30 Nisan 2024 Salı

Senem Nur Pektaş yazdı | Bayramın ardından daha güçlü söyleyelim: 1 Mayıs'ta, Taksim'e!

Bu bayramda yoksulluk ve açlık tablomuz kendini tekrar tekrar dile getirdi. Kendi gözüyle görmeyen, yaşamayan için bile sosyal medya kör gözlere parmak soktu. 17 yaşında, doğup büyüdüğü İstanbul'da ilk kez Eminönü'ne gelen Çağlar'ın sözleri günlerce konuşuldu. "Bizim mahalleden Eminönü'ne gelen bir otobüs var 142F, normalde hiç dolu olmazdı sadece bayramda dolu oluyor." Çağlar ve ailesi Eminönü'ne gelmiş, tarihi mekanları gezmek istemiş ama çok pahalı olduğu için az kısmını görebilmişler.

Yoksullaşma krizi Türkiye ve Kürdistan'ı sessiz sakin kasıp kavururken, esasında akraba ziyaretleri ve birkaç günlük bir heyecan ile geçmesi makbul olan Ramazan Bayramı'nı bu yoksulluğun ve mahrum bırakıldıklarımızın dışa vurumuyla geçirdik. Yoksulluğun bayramın her anını kapladığı, ağza atılan bir tatlının dahi tadının alınmadığı günleri geçirdik. Bu koşullar altında başka türlü olması da pek mümkün değildi. Çünkü bir kilo tatlı alamıyor, bu topraklarda en yaygın yetişen yemişlerden Antep fıstığına ulaşamadan yerine yeşile boyanarak incecik çekilmiş ekmek kırıntısı ile yapılmış baklavayı, bir kilosunu almak için üç gün çalıştığımız kuru yemişi misafirin önüne koymaya çalışıyorduk.

Milyonlarca Türk ve Kürt emekçi bu bayramı yurtdışından, Avrupa'dan "ötedeki yazlık" olan Türkiye'ye gelmiş milyonlarca turiste çalışarak, "misafirperver Türk geleneği" yani turizm sermayesi için ter dökerek geçirdi. Sultanahmet'te dondurma çevirerek, Akdeniz'de gece kulüplerinde garsonluk, restoran ya da otellerde valelik yaparak ya da zorunlu mesailerde çeşit çeşit fabrikada geçirdi. Bir kısmımız ise bu kölelik için bile dışarıya adımımızı atamadık, kendi akrabalarımız, yakınlarımız, ailemiz için hizmet ile geçirdik. Kadınlar bayram temizliği, yemeği, servisi, bulaşığı, çocuk bakımı ile günlerini geçirdi.

Bir de bayramın üç günü ulaşımın ücretsiz olmasından yararlanan milyonlarca emekçi, genç, kadın kent merkezlerine aktı. Her bayram olduğu gibi bu bayramda da, toplu taşımadaki yığılmalar, vapurlarda, sahillerde, parklardaki kalabalık konuşulup durdu. Kent merkezleri dışında yaşayan milyonlarca emekçiyi sadece bayramlarda merkezlerde, parklarda, vapurlarda yani "kendi yaşam ve medeniyet alanında" gören kentli orta sınıflar her bayramda olduğu gibi şaşkınlıkla tepki verdi, canhıraş toplu taşımanın ücretsiz olmaması gerektiğini ve halkın nasıl da insanlık dışı olduğunu söyleyip durdular.

Plajlarda üstündeki giysisiyle denize giren, evden yaptığı yemeğini parka getirip açıp yiyen halkımız, bir deniz fotoğrafı için sıraya giren yüzlerce genç anormali olarak anlatılıyor; ama en azından bunun bayramla sınırlı olacağı düşünülerek rahatlanıyor. Nasıl olsa üç gün sonra bu kalabalık Esenyurt'ta inşaatlarına, Gebze'de fabrikalarına, Esenler'de evlerine geri dönecek, böylece kentli orta sınıf kesimleri kendi huzurlu ve konforlu alanlarına tekrar kavuşacak. Çok şükür!

Yılın 3-5 günü kölece çalıştırılmayan ve kenti görme şansına kavuşan emekçiler her yıl Emilé Zola'nın Germinal'inde taş ocağı sahiplerinin mahallesine yığılarak gezinen ve onlarla dalga geçen işçilerin yarattığına benzer bir şok yaratıyor.

Bu bayramda yoksulluk ve açlık tablomuz kendini tekrar tekrar dile getirdi. Kendi gözüyle görmeyen, yaşamayan için bile sosyal medya kör gözlere parmak soktu. 17 yaşında, doğup büyüdüğü İstanbul'da ilk kez Eminönü'ne gelen Çağlar'ın sözleri günlerce konuşuldu. "Bizim mahalleden Eminönü'ne gelen bir otobüs var 142F, normalde hiç dolu olmazdı sadece bayramda dolu oluyor." Çağlar ve ailesi Eminönü'ne gelmiş, tarihi mekanları gezmek istemiş ama çok pahalı olduğu için az kısmını görebilmişler. Her tarihi mekanın bir bölümünün ihalesi başka bir firmaya peşkeş çekilerek 200-300 TL'den aşağıya fiyat biçilmediği için çok doğal olsa gerek. Röportajın ardından ahlaksızca babasının içtiği sigaranın fiyatı, yaşadığı mahalleden aktarmalarla gelişin günlük maliyeti hesaplanmaya çalışılarak bu yoksulluk "yalan" olarak gösterilmeye çalışılsa da Çağlar milyonlarcamızdan biri.

İstanbul'da milyonlarca genç boğazın incisinde, hiç deniz görmeden yaşıyor. Bir kez bile bulunduğu yakadan diğerine geçemiyor, hatta yaşadığı ilçenin dışına çıkamıyor. Kadınlara gelince, bu tablo daha da ağırlaşıyor. İPA'nın İstanbul'da Ev Emekçisi Kadınlar araştırmasına bakacak olursak kadınların yüzde 54'ü hiç yaşadıkları yakaya göre karşıyı görmemiş. Yüzde 34'ü hiç tatil yapmamış. Tatil yapanların önemli kısmı da tatilin memleketine gitmek olduğunu söylüyor. Konser, sinema, etkinlik, gezi, arkadaşlarla bir çay-kahve içmek için kadınların yüzde 18'i dışarı çıkarak zaman geçiriyor. Özü özetiyle, sermayenin tüm ev içi emek ihtiyacını bedavaya karşılayan milyonlarca kadın hayatında bir kez vapura binmeden, ev dışında kahve içmeden, bir salonda müzik dinlemeden, iki gün tatil yapmadan yaşamlarını tamamlıyor.

Bayram bizim payımıza bunları düşürürken Rahmi Koç ve ailesi Miami'de Küba gecelerindeydi, AKP İzmir Milletvekili Şebnem Bursalı Monaco'daki lüks bir restorandan ıstakoz tabağını paylaşıyor, daha nice kan emici burjuva bir yıldır yaptıkları sömürü ve hiçbir şey var etmeyişin yorgunluğunu atmaya çalışıyordu. Ramazan Bayramı bize her tezadıyla bunun "bizim bayramımız" olmadığını söyledi. Ama önümüzde kendi bayramımızı yaratmanın en güçlü olanaklarından biri duruyor; 1 Mayıs ve en önemlisi de Taksim çağrısı bizleri kendi bayramımızı yaratmaya çağırıyor.

Yerel seçimlerin ardından, AKP'nin kent düzeyli yenilgisiyle kitlelerde ve daha özelinde gençlikte açığa çıkan kıpırdanma eğilimini bayramın tekrar yüzümüze vurduğu sınıf kinimizle birleştirmeyi başarabilirsek, Taksim'i kazanmayı da başarabiliriz. Kapatıldığı her delikten sızarak kendini tekrar tekrar hatırlatan yoksullaşma krizini hali hazırda motive edilme zemini bulunan gençlik kitlelerini Taksim'e taşıma başarısını gösterebilirsek ancak kendi bayramımızı ve kendi zaferimizi yaratabiliriz. Çünkü bu bayramın da, bu seçim "zaferi"nin de bizim, ezilenlerin olmadığı pekala açıktır. Taksim çağrısı CHP'ye angaje edilmeye çalışılan, bir bekleme koridorunda tutulmak istenen gençlik kitlelerini düzenden çıkış adresinin mücadele olduğunu anlatmak için bir fırsat olarak görülmeli. Yerel seçimlerdeki CHP kazanımının ardından bunu bir yanılgı ile kendi kurtuluşunun emaresi olarak gören kitlelerde yarılma yaratmak için kullanılmalıdır.

O zaman bu 1 Mayıs'ta hayatında "bir kez karşıyı görmemiş" milyonlarca ev emekçisi kadın için, mahallesinden bir bayram günü dışında çıkmayan genç için, yoksulluk ve açlık içinde okuluna devam eden liseliler için Taksim'i kuşatalım. Bırakalım da bu kenti kendinin sananların bayram kalabalığı şaşkınlığı 1 Mayıs'a kadar yayılsın, huzursuzlukları evlerimize dönmemiz ile bu sefer son bulamasın. Yoksulların öfkesiyle 1 Mayıs'a!