görüşülmek üzere Meclis'e doğa katliamını merkezine koyan İklim Kanunu teklifi sunuldu. Türkiye'nin halı hazırdaki iklim politikaları doğayı ve toplumu değil, sermayeyi korumaya dönük. Şimdi de İklim Kanunu ile birlikte şirketlere sınırsız bir doğa talanı sağlanıyor.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Ekoloji Komisyonu Eş Sözcüsü Melis Tantan ile İklim Kanunu'nu, doğa için ne anlam ifade ediyor, ekolojistler nasıl mücadele yürütmeli sorularını tartıştık. Tantan, sermayenin çıkarları doğrultusunda yapılan düzenlemelerin kılıfının iklimi korumak olarak gösterildiğinin altını çizdi. "Asıl sorun bizim ne yapacağımız" diyen Tantan, İklim adaleti perspektifiyle birleşik bir mücadelenin olanaklarını yaratmanın zorunluluğuna vurgu yaptı. 

'KOSKOCA BİR İKLİM YALANCILIĞI'
Adı İklim Kanunu olsa da söz konusu kanunun bir ticaret kanunu olduğunu vurgulayan Tantan, "Buna çok uzun süredir hazırlık yapıyorlardı. İthalat ve ihracatta global sermaye piyasalarına uyumlanmak için sermayenin zorunlu olarak yapması gereken kimi düzenlemeleri içeren bir teklif bu. Bu teklifin bu biçimiyle komisyondan geçip genel kurulun gündemine gelecek olması (ki şu an genel kurul gündeminden çekilmesine yönelik bir kampanya sürüyor) bizlerin 'Türkiye'nin Paris İklim Anlaşması'na imza atması, net sıfır yalanlarını desteklemeniz, bakanlığın ismine iklimi eklemeniz iklim krizine karşı mücadele etmek değildir' söylemlerimizi de adeta doğruluyor. COP zirvelerinin fosil yakıt ve nükleer lobilerince bir hakimiyet alanına dönüştürülmesinin Türkiye'ye yansıması olarak, imzadan sonra yeni açılan termik santral üniteleri, 16 yıldır kapatılması hukuken de gereken termik santraller için bir adım atılmaması, Kürdistan coğrafyasında güvenlik zaferi ve bölgenin kalkınması yalanlarına dayanılarak yeni petrol kuyularının açıldığı müjdeleri, ÇED'siz petrol arama ruhsatlarının devam etmesi, uluslararası doğalgaz projelerinin başlatılması gibi sayarak bitiremeyeceğimiz iklim yıkımına direkt etki edebilecek pek çok faaliyet var. Öncelikle fosil yakıt kullanımından çıkışa yönelik etkin ve stratejik bir planlama gerekirken aksi yönde artışlar yaşanıyor. Bunların hepsi koskoca bir iklim yalancılığı aslında" dedi.

'COĞRAFYAMIZ İKLİM YIKIMININ ETKİSİNİN EN ÇOK HİSSEDİLDİĞİ YERLERDEN BİRİ'
Sermayenin çıkarları doğrultusunda yapılan düzenlemelerin kılıfının iklimi korumak olarak gösterilmesinin temel sorun olduğunu kaydeden Tantan, "Bu devletler ve şirketler eliyle yeşil yıkama (greenwashing) dediğimiz doğayı, iklimi koruma söylemleriyle bu yapılıyor. Bu bakış bir koruyucu önlem getirmekten çok uzakta olduğu gibi aynı zamanda sermayeyi olası yolunda gitmezliklere karşı koruyucu önlemler de içeriyor. Olması gereken düzenlemeler açısından iklim-ekokırım suçlarını önleyiciliği ilk aşamaysa ikincil olarak da bu suçların 'kirleten öder' anlayışından çıkması ve etkin caydırıcı cezalandırma mekanizmalarının yaratılması gerekiyor, gelen kanunda elbette bu da yok. İklim yıkımı (kavramsal tartışmalar içerisinde boğulmamak için ben iklim krizi yerine iklim yıkımı demeyi tercih ediyorum) sanki sadece ada ülkelerinin sorunuymuş gibi bir algı var, günlük yaşamımızı etkilemiyor bizden uzakta bir sorunmuş gibi yaklaşıyoruz. Belki de bu nedenle iktidar ticaretle ilgili yasal düzenlemeler için hazırlıklar yaparken iklimle ilgili bir koruyucu kanun önerisi hazırlamak ve bunu toplumsallaştırmak yönünde etkili bir çalışma yapılamadı. Ancak durum bunun tam tersi; coğrafyamız iklim yıkımının etkisinin en çok hissedildiği yerlerden biri. Bu yıkıcı etki başlı başına kalmıyor bir de karbon yutak alanlarının ve ekosistemlerin varlığına yönelik saldırılarla gün geçtikçe çoğalıyor" ifadelerini kullandı. 

'İKLİM ADALETİ PERSPEKTİFİ HAYATİ ÖNEMDE'
Ekolojik yıkımdan en dezavantajlı kesimlerin etkilenmeye devam edeceğine dikkat çeken Tantan, şunları söyledi: "Başta kadınların, çocukların, LGBTİ+'ların, küçük çiftçilerin, işçi ve emekçilerin, ileri yaştaki insanların, engellilerin iklim yıkımından korunması yönünde koruyucu önlemler ve güçlendirilmelerine yönelik toplumsal düzenlemeler gerekiyor. Ekoloji örgütlerinin bu süreçte çağrı yaptıkları 'Halkın İklim Kanunu' önermesinde de yasal düzenlemelerin sermayenin ihtiyaçlarını değil doğayı ve toplumu önceleyen saiklerle yapılması gerektiği çağrısı var. Belki bugün bunun çok uzağındayız ancak ısrarla söylemek gerekiyor çünkü gerçek bir iklim yasası hazırlığı, tüm toplumsal yapılanmayı toplumcu ve dayanışmacı bir bakışla tekrar düzenleme şansını da yaratıyor. Halk sağlığının korunması, bütünlükçü ekolojik bir koruma, emek politikalarının insan onuruna yakışır düzenlenmesi, toplumsal cinsiyet eşitliğini içeren düzenlemeler yapılması şart. Burada iklim adaleti perspektifi hayati önemde."

'BİRLEŞİK MÜCADELENİN OLANAKLARINI YARATMAK ZORUNDAYIZ'
Ekolojik krizlerin asıl sorumlularının sanki kendileri değilmişçesine davranmalarını ve buradan kendileri için yeni fırsatlar, halklar ve doğa için yeni krizler doğurmalarının sistemin devamlılığı açısından şaşırtıcı olmadığını kaydeden Tantan, "asıl sorun burada bizim ne yapacağımız" tartışmasına dikkat çekti. Tantan, "Kapitalizmin emek değer denklemi tersine çevrilmedikçe, artı değer üzerinden sömürü mekanizması sürdürüldükçe yani ezen-ezilenler olduğu müddetçe aslında iklimi korumak da mümkün olmayacak. Sistemin saflaşmasının doğru tarafında mıyız? Adalet meselesi burada da en yakıcı mevzu, sermayenin yatırımlarına ve karlılığına yönelik ihtiyaçları mı yoksa yaşamı var eden doğanın canlı-cansız bileşenleriyle toplum kesimlerinin uğradıkları adaletsizlikleri önlemeyi mi önceleyeceğiz, asıl mesele budur. Birileri 'iklim krizi'ni fırsata çevirirken -ki tüm krizleri hep fırsata çevirirler- birileri aksi yönde yıkımın etkileriyle daha fazla uğraşacak. Bu, eşitsizlikleri daha da derinleştirecek ve adalete erişimi daha da zorlaştırabilecek bir durum. İklimin geldiği aşamada çok popüler bir söylem olan 'yok oluş'un eşiğinde olduğumuzu düşünmüyorum, bu tarifin kendisi yok olmaya gidişin bir kabulü bence ve burada bir reddiye kurmaya ihtiyacımız var. Kapitalizmin bu yıkımını gezegenin yok oluşuna çevirmeden engelleme şansımız var. Bunu nasıl yapacağız? Aslında insanlığın tüm mücadele tarihi bu konuda da bize bir rehber oluyor. Öncelikle iklim yıkımından ilk elden etkilenecek olanlarla daha çok örgütlenmeye ihtiyacımız var. İklim adaleti perspektifiyle birleşik bir mücadelenin olanaklarını yaratmak zorundayız" vurgusu yaptı.