25 Nisan 2024 Perşembe

Sosyalist aydın Kutsiye Bozoklar'ın kaleminden: Ahlak ve düşlerimiz

Sosyalist ahlak (etik), sorgulayan, tartışan, karşı çıkan, inisiyatif koyan özgür insanlar olabilmeyi erdemleştirmenin adı oluyor. Sosyalist örgüt, sosyalist insanda görmeyi umduğumuz ahlaki ilkelerin hayata geçirildiği ana mekanlar oluyor. Topluma, durmadan eleştirdiği, yanlışlıklarını ortaya koyduğu, yıkmayı hedeflediği eskisinin yerine daha iyi bir yarın vaat eden bir siyasal hareket, eskisinden çok üstün bir ahlaki gelişkinlik dünyasına sahip olmalıdır. Bu ahlaki üstünlük duygusunun kaybolması ya da bir biçimde sekteye uğratılması, en sonunda bir iç kurumaya yol açabilir ki; bunun toplumda ve tek tek bireylerde yıkıcı sonuçları olur.

Etik (ahlak), etimolojik olarak eski Yunancadan gelme, örf ya da töre, karakter ve düşünme tarzı anlamına gelen "ethos" kelimesinden türetilmiştir. Yunanca ethica ile Latince moralitas aynı anlama gelen kelimelerdir. Ancak günümüzde moral (ahlak), insana ilişkin toplumda var olan bir pratik değerler sistemi, etik ise bu değerleri araştıran bir felsefi disiplin sayılmaktadır. Genel olarak ahlak; insanlar arası ilişkileri düzenleyen, kişinin toplumla ve bireyin "ötekilerle" ilişkisini söz konusu eden ve zamanla değiştiği varsayılan, tutum, davranış, ilke ve kurallar bütünüdür.

Marksist anlayışa göre; toplumsal bilinç, maddi yaşamın üretimi ve yeniden üretimi sürecinde biçimlenir. Bu bilinci belirleyen maddi koşullar insanların yaşayış biçimlerini ve ahlak anlayışlarını da koşullandırır. Temel ahlak ilkeleri her toplumun kendi mülkiyet ve bölüşüm ilişkilerinin bir yansımasıdır. Toplumun ahlaksal gelişimi değişik aşamalarına ve nitel özgünlüklerine rağmen karmaşık ama homojen bir süreç oluşturur. Ahlakın göreliliği, onun aynı tarihi gelişimin değişik safhalarını temsil eden bir zincirin halkaları olarak ele alınmasını anlatır. Sürecin gelişimi kesintisiz geçişler, eklemlemelerle olur. Tarihsel olarak oluşmuş, genel olarak kabul görmüş ahlak kategorilerini yok sayan, sıçramalı değişikliklerle olmaz ahlaki değişim.

Sosyalizme kadar tüm zamanların ahlaki gelişimi, mülkiyet ilişkileri üzerine kuruludur. Ya soy ya soyul ya da bırak başkaları soysun... Özgürlük, eşitlik, iyilik ve güzellik gibi tüm kavramlar kavrayışın üstünde şekillenir. Sömürü, bireysel ve sınıfsal bencillik, her biçimde estetize edilerek sunulmuştur, mülkiyet ilişkilerinin egemen olduğu toplumlarda. Kapitalizm bu tarzın şahikasıdır. Çünkü burjuva ahlak sisteminin kuralları, toplumdaki her üyenin bireysel başarılar elde etmeye dönük faaliyetlerinde eşit hak ve olanaklara sahip olduğunu varsayar. Görevler, yükümlülükler ve haklar eşittir.

Oysa mülkiyet ilişkileri yabancılaşma üretir. Yabancılaşmanın en belirgin özelliği, insanların yarattıkları toplumsal ilişkilere egemen olmaktan çıkmaları ve o ilişkilerin egemenliğine girmeleridir. Kapitalizm koşullarında yabancılaşmış ilişkiler içselleşmiş, tüm insan ilişkilerine ve toplumsal yapılara sızmıştır. Mülkiyet, insanın ve insana ilişkin tüm değerlerin düşmanıdır. İnsan, mülkiyet ilişkileriyle yalnız kendine değil doğaya da yabancılaşır. Toplumsal zenginliğin artması "parasal" ilişkileri geliştirince, insan ilişkileri yoksullaşmıştır. Paranın tüm değerlerin yerine geçmesi, insan ilişkilerinin de bölünmesi demektir. İnsan çalıştıkça parçalanır, bütünle olan bağı kopar. Bir araç, büyük bir makinenin küçük bir parçası olur. Görünürdeki özgürlük kölece bir bağımlılıktan başka bir şey değildir. Görece özgürlük ve eşitlik pazarın ve paranın özgürlüğüdür.

Sosyalist ahlak bir "mülksüzlük" ahlakı olmasıyla diğerlerinden ayrılır. Bu insanın "meta" olmaktan çıktığı bir durumdur. Karşılıksız çalışmanın onur olduğu, mülksüzlüğün erdem sayıldığı yeni ve başka değerler dünyasıdır, sözü edilen.

Her insanı sosyalizme götüren farklı yollar vardır. Haksızlığa karşı çıkma özlemi, umut, umutsuzluk, öfke, sevgi ve daha pek çok şey. Ama her insan "sosyalizm, toplumun tarihsel bir şeklidir, sosyalizm kaçınılmazdır" diyerek sosyalist olmaz. O işin bilimsel yanıdır. İnsan kendisi ve düşleri için sosyalist olur. Sizin düşünüz neydi bilmiyorum. Ama ben insanlık için en "iyisi" olduğuna inandığım için sosyalist oldum. Özgür, eşit, kardeşçe, mülksüz, şefsiz, iktidarsız, erksiz bir dünya... Düşünen, tartışan, birlikte üreten, birlikte tüketen, inisiyatif, söz ve karar sahibi insanların oluşturduğu bir toplum. Suç yok, suçlu yok, polis yok, hapishane yok. Sınır yok, pasaport yok, milliyet derdi yok, devlet derdi yok... Tek derdimiz belki de doğanın ölmesine engel olmak, dünyanın yok olmasına engel olmak, eğer engel olamayacaksak yıldızlara, galaksilere taşımak hayatı...

Düşünün bir, canınız kışı çekiyorsa kutuplara gittiğinizi; yazda olmak istiyorsanız ekvatorda olduğunuzu, pampaları savanaları seyrettiğinizi, Afrika'nın bir botanik parkına dönüştüğünü, hastalıksız ama can sıkıcı da olmayan bir ömür sürüp, gürültüsüzce öldüğünüzü sonra. Anneliğin, evlatlığın gönüllülük üstüne yürüdüğünü, isteyenin toplumsal anne-baba, isteyenin fiziksel anne-baba, isteyenin hiçbirisi olabileceği bir yaşamı. Ben, yıldızlara salıncak kurmak isterim. İnsanın düşü olay yaratır, derler. İnsanın hayal edebileceği tüm düşlerin gerçek olabileceğine inanırım. Sizin de başka düşleriniz vardır belki, başka sevdalarınız... Düşlerimiz içindir tüm çabamız biraz da kendimiz için.

Sosyalizm insanların kafasında bir ütopya olarak doğdu. Aynı zamanda ahlaki bir anlayış. Sosyalizmin bilimsel bir temele oturmasını sağlayan Marks ve Engels, bilimselliği pekiştirmek için ütopikliğe savaş açtılar. Ancak onlar da hiçbir zaman işin ütopik yönünü reddetmediler. Genel yönelimin yasalarını gösterdiler ama...

Sosyalizm özgürlük ve eşitliği; 'ben'i reddetmeyen 'biz'i ortaya koyan bir dünya görüşü; eşitliği ve özgürlüğü yan yana var ederek işletebilecek bir sistem oluşturma amacıyla insanlığın en ciddi hedefini ortaya koyan bir düşünce tarzı olarak varlığını sürdürüyor. Hayatın ve toplumun yasaları kendi yolunda ilerliyor. Bu yüzden bizi sosyalist yapan zorunluluklar, bizim dışımızda objektif olarak var olsa da sosyalizm "kaçınılmaz" olduğu için değil, "iyi" olduğu için sosyalist oluruz. Seçimimiz bir anlamda "etik" bir seçimdir. Kurtuluş hepimizindir, sosyalist mücadele birilerinin başkalarını kurtarması değil, ortak kavgamızdır.

Sosyalizm düşüncesi, eşitlik ve özgürlüğün insan hayatının temelini oluşturduğu bir toplum biçimi düşünmekle başlar, şimdiye dek yaşanan deneylerin empoze ettiği daralma ise bizi bağlamamalıdır.

Düşlerimiz hayatın gerçekleriyle örtüştüğü ölçüde anlamlı ve gerçekleşebilirdir. Var olan toplumun insanlarının bir anda dönüşüme uğraması, onların yerini yepyeni insanların alması söz konusu değildir. Bu, belki bilinçaltı bir beklentidir, yanlış bir beklenti. Sosyalizm elbette insanlığa yüksek bir etik standart vaat eder. Ancak yaşanan olaylar iktidara el konulmasıyla toplumsal eşitliğin ve özgürlüğün hemen gerçekleşmesinin, yaşamın bir anda yenilenmesinin mümkün olmadığını gösterdi çoktan.

Yıkılan toplumun tortularının bireylerin içinde bir tabaka oluşturduğu, binlerce yıllık egemen-ezen geleneğinin kolayca yok edilemeyeceği ortaya çıktı. Bireysel bilinçaltımıza biriken ve kökünden temizlenmesi gereken pek çok sınırlayıcı ve engelleyici katman bulunduğunu günlük yaşam içinde, durmadan sınadığımız da bir gerçek.

Yaşamın kökten dönüştürülmesi için girişilen siyasal ideolojik ve kültürel çabalar çok önemlidir elbet. Yaşamı dönüştürmek bir örgütlülük işidir.

Ancak, toplumu dönüştürecek olanlar insanlardır, kendini dönüştürmemiş bireylerle de bu değişim ve dönüşüm işi gerçekleştirilemez. Böyle bir dönüştürme süreci her gün yeniden üretilen bir yaşam ve kültür pratiğini gerekli kılıyor. Çünkü günlük yapıp etmeler çok çabuk katmanlaşıyor. Daha iyi, daha insanal ve düşlediğimiz bir dünyanın kurulması da bir hayatı her gün yeni baştan sorgulamayı, imgelemi her gün yenilemeyi gerekli kılıyor. Bilinç değiştirici-dönüştürücü pratikler yaşamsallaşıyor. Yeni bir ahlak da böylesi bir süreçte yer ediyor. Yenilenme gerçekleştiğinde geri dönüş yolları kapanıyor. Sosyalist ahlakın yerleşmesi ve çalışmanın zevke dönüşmesi böylece mümkün olabiliyor.

Bugün yapacaklarımız da geleceğe bir ayna tutuyor. Sosyalist insan konusunda bugünden söylediklerimiz kimilerine "henüz olmayanın idealizasyonu" gibi görünebiliyor. Ancak sosyalist toplum kavramı içinde sıraladığımız değerleri bugünden yaratmamız kapitalizmin ve liberal yaşam tarzının erişilebilir tek seçenek olarak sunulduğu koşullarda daha da yaşamsallaşıyor. Çünkü yaşanan bunalım, kapitalizmin ussallaştırılmasının ve doğrulanmasının gerekçesi yapılmak isteniyor. Sanki kapitalizm sonsuza dek sürecek diye düşünülüyor, devrim ve sosyalizm kabusundan kurtulunmuş olduğu varsayılıyor.

Bu yükselen değerler söylemiyle derinleşen çöküntü tek tek her bireyi ve yaşamın her alanını etkiliyor. Kişilikleri bilinçaltına sızarak kendine "sosyalist" diyen insanımızı etkiliyor. İnsanal sorunlar karşısında duyarsızlaşma, kişiliksizleşme, kişiliğin tüketim kalıplarına göre belirlenmesi insanın yeni tanımları olmaya başlıyor. Yeni koşullar, iradesi kırılmış, tüketim güdülerinin tutsağı olmuş, düşünemeyen, sorgulamayan, öğrenme heyecanı olmayan insanları öğrenme ve örgütlemeyi dayatıyor. Yaratılan, boğucu, sersemleştirici ve kültürsüzleştirici ideolojik atmosfer insanları "şey'leştiriyor, boğun eğmenin ve tabi olmanın erdem sayıldığı bir dünyada, insanın ne örgütlenme ne de geleceği eline alma talebi gelişebiliyor.

İnsanın sürüleşmesinin meşrulaştığı koşullarda mücadele ve direniş yeni bir ahlak yaratıyor. Başkaldırı ve eylem bu yeni ahlakın anahtarı oluyor. Sosyalist ahlak artık bu başkaldırı eylemi temelinde yükseliyor. Sosyalist ahlakın, eylem içinde gelişmesi, başta din olmak üzere tüm arkaik ideolojilerin dayattığı ahlak sistemlerinin panzehiri oluyor. İnsanın ideallerinin onlar adına üretildiği ve tüketime sunulduğu koşullarda, insanın düzene, düzenin toplumsal ilişkilerine uyumu reddetmesi ve buna direnmesi en yeni "erdem" biçimi oluyor. Bireyselliğinden kendi rızası ile feragat eden insan olmaya "hayır" demek gelecek ahlakın da ipuçları oluyor.

Sosyalist ahlak, sorgulayan, tartışan, karşı çıkan, inisiyatif koyan özgür insanlar olabilmeyi erdemleştirmenin adı oluyor. Sosyalist örgüt, sosyalist toplum kavramı içinde sıraladığımız, sosyalist insanda görmeyi umduğumuz ahlaki ilkelerin hayata geçirildiği ana mekanlar oluyor. Bu da kültürle politikanın iç içe geçtiği çalışma tarzlarını geliştirmemiz gerektiği gibi zorunlulukları da beraberinde getiriyor. Topluma, durmadan eleştirdiği, yanlışlıklarını ortaya koyduğu, yıkmayı hedeflediği eskisinin yerine daha iyi bir yarın vaat eden bir siyasal hareket, eskisinden çok üstün bir ahlaki gelişkinlik dünyasına sahip olmalıdır. Bu ahlaki üstünlük duygusunun kaybolması ya da bir biçimde sekteye uğratılması, en sonunda bir iç kurumaya yol açabilir ki; bunun toplumda ve tek tek bireylerde yıkıcı sonuçları olur. Daha iyi bir gelecek vaat eden bir toplumsal hareket düşlerimiz kadar güzel, farklı ve daha üstün bir etik yaratmak zorundadır. Dünyanın daha iyi bir dünya olabileceğine, bunun da karşı çıkmayı bilen insanların bilinçli çabalarıyla gerçekleşeceğine inananlar, sömürü tahakküm ve hegemonyanın ortadan kalkması için bu günden ödünsüz bir çaba ve özverili bir çalışma yürütmek gerektiğini bilerek, yarına giden yolları güzelleştirerek yürüyeceklerdir.