28 Mart 2024 Perşembe

Sandık ve Sokak

Seçimler bir mücadele arenasıdır. Seçim meydanları, halk kitlelerine gerçekleri açıklamak için kullanılmalıdır. Şovenizme, faşizme, sömürgeciliğe, emperyalizme bağımlılığa karşı halk bilincini uyandırmak için değerlendirilmelidir seçim kürsüleri.
Seçimler rejim krizini ötelemenin değil derinleştirmenin aracı olacaksa bir anlam taşır. Temel amaç seçimler üzerinden devrimci demokratik bilinci geliştirmek, antifaşist güçlerin birliğini güçlendirmek ve genişletmek, halk yığınlarını devrimci demokratik talepler etrafında harekete geçirmektir.
 
Yönetemiyorlar. Sorunlara çözüm bulamıyorlar. Çaresizler.
 
Oysa daha 18 ayları vardı. Bir ellerinde OHAL bir ellerinde KHK; diktatör, politik İslamcı-Türk ırkçısı faşist ittifak ne derse o oluyordu.
 
Her türlü demokratik muhalefeti ezmeye çalıştılar; söz, basın, yürüyüş özgürlüğünü yok ettiler.
 
Efrin'i işgal ederek şovenizm rüzgarını fırtınaya çevirdiler.
 
IMF'ye fırça, ABD'ye Osmanlı tokadı atıyorlardı hani.
 
Hiç biri yetmedi.
 
Yetemez.
 
Söz konusu olan sıradan bir siyasi kriz, bir hükümet krizi değildir. Türkiye'de uzun yıllara yayılan bir rejim krizi var.
 
Bu rejim krizinin odağında çözülemeyen Kürt ulusal sorunu duruyor. Bu sorun çözüme kavuşturulmadıkça rejim krizi aşılamaz.
 
Faşist terörü tırmandırarak, kazanılmış demokratik mevzilere kayyum atayarak, gazeteleri kapatarak, matbaalara el koyarak, hapishaneleri tıka basa doldurarak, Efrin'i işgal ederek bu sorunu ortadan kaldıramadılar.
 
Kaldıramazlar da. Kürt ulusal bilinci, direnişi ve örgütlülüğünü faşist baskıyı tırmandırarak, sömürgeci cendereyi daha da sıkarak bitiremezler.
 
"Müzakere süreci" ile olmadı, "ez-çöz"le de başaramadılar.
 
Alevilere inanç özgürlüğü tanınmaması rejim krizinin bir başka unsurudur.
 
Zaten çok sınırlı olan demokratik hak ve özgürlüklerin tırpanlanması, rejim krizini ağırlaştıran unsurlardandır.
 
Politik özgürlükten yoksunluk, Türkiye'deki rejim krizinin başlıca nedenidir. Faşist devlet aygıtı ve sömürgeci rejim dağıtılmadan bu sorun aşılamaz.
 
Türkiye, emperyalist tekellerin, devletlerin bir mali-ekonomik sömürgesidir. "Sıcak para" olmadan nefes alamayan, dış borçlarla ayakta kalan, emperyalist tekellerin serbestçe cirit attığı, bu tekellerin ucuz işgücünü dilediğince sömürerek elde ettiği, kârları serbestçe dışarı çıkardığı, borsası, bankaları, sanayisi dışa bağımlı bir ülkedir.
 
Sağa sola caka satarak bu gerçeği gizleyemezler. Gizleyemediler de.
 
Borç yığınağı çevrilemez düzeye ulaştı. Döviz aldı başını gitti. Enflasyon yükseldikçe yükseldi.
 
Yoksullaşma, sefalet, işsizlik diz boyu.
 
Besledikleri politik İslamcı çeteler eliyle Rojava Devrimi'ni yıkma ve Suriye'den pay kapma sevdaları boşa düştü. Bu kez, ABD ve Rusya emperyalistlerinin bölgedeki rekabetinden faydalanarak Cerablus, el-Bab ve Efrin'i işgal ettiler. Bunun da sınırına geldiler. Bir yandan ABD diğer yandan Rusya, Türkiye'yi karar vermeye zorladı. Araya oynayayım derken araya gitme tehlikesi büyüdü.
 
Erken seçim kararı bu koşullar altında alındı. Onların yönetememe krizi gerçekte kronik bir rejim krizidir.
 
Erken seçim kararı, bu yoldan daha fazla gidemeyeceklerine dair bir irade kırılmasıdır.
 
Bu, aynı zamanda devrimci durumu bertaraf edemediklerini ve bu gidişle edemeyeceklerini gösteriyor.
 
Ne yapmalı?
 
Demokrasi İçin Birlik, Diyalog Grubu, Yurttaş Girişimi "siyasi karar değil, hayati karar" başlıklı çağrılarında "adaletsizlik, yoksulluk, işsizlik, gerginlik bitsin, halkın yüzü gülsün artık" diyor. Bunun gerçekleşmesi için "başta CHP, HDP, İyi Parti, Saadet Partisi olmak üzere, tüm muhalif siyasi partiler"in güç birliği yapmasını istiyor.
 
Bu partilerin ittifakı halkın yüzünü nasıl güldürecek? Kürt ulusal sorununun çözümünde nasıl bir adım atacaklar? HDP dışındaki partiler bu konuda ne diyor?
 
Alevilerin inanç özgürlüğüne dair ne tür programları var?
 
Ekonomik sorunlara dair AKP'nin programından farklı ne söylüyorlar?
 
İster sağdan sola ister yukarıdan aşağıya toplayın, soruların yanıtı kocaman bir "hiç"tir.
 
Hal böyleyken kimi HDP'li vekillerin söylemine ne demeli?
 
"Bir mühürlük canları var" diyor Selahattin Demirtaş; "Bizim istediğimiz demokratik bir gelecek için ortak bir akılla hareket edilmesidir." Ahmet Türk, "Herkesi kapsayacak demokrasi blokuna ihtiyaç var" diyor. Ziya Pir, "Tabanımızda Abdullah Gül'ün desteklenmesi için bir talep var. Dolayısıyla Erdoğan'a karşı onu destekleriz" diyor. Aynı konuda Sezai Temelli, "saygın bir siyasetçi değerlendirilebilir" diyebiliyor.
 
Bunlar halklarımızın bilincini yamultan açıklamalar. Bundan kesinkes uzak durulmalı. Halka gerçek neyse o söylenmeli.
 
Onların bir mühürlük değil, bir "Gezi"lik canları var. Herkesi kapsayan değil, egemen sınıfın burjuva partilerini dışlayan antifaşist demokrasi blokuna ihtiyaç var. Abdullah Gül, halklarımızın hangi temel sorunlarına çözüm getirecek ki onu destekleyelim.
 
Seçimler bir mücadele arenasıdır. Seçim meydanları, halk kitlelerine gerçekleri açıklamak için kullanılmalıdır. Şovenizme, faşizme, sömürgeciliğe, emperyalizme bağımlılığa karşı halk bilincini uyandırmak için değerlendirilmelidir seçim kürsüleri.
 
Seçilmiş vekillerin, belediye başkanlarının hapiste olduğu, seçim sonrası parlamentonun başkanlık sistemi ile ipinin tamamıyla çekileceği ortadayken "25 Haziran'a sevinçle uyanacağız" diyerek motivasyon sağlayacağını sananlar derin bir yanılgı içinde.
 
Halka söylenecek olan bellidir: HDP'yi destekle, demokratik gücünü, faşist diktatöre boyun eğmediğini göster. Çözüm sokaktadır, parlamentoda değil. Sokak parlamentonun değil parlamento sokağın sesidir. Biz bunun için varız.
 
Seçimler, rejim krizini ötelemenin değil derinleştirmenin aracı olacaksa bir anlam taşır. Temel amaç seçimler üzerinden devrimci demokratik bilinci geliştirmek, antifaşist güçlerin birliğini güçlendirmek ve genişletmek, halk yığınlarını devrimci demokratik talepler etrafında harekete geçirmektir.
 
"Ne yaparsak yapalım diktatör bir yolunu bulur, hile hurdayla da olsa seçimleri alır" fikri, ilerici halk kitleleri arasında bir hayli yaygındır. Bu umutsuzluğu bertaraf etmenin yolu, "bir mühürlük canları var" demek değildir. Bunu bertaraf etmenin yolu "onun hilesi varsa halkın gücü var, meydanları da Sarayı da ona dar ederiz" olmalıdır. Referandum sonuçlarının açıklandığı 16 Nisan akşamı halk kitlelerinin hazır olduğu halde korkak burjuva muhalefetin ve ona uyan halkçı demokratik muhalefetin başaramadığı ayaklanma, 24 Haziran akşamı ya da ikinci turda neden gerçekleşmesin.
 
Bütün dikkatler buna verilmelidir. Hazırlık bu yönde olmalıdır.
 
Sokak sandığa değil sandık sokağa tabi olmalı. Halkçı demokratik muhalefet buna odaklanmalıdır.
 
Seçimler 1 Mayıs'ı gölgelememeli. Dikkatler dağılmamalı. 1 Mayıs, sokağın, işçilerin ve ezilenlerin gürleyen sesidir. 1 Mayıs, halkın moralini yükseltmeli, egemenlerin korkusunu büyütmelidir. Türkiye'nin her yerinde faşist devlet terörünün halkı yıldıramadığı, yıldıramayacağı ortaya konmalıdır. 1 Mayıs, CHP, İYİ Parti gibi kokuşmuş burjuva partilerin kuyruğuna takılarak değil Türkiye ve Kürdistan halklarının ilerici bölüklerinin antifaşist birliğinin halkın umudu olabileceğini ortaya çıkarmalıdır. 1 Mayıs, devrimci militanlığın her yerde ve her biçimde ortaya konabileceğini halka göstermelidir. 1 Mayıs alanlarının devrimci sloganlarla zapt edilmesi, kızıl bayraklarla donatılması, ezilenlere umut ve irade taşıyacaktır.
 
8 Mart ve Newroz, geri çekilen kitle hareketinin kırılmadığını, fırsat bulduğu anda kendini gösterdiğini ortaya koydu. 1 Mayıs bunun yeni ve üst bir göstergesi olacaktır. Ona devrimci bir içerik ve itilim kazandırmak komünistlerin başlıca güncel görevidir. Gözaltıların, tutuklamaların halklarımızın devrimci öncülerinin iradesini kırmak bir yana bilediğini dosta düşmana göstermelidir komünistler. Bizi ne kadar biçerseniz biçin daha kitlesel akacağız meydanlara demenin vesilesi olmalıdır 1 Mayıs.
 
Haydi 1 Mayıs'a, direniş, umut, özgürlük ve sosyalizm bayrağını yükseltmeye.