28 Mart 2024 Perşembe

Olcay Çelik yazdı | 1 Temmuz ulusal işsizlik günü

1 Temmuz 2021, işçi sınıfına karşı yeni bir saldırının başlatıldığı gün oldu Tehdit gerçeğe dönüşüyor. İşsiz sayısı salgında 2 milyon 6 yüz bin kişi artarak 9 milyon 837 bin kişiye çıkmıştı. Şimdi bu orduya belki de yüzbinler, hatta belki de 1 milyondan fazla kişi eklenecek.

1 Temmuz 2021, işçi sınıfına karşı yeni bir saldırının başlatıldığı gün oldu. Salgında devreye sokulan kısa çalışma ödeneği, ücretsiz izin ve işten çıkarma yasağı gibi düzenlemelere 1 Temmuz itibariyle son verildi.

Bu durum düzenlemeden yararlanan milyonlarca işçinin işsizlik tehdidi ile karşı karşıya kalması anlamına geliyor. Tehdit gerçeğe dönüşüyor. Türk Hava Yolları'nda işten atma başladı bile.

Bahse konu düzenlemeler işçi-emekçileri krizden sözde korumak için getirilmişti. "Sözde" diyoruz, zira salgından kaynaklanan kapasite/üretim azalışı karşısında işçilerin bir kısmı işten çıkarılmasa da, açlık sınırının yarısı kadar (brüt ücretin yüzde 60'ı, yani ilk olarak bin 140, son artışla bin 500 TL) bir ücret ile eve gönderilmişlerdi. Kısa çalışma ödeneği veya ücretsiz izin desteği alan tam 2 milyon 2 yüz bin kişiden bahsediyoruz…

İşte, 1 Temmuz itibariyle bu sefalet desteğinden bile mahrum kalmış oldu işçiler. İktidarın irin ve lağım kusan medyaları kısa çalışma ödeneği ve ücretsiz izinle evde bekleyen işçilerin 1 Temmuz'dan itibaren tam ücret ve prim ile işe dönebileceğini "müjdelese" de, ülkenin her yerinden ardı ardına işten çıkarma haberleri geliyor.

Bunda şaşılacak bir şey yok. Bu uygulamalar işçi-emekçileri değil, patronları rahatlatmak için alınmıştı. Kısa çalışma ve ücretsiz izin destekleri işveren değil, devlet tarafından, yani işçi-emekçi vergi ve primleri ile karşılanıyordu. Devasa bir ücret yükünden tamamen kurtulan sermaye sınıfı salgında karlarını böyle büyüttü.

Örneğin milyonlar aç bile kalamazken ilk 500 sanayi firmasının 2020'deki net karı yüzde 50, Koç'un yüzde 177, Doğuş'un yüzde 1270, Sabancı'nın yüzde 27, Doğan'ın yüzde 125, Alarko'nun yüzde 30, Zorlu'nun yüzde 879, Eczacıbaşı'nın yüzde 98 arttı. Kar edemeyen ya da zarardan kar eden birçok şirket de bu sayede batmaktan kurtuldu.

Kapitalizmin küresel ve yerel krizi devam ediyorken bu 2 milyon 2 yüz bin işçiyi tekrar tam ücretle işbaşı yaptırmak demek, birçok firma için bu kârlardan vazgeçmek, diğerleri için ise daha fazla su üstünde kalamayıp, batmak anlamına geleceği için patronlar bu işçilerin birçoğunu işten çıkaracak.

Kimileri Türk Hava Yolları'nda olduğu gibi ücretlerinin yarı yarıya düşürülmesini içeren protokol dayatıp dolaylı olarak, kimileri ise kapasite/üretim azalışını "mücbir sebep" gösterip doğrudan kıyıma gidecek.

Gerçek işsiz sayısı salgında 2 milyon 6 yüz bin kişi artarak 9 milyon 837 bin kişiye çıkmıştı. Şimdi bu orduya belki de yüzbinler, hatta belki de 1 milyondan fazla kişi eklenecek.

Patronlar ücret denen "yükü" 2 sene önce faşist şefin kısa çalışma ödeneği ve ücretsiz izin denen esnek ve güvencesiz çalışma düzenlemeleri ile sırtlarından atmışlardı zaten. Bugün yeni olan, faşist diktatörün bu "yükü" devletin sırtından da atmaya karar vermesidir.

Hiç şüphe yok ki Erdoğan yaşanacak bu işçi kıyımının sorumluluğunu önce patronlara yükleyecek, devletin üzerine düşen sorumluluğunu yerine getirdiğini ama işverenlerin elini taşın altına koymaktan kaçtıklarını söyleyerek kendisini aklamaya çalışacaktır.

Oysa artık işçiye-emekçiye ödenmeyen bu paralar arka taraftan teşvik, ihale ve kredi olarak doğrudan yine bu kan emicilere aktarılacak, hatta bu para "huysuzlanan" ve iktidarın iç krizini büyüten kontrgerilla şeflerinin mamalanmasında, cihatçı katillerin beslenmesinde ve sömürgeci savaşın büyütülmesinde kullanılacaktır. İşçi sınıfı ise daha fazla intihara, ev içi şiddete, çeteleşmeye, uyuşturucuya yönelecektir. Artan işsizlik sadece işsiz kalanları değil, sınıfın çalışan üyelerini de vuracak, bu girdaba yakalanmak istemeyenler hem daha düşük ücrete razı olacak, hem daha büyük eziyetlere karşı dilsizleşeceklerdir.

Tabii bunların hiçbiri öngörülmeyen şeyler değildi. Bu felaket başımıza 1 Temmuz sabahı değil, genel grevin ilan edilmediği, sokakların terk edildiği salgının o ilk günlerinde geldi. Bir kez daha görüldü ki, ilk saldırıda geriye atılan bir adım, daha geri adımlara kıyasla bir kazanım falan değil, bizzat o adımları doğuran şey aslında.

Faşizmin sınıf karakterini her geçen gün daha fazla gören, sezen kitlelerin bilincinden daha geride bir bilinç ile konuşmanın, iktidara ödemeler için kaynak öğretmeye kalkmanın, talep listelerine ve açıklamalara sıkışıp kalmanın, kitleleri polis şiddetinden korumanın hiçbir anlamının olmadığı anlaşılabilirse, bu kıyım saldırısına karşı gerçek bir cevap örgütlemek de mümkün hale gelecektir.