25 Nisan 2025 Cuma

Serhed Herekol yazdı | Dünya savaşına doğru Ortadoğu hegemonya üçgeni

Belki birkaç ay, belki de birkaç yıl, ancak derinleşen çelişkiler emperyalistlerin ve onların bölgesel temsilcilerinin dünyayı savaşa sürüklediğini gösteriyor. Demokratik Ortadoğu Federasyonu ve İşçi Emekçi Halk Cumhuriyetleri Birliğiyle dünya halklarına umut, emperyalizme korku saçabiliriz. Yaşam sürekli olarak bize, sosyalizmin tek kurtuluş olduğunu gösteriyor. Ya barbarlık ya sosyalizm!

Ortadoğu'daki güncel gelişmelerin miladı olarak ele alabileceğimiz Aksa Tufanı'ndan bugüne, bölgedeki gelişmeler, zaman zaman sıçramalarla, hız kaybetmeden devam etti. Ortadoğu üçüncü emperyalist dünya paylaşım savaşının prova sahası, ABD emperyalizminin oyun alanına dönüştü. Her ne kadar emperyalist merkezler olarak ABD ve batı emperyalizmi NATO ittifakıyla; Çin-Rusya "Eksen" olarak tanımlanan görece esnek ittifakla bölgedeki gelişmelere yön vermeye çalışsa da gerici-hegemon bölge devletleri de sahada irade sahibi. Bölgede güç mücadelesi yürüten, egemenlik alanlarını genişletme mücadelesinde öne çıkan üç temel aktör İran, Türkiye ve İsrail olarak sıralanabilir.

Bu üç aktörün bölgedeki rekabeti uzun yıllara dayansa da geçmişte sahadaki yansımalar birbirlerinden çok farklı olmuştu. Örneğin; İran İslam Cumhuriyeti kuruluşundan günümüze İsrail'i düşman görmekte ve bölge siyasetini bu çerçevede dizayn etmekteydi. "Direniş ekseni" kendini bu çerçevede oluşturdu. Bu, İran'ın savaşı dışarıda karşılama stratejisinin bir parçasıydı. İsrail de süreç boyunca buna göre konumlandı ve günümüzde bu "direniş ekseni"nin önemli oranda tasfiyesini de gerçekleştirdi. Kuşkusuz buna katıksız emperyalist desteğin doğrudan etkisiyle yapıldığını belirtmek bile gereksiz. Tüm bunlara Filistin-Lübnan başta gelmek üzere birçok alanda uluslararası burjuva "hukukun" çöküşü de eşlik etti.

İsrail-Türkiye ve Türkiye-İran düzleminde bakıldığında ise durumun çok daha farklı olduğu görülür. Türkiye ne İran'a ne de İsrail'e karşı doğrudan düşman tanımlaması yapmadı. Faşist şef Erdoğan, zaman zaman kendi islamcı kitlesini konsolide etmek adına İsrail'e üst perdeden "eleştiriler" getirse de başta ticaret ve askeri olmak üzere tüm ilişkilerini neredeyse her zaman sürdürdü. Türkiye, Hamas'ı açık açık desteklemesine rağmen, İran'ın Hizbullah'ı desteklediği düzeyde açık bir "hami" pozisyonu da alamadı. Bunda kuşkusuz durduğu taraf önemliydi. Çünkü İran'dan farklı olarak Türk burjuvazisi, göbekten ABD ve batı emperyalizmine bağlı ve bağımlı durumda. İsrail de buna karşılık yine söz düzeyinde kalacak bir "Türkiye karşıtlığı" yaptı. Türkiye ve İsrail, Kürdistan ve Filistin'de yaptıklarını birbirlerine karşı kullandılar ama bu cılız siyasi salvolardan öteye gitmedi. Yine İran-Türkiye ilişkileri bakımından da düşmanlık söylemi gündeme gelmedi. Aksine Kürt ve Kürdistan düşmanlığında birleşen İran ve Türkiye bu çerçevede tarihleri boyunca ittifak ve düşmanlık da yaptı. Ancak güncel gelişmelerin ışığında bakıldığında Aksa Tufanı'ndan bugüne yeni Ortadoğu'da denklemin yeniden kurulduğu görülüyor.

ORTADOĞU'DA DENKLEMLER YENİDEN KURULUYOR
Üçgenin bir köşesinde İran-İsrail denklemi duruyor. İran-İsrail denklemine kısaca değinmek gerekirse; İsrail Aksa Tufanı'nı hamlesinin ardından büyük bir insani yıkım ve soykırımla birlikte, İran "ahtapotunun" Hamas, Hizbullah ve Suriye Baas'ı kollarını kopardı veya önemli oranda felç etti. Husiler hala önemli bir direniş sergilemeye devam etseler de emperyalist saldırılara karşı önemli oranda yalnız kaldıkları görülüyor. Irak'taki Şii direniş gruplarının daha ilk elden silah bırakma ilanı ise bu tablonun bir diğer tamamlayıcı unsuru oldu. Sıranın adım adım İran'a geldiği zaten görünen bir gerçeklikti, ancak İsrail'in ısrarı, ABD'yi de bu konuda daha hızlı hareket edecek pozisyona getirmiş gibi görünüyor. ABD-İran görüşmeleri, Umman'da ve Umman arabuluculuğunda gerçekleşti. Ancak görüşmelerin henüz müzakere için bir adım anlamı bile taşımaması, her iki tarafın da zaman kazanmaya çalıştığını gösteriyor. Bölgedeki tüm güçler ABD-İsrail ve işbirlikçilerinin içeriden veya dışarıdan bir İran müdahalesine göre konumlanıyor.

Bununla birlikte İran içerisindeki toplumsal çelişkiler ve devrimci durum derinleşiyor. Sınıf mücadelesinin ulusal ve kadınların cins özgürlük mücadeleleriyle birlikte, had safhada ilerlediği yaşanan eylemler, direnişler, ayaklanmalar silsilesinden görülüyor. İran, güncelde "halklar hapishanesi" pozisyonunda. Batı Belucistan, Doğu Kürdistan ve Güney Azerbaycan'da sömürgeci işgalini sürdüren faşist molla rejimi, çeşitli ulusal ve inanç topluluklarını da aynı sömürgeci boyunduruk altında tutuyor. Her ne kadar tek bir birleşik devrimci önderlik veya cepheden bahsedilemese de tüm İran coğrafyasında çeşitli devrimci veya silahlı kurtuluş hareketlerinin varlığı, denklemin diğer ayırt edici unsurlarından biri. İsrail-ABD öncülüğündeki batı emperyalistleri, İran içindeki çeşitli devrimci yapıları bu sürece yedeklemeyi ve Azeri milliyetçiliğini körükleyerek Türkiye ve Azerbaycan'ı doğrudan kendi tarafında saflaştırmayı hedefliyor. Burada Türkiye-İran denklemi devreye giriyor. İran'ın Suriye, Irak, Lübnan vb. gibi bir pozisyonda değil de Çin-Rusya ekseninin doğrudan ittifakı olması da gelişmeler bakımından önemli bir noktada duruyor. Gelişmeler Ortadoğu ve dünyada yeni bir sürecin; emareleri her geçen gün artan emperyalist dünya paylaşım savaşı sürecinin fitilinin ateşlenebileceğini gösteriyor. İran, halihazırda hem yeraltı füze üslerini ilan ederek diş gösteriyor hem de görüşmelere kapı aralayarak olabildiğince savaşı ötelemeye çalışıyor. Ancak açık olan şu ki İran'a müdahale ya da İran-İsrail savaşı, çok hızlı bir şekilde bölgesel savaşa dönüşme potansiyeli taşıyor. Bu durum, faşist şeflik rejiminin bir yandan yayılmacı hayallerini süslerken, bir yandan da bunun Suriye'deki "Pirus zaferleri" gibi sonuçlanması ve sıranın Türkiye'ye gelmesi korkusunu yaşatıyor.

EGEMEN GÜÇLER İÇİN KÜRT ULUSU VE MÜCADELESİ ORTAK DÜŞMAN 
Türkiye ve İran; Kürt ulusal mücadelesi karşısında birleşiyor. Ancak İran, bölgesel hegemonya mücadelesinde Türkiye'yi zayıflatmak için belli anlarda Kürt ulusal mücadelesini de fiilen destekliyor gibi görünüyor. Buna karşın Türkiye de çeşitli biçimlerde İsrail ve S. Arabistan'ın İran karşıtı adımlarını destekliyor. Bunun dışında Türkiye, Azerbaycan'ın yayılmacı hedeflerinin ortağı olarak konumlanıyor. Bu hedeflerin en başında ise Güney Azerbaycan ve Doğu Kürdistan'ın olduğu da sır değil. Ancak halihazırda Türkiye, İran'la dost, İsrail'le düşman görüntüsü veriyor. 

Türkiye, tarihte İsrail'i tanıyan ilk devletlerden. İsrail, ABD'nin Ortadoğu "jandarması" iken, Türkiye NATO'nun bölgedeki ileri karakolu. Yani, küresel çapta aynı taraftalar. Ancak, bölgesel bazda bakıldığında çelişkilerinin gittikçe derinleştiği ve farklı ittifaklaşma arayışlarına gittikleri görülür. Yeni dönemde başta enerji geçiş güzergahları olmak üzere birçok alanda karşıtlaşmaları derinleşiyor. Türkiye, "Kalkınma yolu projesi" ile Avrupa enerjisinin yolu olmayı hedeflerken; İsrail, Türkiye'yi baypas ederek İsrail-Kıbrıs-Yunanistan hattını kurmayı hedefliyor. Bu uğurda iki taraf da savaşı ve yıkımı dayatıyor, kendi projeleri için "yol temizliği" yapıyor. İsrail, Türkiye'nin yerleşmeyi planladığı Suriye'nin ortasındaki hava üslerini bombalayarak açıktan tehdit ediyor. Yine Türkiye karşısında Kıbrıs ve Yunanistan'ın yanı sıra çeşitli Kürt kazanımları ve Kürdistan'ı destekliyor görünüyor. Türkiye, söylemde İsrail'le eşit düzeyde tehditkar bir tutum takınsa da sahada karşılık verebilmiş durumda değil. Azerbaycan'ın "kardeşimiz ve stratejik müttefikimiz" politikası, dikkatleri İran'da toplamaya dönük görünüyor. Ancak Suriye- Kürdistan ve Kıbrıs'ta atılan adımlar, Türkiye için de yeni bir sürecin başlayacağını gösteriyor. Trump, Erdoğan'a havuç uzatmış durumda, sürekli olarak Erdoğan'ı övmesi boşuna değil. Faşist şef bunu iç siyasette kendi kitlesini konsolide etmek için kullanıyor. Fakat kendisini iyi günlerin beklemediğinin de farkında, bundan dolayı da Kürt halkını ve ulusal mücadelesini içeride ve dışarıda kendi yanında saflaştıracak, en olumsuz durumda da tarafsızlaştıracak bir politika yürütüyor.

Belki birkaç ay, belki de birkaç yıl, ancak derinleşen çelişkiler emperyalistlerin ve onların bölgesel temsilcilerinin dünyayı savaşa sürüklediğini gösteriyor. Bu savaşı insani yıkım pahasına da olsa yapmaktan çekinmeyeceklerdir. Bu süreç, ezilenler bakımından çeşitli olanaklar da barındırıyor. Ve bu büyük yıkımı durdurmanın tek yolu devrim. Demokratik Ortadoğu Federasyonu ve İşçi Emekçi Halk Cumhuriyetleri Birliğiyle dünya halklarına umut, emperyalizme korku saçabiliriz. Yaşam sürekli olarak bize, sosyalizmin tek kurtuluş olduğunu gösteriyor. Ya barbarlık ya sosyalizm!