24 Nisan 2024 Çarşamba

Şii ve Alevi düşmanlığı

Bir yandan Alevi derlenişi sağlanırken, diğer taraftan özgürlükçü, halkçı, devrimci İslam yorumlarına sahip kişi, grup ve çevrelerle müşterek diyalog zemini aranmalıdır. Çünkü şunu biliyoruz; devlet faşizmi toplumu önce Türk-Kürt diye bölüyor, sonra Alevi-Sünni (buna bağlı olarak Müslüman-gayrimüslim) diye bölüyor. Yapılacak en doğru şey müşterek noktaları öne çıkarmak, konuyu devlet-halk çelişkisi etrafında yapılandırmak, "dostları" çoğaltmaktır. 

ABD-İran nüfuz savaşının yansımalarından biri, Kasım Süleymani'nin öldürülmesi oldu. Misillemeler, örtük operasyonlar biçiminde daha da alevlenecek bu sürecin daha büyük ihtilaf ve çatışmaları tetiklemesi kaçınılmaz.

ABD'nin İran rejimini değiştirme çabası yeni değil. Türkiye'deki kimi politik İslamcı kesimler, onların arasında da siyasal paranoyaya tutulmuş olanlar, ABD'nin AKP'yi yıkmaya çalışacağı ve İran'dan sonra sıranın kendilerine geleceği vehmi ile bu çatışmadan memnun, ABD'yi oyalayacak bir set sayıyorlar İran'ı. Türkiye'deki politik İslamcılık, öteden beri ağırlıklı olarak ABD'ye hayırhah yaklaşır. ABD, ilişki denklemini bozmasaydı bugün de ABD'ciliği sürdürürlerdi. ABD'ye kategorik itirazı olmayanlar da, Şia karşıtlığı argümanından hareketle İran'ın hırpalanmasından memnun.

Ancak dikkat çeken ve hayretler içinde tekrarlanan önemli bir detay var. K. Süleymani'nin öldürülmesinin ardından 'Müslüman ağırlıklı coğrafya'ların hiçbirinde, Türkiye'deki gibi Şia düşmanlığı açığa çıkmadı.

Neredeyse her gelişme bunu doğruladı. Ağzını açan Şia'ya kinini kusar oldu. Cemaat şebekesinin Şia düşmanlığı çok öne çıkardı. Belli ki örgütsel olmak, o şebekenin dışında olan siyasal İslamcılar da ruhsal-düşünsel donanımları itibarıyla benzer bir koyu düşmanlıkla yüklü.

Şia denilince Türkiye'deki politik İslamcılığın aklına Alevilerin gelmesi şaşırtıcı değil. Çünkü onlara devlet dersinde bunlar öğretildi. Dolayısıyla 'Şia' denilince ne hissediliyorsa 'Alevi' denilince de aynısını hissediyorlar. Buraya muhakkak mim koymalı. Bilhassa Türkiye'nin yakın tarihi düşünüldüğünde. (Uzak tarihte Osmanlı dönemi Alevi katliamlarını yazı konusu dışında tutsak bile).

Alevilik ile Şia bir değil. Ancak meseleyi buradan tartışmak hem yanlış hem Şiayı bir kötülük odağı saymak oluyor. Kaldı ki Türkiye'de (Kars ve İstanbul ağırlıklı olmak üzere) bir milyon Şia inancı taşıyan yurttaş var.

Bu Şia düşmanlığı, kusulan nefret, dildeki azgınlık son derece tehlikeli. Buradan Alevi-Sünni çatışması ve Alevi katliamı rüyası görenler de az değil. Durum, Alevilerin herhangi bir emekçi sol bileşenine dahil kesimleriyle değil, topyekûn bir Alevi derlenişine ihtiyaç bulunduğunu anlatıyor. Kendi öz güçleriyle, kendi dinamikleriyle Aleviler milyonları kapsayacak biçimde bir araya gelmeye, iç örgütlenmeler oluşturmaya adeta mecburdur. Bunu Sünni İslam karşıtlığıyla, hatta bir karşıtlık düşmanlık üzerinden değil, temel hak ve özgürlüklerin, bu arada yaşam alanlarını savunma, iç dayanışma gibi başlıklar etrafında gerçekleştireme ihtiyacı ortada duruyor.

Komünistlerin kurucu strateji taktik görüş açıları içinde olan ve çok erken bir tarihte, gerici bir iç savaşın Alevi-Sünni, Kürt-Türk saflaşmaları üzerinden çıkarılabileceği belirlemeleri bugün de geçerliliğini koruyan tarihsel metin olmanın ötesindedir. Hatta asıl bugünlerde o başlık, çok daha mümkündür. Ne yazık ki türlü nedenlerle, kitlesel, egemenlerin ideolojik tazyiklerinden arındırılmış, sürekliliğini koruyan Alevi derlenişi sadece mevzii alanlarla sınırlı kalmıştır.

Gerek emperyalistler, gerek bölge çapındaki gerici faşist devletler, odaklar ve çevreler böyle bir gerici iç savaşı kendi amaçları doğrultusunda kullanmaktan kaçınmayacaktır. Bu nedenle emekçi solun herhangi bir bileşeninin meselenin altından kalkması mümkün değildir. Bu bölünmede Şii ve Alevi yurttaşların hak ve özgürlük talepleri kadar yaşam güvencelerini de temin etmek herkesin boyun borcudur. Alevi derlenişi bu nedenle hayatidir.

Sadece bu kadar değil. Böyle bir bölünme, Alevi-Şii kitlelerde yekpare bir İslam algısı yaratmayı, politik İslamcı çeteleşmeyi, İslamın tamamına teşmil etmeyi de amaçlar ki bu da bir başka yanlıştır. Şia-Alevi düşmanlığı iktidarların ürettiği ve kullandığı bir düşmanlıktır. Politik İslamcılar, onlarla irtibatlı kimi çevreler eliyle şimdilerde topluma içerilmek isteniyor. O halde bir yandan Alevi derlenişi sağlanırken, diğer taraftan özgürlükçü, halkçı, devrimci İslam yorumlarına sahip kişi, grup ve çevrelerle müşterek diyalog zemini aranmalıdır. Çünkü şunu biliyoruz; devlet faşizmi toplumu önce Türk-Kürt diye bölüyor, sonra Alevi-Sünni (buna bağlı olarak Müslüman-gayrimüslim) diye bölüyor. Kürt'ü de kendi içinde mikro bölünmeye zorluyor, tıpkı Alevilerde yapmaya çalıştığı gibi sonra en uca ittiği o Kürt ve Alevi hedeflerini topa tutuyor. 

Yapılacak en doğru şey müşterek noktaları öne çıkarmak, konuyu devlet-halk çelişkisi etrafında yapılandırmak, "dostları" çoğaltmaktır. Dilde, eylemde, ittifak düzenlemesinde de buna dikkat edilirse gerici iç savaş ve kitlesel kıyım planları bozguna uğratılabilir. 

Son güncel durum Alevilerin can güvenliklerinin dahi tehlikede olduğuna işaret ediyor. Bu laletayn bir söz değildir. Başta halk gençliği bileşeni olan Alevi gençler olmak üzere bütün eylemlerini kendi özgünlüklerini kurmaları, demokratik mücadele kanallarıyla milyonlar halinde bir araya gelmeleri yarından tezi yok, gerçekleştirilmelidir. 

ŞİA: ALİ TARAFTARLARI
"Şia" taraftar demek. Siyasal tarihte "Ali taraftarları" için kullanılır. Kökeni 4. Halife Ali ile 3. Halife Osman'ın akrabası olan Şam Valisi Muaviye arasındaki çatışmaya dayanır.

3. Halife Osman Emevi ailesindedir. Şatafatı seven ve akrabasını kayıran özellikleri nedeniyle halkta öfkeye yol açar. Evi kuşatılır. Bir rivayete göre 1. Halife Ebubekir'in oğlu tarafından öldürülür. Halkın protestosu nedeniyle günlerce cenazesi defnedilemez.

Muaviye ise Ali'nin hilafetini kabul etmez. Cemel Vakası ve Sıffın Savaşı gibi çatışmalarda karşı karşıya gelirler, fiilen iki yönetim oluşur. Birinin başında Muaviye, diğerinin Ali vardır. İki ihtilaf sırasında başka bir grup olan Hariciler suikast ile Ali'yi öldürünce, denge kalıcı biçimde Muaviye'den yana değişir.
 
Sonraki yıllarda Muaviye, Ali'nin oğlu Hasan'ı zehirletir. Hüseyin de Muaviye'nin oğlu Yezid'in adamları tarafından Kerbela'da kuşatılır ve öldürülür.

Ali "ehlibeyt"dendir. Yani Hz. Muhammed'in ailesinden; hem amcaoğlu hem damadıdır. Veda Haccı ardından Hz. Muhammed topluluk karşısında Ali'nin elini kaldırıp, "Ben kimin mevlasıysam Ali de onun mevlasıdır" der. Ali taraftarları, kan bağı ile Ali'ye – Hz. Muhammed'e bağlandıklarına inanan Nusayriler "ehlibeyt"i sürdürdüklerini söyler.

Peki İran?

O konuda Ali Şeriati'nin İran'daki "Şiilik" eleştirisine başvurabiliriz. Şeriati, bir Ali Şiası bir de Safevi Şiası olduğunu söyler. İran egemenlerini "Safevi Şiası" biçimde tanımlar. İran-Pers İmparatorluğu bakiyesidir, herhangi bir kan bağı iddiası yoktur. Ve dört halife sonrasındaki İslam'ın iç savaşında merkezi otoritenin dışında kalmak için "Şia"lığı siyaseten seçer. İmparatorluk İslamının pek çok taassubunu da kendinde yaşatır. 

İran'daki İslam devrimi -1979- çok kısa bir süre içinde sol-sosyalistleri ortadan kaldıran bir despotluğa ve faşizme varmıştır. Ülke içindeki özgürlük arayışlarını kanla bastırmıştır.