26 Nisan 2024 Cuma

Sandıkta yenilen sokaktan kaçamaz

31 Mart'tan bugüne baktığımızda öne çıkan önemli olgulardan birisi de faşist saray rejiminin büyük rant kapısı olan İstanbul'dan vazgeçemeyeceğidir. Saray için İstanbul'un kaybı, AKP'li olan, AKP'ye yedeklenen ya da AKP'yle iş yapmak zorunda kalan sermaye güçlerinin de desteğini kaybetmek demektir. Görmek gerekir ki, saray rejiminin ömrünü uzatan en önemli etmenlerden birisi Türkiye burjuvazisinin uzunca bir süre AKP'nin arkasında hizalanmasıdır. Eğer bu birliktelik parçalanırsa, faşist şefin çöküş ivmesi de kuvvetlenecek. Faşist rejim sermayenin çıkarları adına da saldırganlaşmak ve İstanbul'u faşist ittifak cephesine yeniden kazandırmak zorunda.
"Bugüne kadar konuşmadım, hep sustum. Artık yetti."
 
Bu sözler İstanbul seçimlerinin iptal kararı resmi olarak açıklanmadan bir kaç gün evvel faşist şef tarafından dile getirildi. "Artık yeter" diyen Erdoğan bekleme ve tartışma döneminin sona erdiğini, İstanbul için  kararsızlığın aşıldığını ilan ediyordu. Balkon konuşmasında yenilginin "zımmi" kabulünü bir kenara bırakırsak, ilk andan itibaren saray rejiminin kurmayları da bu görüş açısıyla hareket ettiler. Önce faşist partinin içerisinde "yılgınlığa düşen" çatlak sesler etkisizleştirildi, ardındandan psikolojik ve manüpilatif yönleri ağır basan karşı harekata başlayarak "şaibeli seçim" yaygarası kopartıldı. MHP ise faşist ittifakın bekası adına sandıkta ve "sokakta", herşeye hazır olduğunu Kılıçdaroğlu'na yönelik saldırıda bir kez daha duyurdu.
 
Erdoğan, tüm bu sürecin komuta merkezindeydi ve devlet adına belirleyici karar mercii olduğunu bir kez daha göstermiş oldu. Faşist diktatörlük ve saray rejimi, burjuva demokrasinin amentüsü olan "sandık siyasetini" işletemeyecek kadar kriz ve acz içerisindedir.
 
HAYALLER DEMOKRASİ, GERÇEKLER FAŞİZM
 
Faşist ittifak cephesinin saldırı öncesi taciz atışları devam ederken, burjuva muhalefet ve İstanbul'daki temsilcisi İmamoğlu, "YSK hukukuna inandığını" söylüyor ve yüksek hakimleri göreve davet ediyordu. Öyle ki, Anadolu Ajansı'nın veri akışını durduğu gece de açıklama yapmak zorunda kalan YSK'ye şu sözlerle teveccüh gösterildi. "Verilerin paylaşılması demokrasimiz adına, yüreklere su serpmesi adına değerliydi. YSK'ya yürekten teşekkür ediyorum."
 
Ancak burjuva muhalefetin değil, saray rejimini sokakta ve kavgada tanıyanların beklediği oldu. Göreve davet edilen YSK, görevini yaparak faşist saray rejiminin bir kurumu olduğunu hatırlattı.  Elbette ki, burjuva muhalefetin sinik tavırları da saray rejimini daha ileri gitmesi için cesaretlendirdi. Lakin, kimse kararın şokunu yaşamıyor. Bu demektir ki burjuva muahelefetin sürdürdüğü hukuk devleti güzellemeleri, saray rejimine öfke duyan milyonlar için mavaldan başka bir anlama gelmiyor. İstanbul sokaklarını dolduranlar, faşist saray rejimini ancak direnişin hukukuyla yenilgiye uğratabileceğini kendi yakın deneyimlerinden öğrenmiştir. 6 Mayıs gecesinde, on binlerin işaret beklemeden sokakları doldurması kitle bilincinin devrimci niteliğini gösteren önemli bir olgudur.
 
31 Mart seçimlerinden beka ya da normalleşme bekleyenler daha uzun süre bekleyecek. Rejim krizini hafifletmek şöyle dursun, alınan iptal kararı bu krize yeni dinamikler ekleyerek derinleştirmiştir.
 
ÇARESİZ ERDOĞAN'IN UMUTSUZ SAVAŞI
 
İstanbul seçimlerinin iptali faşist saray rejimi ile devrimci demokratik kitlelerin karşı karşıya geleceği yeni bir mücadele düzlemi yaratmış oldu. Faşist ittifak her türlü yola başvurarak yenilgisini telafi etmenin yollarını arayacakken devrimci-demokratik cephe de sokak merkezli bir direnişe hazırlanıyor.
 
Ancak bir dip not düşelim. Saray rejimi, İstanbul'u bir kez daha kaybettiği koşullarda onarılamayacak bir yara alacakken kazanması durumunda tersi olmayacak. Erdoğan'ın hiçbir çabası onu kötü sondan kurtarmaya yetmeyecektir. Seçim iptali, faşist ittifak için tercihten ziyade zorunluluktur. Bu zorunluluklar şöyle özetleneblir:
 
İstanbul yenilgisi, faşist saray rejiminin iç bütünlükten yoksun olduğunu göstermiştir. Bu iç bütünlüğe AKP kurmayları, vekilleri, sermaye çevreleri ve havuz medyası dahildir. Saray cephesinde şimdi herkes birbirini suçluyor. Pelikancılar, hocacılar, reisçiler ve tabi ki "fetöcüler" kavram olarak faşist partinin iç gündeminde karşılıklı suçlamaların ifadesidir. Bu koroya katılmayanlar çoktan gemiyi terk etti. Gül-Davutoğlu ve Babacan'la anılan odak ise çelişkiyi derinleştirmek için bekliyor. Faşist şef, yenilginin topyekun çöküşe dönüşümünü yavaşlatmak için seçimlerin tekrarına mecburdur.
 
İkinci olarak söylenmesi gereken Erdoğan'ın her şeye muktedir olamadığıdır. 31 Mart seçimleri gösterdi ki diktatör kaybediyor. Ve bu diktatör kendi öz gücüyle ayakta kalamayacak kadar çaresizdir. Başta faşist ittifak gücü MHP olmak üzere, "reisçi" olmayan kişi ve kurumlara muhtaçtır. Yenik balkon konuşmasının gösterdiği, mağlubiyet koşullarında tek adamın aynı zamanda yalnız adam olduğudur. Durumu tersine çevirmek isteyen faşist şef, zafere ihtiyaç duyuyor.
 
Seçim iptalinin ardından söylenmesi gereken bir diğer hususta faşist şefin sandık yenilgilerini asla kabul etmeyeceğidir. Açık ki, burjuva demokraisinin ritüellerini takip etmeyecek "sandıkla gelip, sandıkla gitmeyecektir." Aksine bütün faşist şef ve diktatörler gibi teslim alınana kadar saldırganlığını koruyacak ve kuvvetlerinin başında olacak. Bu tarihsel bir eğilim olduğu kadar saray rejimi için aktüel bir zorunluluktur. Çünkü rejiminin geriye doğru esneyebileceği manevra alanı bulunmuyor. Saray siyaseti yaylım ateşini durdurduğu anda, çok daha büyük bir karşı ateşin muhatabı olacağının bilinciyle saldırganlığına devam edecektir. Faşist şef ne kadar zorlanırsa zoransın demiri kızgın tutmak zorunda.
 
31 Mart'tan bugüne baktığımızda öne çıkan önemli olgulardan birisi de faşist saray rejiminin büyük rant kapısı olan İstanbul'dan vazgeçemeyeceğidir. Saray için İstanbul'un kaybı, AKP'li olan, AKP'ye yedeklenen ya da AKP'yle iş yapmak zorunda kalan sermaye güçlerinin de desteğini kaybetmek demektir. Görmek gerekir ki, saray rejiminin ömrünü uzatan en önemli etmenlerden birisi Türkiye burjuvazisinin uzunca bir süre AKP'nin arkasında hizalanmasıdır. Eğer bu birliktelik parçalanırsa, faşist şefin çöküş ivmesi de kuvvetlenecek. Faşist rejim sermayenin çıkarları adına da saldırganlaşmak ve İstanbul'u faşist ittifak cephesine yeniden kazandırmak zorunda.
 
Son olarak vurgulanması gerekense saray rejiminin İstanbul'u kazanmak için her yola başvuracağıdır. Erdoğan'ın 7 Haziran örneği vermesi asla tesadüf değil. Kitle katliamları, tutuklamalar, faşist saldırılarla 7 Haziran'ı 1 Kasım'a götüren saray rejimi bir kez daha aynı yoldan yürümek isteyecek. Kılıçdaroğlu'na yönelik saldırı, bu içerikli bir provadır. Moral kazanan ve güç depolayan devrimci demokratik kitleleri yılgınlığa düşürmek ve buna uygun faşist saldırganlık politikası uygulamak saray rejiminin en temel yönelimlerinden olacak.
 
SOKAĞIN DİLİ DİRENİŞTİR
 
Devrimci demokratik cephe, faşist ittifak cephesinin karşı hamlesini ilk andan itibaren sokakta karşıladı. Eğer bu çizgi süreklilik halinde ve de şimdi olduğu gibi burjuva muhalefetten bağımsız bir politik çizgide gelişimini sürdürmeyi başarırsa bu yalnız tekrarlanan seçim sonuçları açısından değil, önümüzdeki dönemin kitle mücadelesini dolaysızca etkilen sonuçlar doğuracaktır. Saray rejiminin çaresizce başvurduğu karşı hamle, kendisini vuracak yeni bir devrimci kitle hareketinin doğum izlerini taşıyor.
 
1) Faşist saray rejiminin sandık tercihiyle kalıcı bir yenilgiye uğratılamayacağı en geniş kesimlerce tescillenmiştir. Bu düşünülenden daha berrak ve görülenden daha derin olarak kitle bilincinde mevcuttur. 7 Haziran seçimleri, 16 Nisan Referandumu ve şimdi de 31 Mart seçimleri gösterdi ki, faşist saray rejiminin kurumları ve kurallarlarıyla girişilen sandık mücadelesi asla kalıcı bir sonuç vermiyor. Bu koşullarda sokağın devrimci misyonu öne çıkacaktır.
 
2) Seçim sonuçlarının iptali en geniş anlamıyla "sandık demokrasisinin" meşruiyetini sorgulatan bir zemin yaratmıştır. Hatta söylemek gerekir ki, Türkiye siyasi tarihinde sadığa duyulan güvensizlik hiç bir dönem şimdiki kadar derin değildir. Bu güvensizliği saray rejimiyle sınırlanırmayıp  burjuva siyasal zeminlerden kopuşa doğru olgunlaştırmak olanaklıdır.
 
3) Faşist saray rejimine duyulan bu güvensizlik, devletle saray rejiminin iç içeliği koşullarında devrimci-demokratik karakterli bir kopuşun mümkün olabileceğini gösteriyor. Görülüyor ki, devlet kurum ve kuruluşlarından hak ve adalet beklemek ham bir hayaldir. Bunun anlamı devlet-halk çelişkisinin derinleşeceğidir.
 
4) Faşist saray rejiminin, seçimleri kazanmak uğruna faşist saldırganlığın düzeyini arttıracağını belirtmiştik. Bu kitle hareketindeki anti faşist karakterin zorunlu olarak öne çıkacağına ve bu yönlü hazırlıkların ihmal edilemezliğine işaret ediyor. Faşist şef, sandıkta kazanabilmek için sokakta kazanmak gerektiğini en iyi bilenlerden.  Süreç sokağın devrimci ruhunun korunması ve saldırganlığın püskürtülerek kitle hareketinin yaygınlaşmasını öne çıkartacaktır.
 
5) Her şeyden önemlisi sokakta öğrenmiş ve öğrenmeye devam eden kitle hareketi mevcuttur. Gezi'yi anımsatan hareket tarzlarının her defasında yineleniyor olması göstergedir. Kitlelerin işaret beklemeden, kendi belirlediği yol ve yöntemlerle sokağa çıkması, tavalarını çalması, hangi meydanlarda toplanacağını bilmesi buna işaret ediyor. Bu devrimci enerji, burjuva muhalefetin Batı'da ki kitle hareketi için söylenmesi gereken bir diğer şey de bu sürecin hızlı bir biçimde kayyum saldırganlığının ve adaletsizliğin her biçimine muhatap olan Kürdistan ile birleşebilme potansiyeli barındırmasıdır. Eğer bu başarılırsa, devamında açlık grevi ve ölüm orucu direnişi ile bütünleşen birleşik hareketin yaratılması da o ölçüde kolaylaşacak. Öncüler, kitle bilincinin böylesi anlarda sıçramalı gelişeceğini unutmamalı.
 
Faşist şef, bugüne kadar kendi meşruiyetine dayanak yaptığı sandığı bir kenara bıraktı. Sokaklar, faşist şefe anladığı dilden yanıt verecektir.