18 Nisan 2024 Perşembe

Sosyalist aydın Kutsiye Bozoklar'ın kaleminden: Biz diyoruz ki fakat

Devrimcinin işi bulunduğu duruma hücumsa, mızrağın sivri ucunu önce kendine yöneltmelidir. Yabancılaşmış devrimcilik hücum potansiyelini tümüyle yok eder. Çünkü bu tipler için devrimci kimlik yalnızca bir alışkanlık ve bir koruyucu zırh, bir kaçış aracıdır. Bu durumda değişim değil başkalaşım söz konusudur. Başkalaşımın son durağı ise çürümedir. Yabancılaşmış devrimcilik, önlem alınmazsa hem bireyi hem de ortamı çürütür, kokuşturur.

Yabancılaşma, toplumun belli bir örgütlenme biçiminin, emeğin temel üretim ve geçim araçlarından ayrılmasının, emekçinin sahip olduğu tek metayı; iş gücünü pazarda satmak zorunda kalmasının zorunlu sonucudur. Bireyin iş gününü, yani yaşamının belirli bir zamanını satması onun yaşamında önemli sonuçlara yol açar. İnsanın zamanın bir bölümü üzerindeki kontrolünü yitirmesi, başkası tarafından faaliyete hükmedilmesi demektir bu. Böylece emekçi emeğinin ürünlerine sahip olmadığı gibi bu ürünler ona düşman haline gelir. İnsan beyninin en yaratıcı ürünü makinenin durumu budur. Çünkü emekçinin hayatı, zamanı, çalışması makinenin ritmine göre ayarlanmaktadır.

Yabancılaşma kavramı günümüzde insan faaliyetini de kapsamak üzere genişlemiş durumdadır. Aşırı uzmanlaşma sınırına kadar götürülmüş bir iş bölümüne dayalı bu toplumda insanların ufukları, son derece daralmıştır.

Karşılıklı anlaşma ve iletişim kapasitelerinde bir yabancılaşma durumu ortaya çıkmıştır. Sonuçta bireyler arasındaki sosyal ilişkiler "şeyleşmiştir". Büyük kent yaşamında bu durumu çok iyi gözlemek mümkündür. İnsan buralarda yaşayan canlı bir kimlik değil de apartmanda "5 numaralı komşu", sinemada otuz numaralı koltuk, hastanede lösemi ya da kalp yetmezliği vakası olarak tanımlanır. İnsanlar birbirini giderek iş ilişkisi ya da ekonomik ilişki olarak görmeye başlar. İletişim yetisinin bu biçimde yabancılaşması en kötüsüdür.

Çünkü iletişim örgütlü toplumdur. İletişim, düşünme ve dildir. Kapitalist toplum ulaştığı aşamada bu temel insan yeteneğini neredeyse yok etmek üzeredir. Günümüzde insanı daha ileri bir yaşam biçimine taşıması beklenen teknoloji, iletişim kapasitesini ve bildirişmeyi tüm insanlar açısından daraltmıştır. Kuşkusuz her şeyin metalaştığı toplumda iletişimsizliğin yol açtığı en zalim yabancılaşma biçimi yalnızlık duygusunun derinleşmesidir. Çünkü duygular, sevgiler ve ilişkiler de metalaşmadan payına düşeni almaktadır. Aşırı bireycilik aşırı yalnızlığa yol açmaktadır. Günümüzde insanlar giderek birbirlerini dinleyebilme niteliklerini yitirmekte, yalnızlık alanı sürekli genişlemektedir. İnsansızlaşma, kapitalizmin toplumda yarattığı en büyük travmadır.

Bu noktada bizi ilgilendiren yabancılaşma ve insansızlaşmadan devrimcilere düşen paydır. Çünkü şimdilerde devrimciler arasında "yoldaş" sözcüğünün bile kimi zaman bir yabancılaşma ögesi olarak kullanıldığı gözlenmektedir. Söz gelimi bir tartışmanın "ciddileştiğinin" en belirgin işareti senli-benli yürüyen konuşmanın "yoldaş"a dönüşmesi olabilmektedir. Ama kuşkusuz en önemlisi birbirine "yoldaş" diyenler arasındaki mesafe ve iletişim eksikliğidir. Yoldaş olmak adı üstünde aynı yolda yürümek, aynı inancı aynı kavgayı bölüşmektir. Paylaşma ve dayanışmadır. Acıda bir olmak, sevinçte çoğalmaktır. Yoldaşlık basit bir politik ortaklık olarak görülmemelidir asla. Yoldaşlığı yalnızca politik ortaklık olarak yaşamak, düşünceyi; duyguda ve paylaşımda ortaklık olarak pratiğe geçirememek, devrimciler arasında kapitalist yabancılaşmanın en bariz göstergesidir.

Malraux'nun Kanton'da İsyan romanında, acı çekmekten korumak için "sen dayanamazsın" diyerek elindeki siyanürlü hapı arkadaşına veren adamın yaptığıdır yoldaşlık, ya da bir ölüm orucu direnişinde "önce ben olmalıyım" diyen adanmışlık. Yarışmacılığın yerini alan ortak üretebilme yetisi ya da... Dürüst, çalışkan, yetenekli ve güven verici olmak bir devrimci için olmazsa olmaz özelliklerdir kuşkusuz. Ancak bu yetmez. Mesafeli ve mekanik bir tarz iletişimsizlikle beslendiğinde bu özelikler pekala da anlamsızlaşabilir.

Aynı ekmeği bölüşmek ve ortaklaşmak anlamına gelen "yoldaş" sözcüğünün birleştirdiği insanlar kendini yalnız duyuyorsa, anlaşılmadığını varsayıyorsa, dayanışma eksikliği, içe dönme, sevgide ısrar, ilgide inat yokluğu söz konusuysa, durup düşünmek gerekir. İnanç bir ortak paydadır. Ama yoldaş devrimcileri birbirine bağlayan ortak irade yanında ortak duygulardır da. Ortaklaşan duygular devrimci kimliğin harcıdır.

"Kapital iktidarda kaldıkça; değil yalnız toprak, değil yalnız insan emeği, değil yalnız insan kişiliği, değil yalnız vicdan, değil yalnız aşk, değil yalnız bilim, her şey, her şey kaçınılmaz olarak alınıp satılacaktır" demişti Lenin. Her şeyin alınıp satıldığı bir toplumda dayanışmacı ve kolektif bir dünya görüşünü benimseyip de ortaklaşamamak, hala metalar dünyasının bir parçası olmaktır. Devrimci kimlik başkalarının yanında, kapitalist dünyanın yol açtığı şeyleşmeye bir karşı duruş, nerede olunursa olsun o yalnız olmayış duygusudur.

Öyle bir ufka vardık ki/ Yalnız değiliz sevgilim/ Gerçi gece uzun/ Gece karanlık,/ Ama bütün korkulardan uzak./ Bir sevdadır böylesine yaşamak/ Tek başına/ Ölüme bir soluk kala,/ Tek başına/ Zindanda yatarken bile/ Asla yalnız kalmamak dedirten çoğalma duygusudur yoldaş devrimci olmak. Bu yüzden zindan karanlığında tek başınayken bile direnişlerde kalabalıklaşır devrimciler. İdam mangasının önünde dostlarını yanında görür de ancak yarım kalmış bir şarkının acısını götürür toprağa. Devrimciyi güçlü kılan tam da bu çoğulluk duygusudur. Tersi umuda bile yabancılaşma demektir. Bu ise en kötüsüdür.

Alman İdeolojisi'nde, Feurbach'a dayanarak şunları aktarır Marx; "Gerçekte pratik materyalist için, yani komünist için sorun, mevcut dünyayı devrimci bir şekilde değiştirmek, bulmuş olduğu duruma hücum etmek ve onu pratik olarak değiştirmektir." Devrimcinin işi bulunduğu duruma hücumsa, mızrağın sivri ucunu önce kendine yöneltmelidir. Yabancılaşmış devrimcilik hücum potansiyelini tümüyle yok eder. Çünkü bu tipler için devrimci kimlik yalnızca bir alışkanlık ve bir koruyucu zırh, bir kaçış aracıdır. Bu durumda değişim değil başkalaşım söz konusudur. Başkalaşımın son durağı ise çürümedir. Yabancılaşmış devrimcilik, önlem alınmazsa, hem bireyi hem de ortamı çürütür, kokuşturur.

Yabancılaşmış devrimciliğin bir başka işareti, kuşkusuz başta genç devrimciler olmak üzere rastlanan "hafızasızlık" durumudur. Belleksizleştirme, kapitalizmin varlığını sürdürmek için kullandığı temel ideolojik silahlardan biridir. Söz ve görüntü bu amaçla kullanılır. Geçmiş unutturulur ya da çarpıtılır. İdam sehpasına "Yaşasın marksizm leninizm" diye çıkan insanın muhalifliği sıradanlaştırılır ve Susun artık konuşmacılar/ siz sıranızı savdınız/ söz sırası mavzer yoldaşta diyen kavga kararlılığının üstü örtülmeye çalışılır. Oysa Türkiyeli devrimcilerin devraldığı geçmiş budur.

Genç devrimcilerin öncelleri; dayanışmayı, kavgayı bölüşmeyi, ölümün yüzüne gülerek bakmayı miras bırakmışlardır onlara. Parti-Cepheli Mahir 11 arkadaşıyla birlikte, THKO'lu Deniz ve iki yoldaşı için Kızıldere'de ölümün üstüne yürümüştür. Miras işte bu ortaklaşmacı zihniyettir. Yaşlı ya da orta yaşlı devrimci kuşağın özellikleri üzerine, yüze iliştirilmiş bir tebessümle söze başlamadan önce düşünülmesi gerekenlerdir bunlar. Bu tür "devrimci" ve "devrimci" ayrımı yabancılaşmanın en kötü göstergelerindendir. Kuşkusuz devrimcilik sürekli donanım yenilemeyi gerektiren bir meslektir. Ve yenilenme bir karşılıklı öğrenme sürecidir.

Geçmişte soyut bir kavram olarak devrimci denildiği zaman akla, gelişmiş bir kimlik gelirdi. Kararlı, kültürlü, savaşçı, adanmış ve paylaşımcı. Şimdi somut çeşitlilik içinde kuşkusuz böyle gelişmiş tipolojiler mevcut. Ancak giyimiyle kuşamıyla, yeme ve içme alışkanlıklarıyla devrimci yaşama eklemlenen popüler kültür ürünleri de yok değil. Bu yüzden devrimci iş, gelişmiş somuttan zengin bir soyutlamaya ulaşabilmek demektir. Bu da suni ayrımlardan değil, yeniyi deneyimle harmanlama yeteneğinden, hafızasızlığa karşı öğrenme ve merakı geliştirmekten geçiyor. Devrimci geleneğin bize bıraktığı miras, en elverişsiz koşullarda kavgaya girebilme iradesi ve inadı oluyor.

İnatsızlık, ısrarsızlık, gelip geçicilik, vurdumduymazlık, hafızasızlık ve hedonizm ve bireycilik düzenin insana dayattığı nitelikler. Devrimci saflara bulaşması, yabancılaşmış devrimciliğe yol açıyor. Gelip geçicilik kolektif ve bireysel sorunlar karşısında ilgi azlığı, bireysel hazların öne çıkması olarak kendini dışa vuruyor. Yabancılaşma, yüzeye bakma ve derini görememe eğilimlerini ve ayrıntılara takılıp kalmayı besleyebiliyor. Bu yüzden devrimci bireyin kendisiyle kararlı bir ideolojik ve pratik kavga yürütmesi gerekiyor.

Adam sendecilik, meraksızlık ve günübirlik tarz henüz bulaşık devrimciliğe denk düşüyor. Sevgisizliği, aldırmazlığı besliyor ve değişme iradesini zayıflatıyor. Devrimci yaşama ilgisizlik umuda yabancılaşmayı besliyor. Umudun yenilmesi her şeyin sonudur. Oysa bir kuşağın devrimcilerini gökyüzünü fethe çıkaran, o vazgeçilmez inançlı umuttu. Genç devrimcilere işte bu inatçı umudu inançla büyütmek düşüyor. Bu, başkalaşma değil değişim anlamına geliyor.

Burjuvazi tarafından yapılan ideolojik propaganda, devrimciyi muhafazakar ve soyu tükenmekte olan bir yaratık olarak sunuyor. Vazgeçmemek, değişememek olarak gösterilmeye çalışılıyor. Asıl tutuculuğun bu kirli düzeni daha da kirleterek sürdürmek olduğu gözlerden gizleniyor. Bu tarz, bazen mirası devralanlara da "yeni" olmak adına yansıyabiliyor. Devrimcinin gücü ise dünyaya sahip olma ve değiştirme iradesindeki süreklilikte yatıyor. Yeninin eskiyle mücadelesi böyle sürüyor. Yenilenemeyen yerinde sayıyor. Ve kayıyor. İnatsa deneyimle harmanlanıp gençleşerek sürüyor.

Sonra ne oluyor? Düşmanlarımız diyor ki: Mücadele bitti./ Biz diyoruz ki fakat: O yeni başladı./ Düşmanlarımız diyor ki: Yok edildi doğru/ Biz diyoruz ki fakat: Biz biliyoruz hala onu./ Düşmanlarımız diyor ki: Bilinse bile hala doğru,/ yayılamaz artık o./ Biz fakat yayıyoruz onu./ Meydan savaşının arifesidir bu. Meydan savaşının arifesinde olduğumuz kesindir. Bu ise eylemin sıcağında yabancılaşmış devrimcilikten arınmayı; düşünsel ve ruhsal ortaklaşmayı, paylaşmayı ve dayanışmayı devrimci hayatın olmazsa olmazı yapmayı dayatıyor. Devrim yapmak, düzeni önce kendi içimizde yok etmekten geçiyor.