1 Mayıs 2024 Çarşamba

Mayalanan işçi hareketi hangi yoldan devrimcileşebilir?

İşçi hareketi yükselme eğiliminde. Peki, sosyalist hareket bu eğilimi kucaklayıp kendi yolunu açacak bir basamak olarak değerlendirebilecek mi? İşçi sınıfının önderleşmesi 100 yıl önce olduğu gibi bugün yine bu soruya bağlıdır. Bunun imkanları, ekonomizmi, anarko-sendikalizmi ve burjuva demokratik sınırları aşıp birleşik mücadele cephesini büyütmek için kitleleri güncel olan her mevziden harekete geçebildiğimiz yerde başlamaktadır.
Sermayenin içine düştüğü krizin faturasını yine işçi ve emekçilere yıkmaya başlamasıyla işçi direnişleri de artmaya başladı. Cargill, Flormar, Tariş, Real-Makro-Uyum, Babacanlar, Aydın Belediyesi, 3. Havalimanı, Kale Kayış, Süperpak, Mamak TOKİ, BBS Metal, Gülsan, Süperpak, İZBAN ve diğer işyerlerinde işçiler uğradıkları haksızlıklara karşı direniyorlar. Bu tekil örnekler siyasi iktidarın emek karşıtı politikaları ve ekonomik kriz zemininde sınıf hareketindeki gelişme eğiliminin dışavurumları olarak görünüyor.
 
İşçi sınıfının tarihsel rolünün ve yeteneğinin farkında olanlar için bu gelişme eğilimine göz dikmek ve ilişkilenmenin yollarını aramak büyük önem taşıyor. Peki, henüz gelişme evresinde olan bu hareketin siyasallaşması, devrimcileşmesi ve nihayetinde önderleşmesi noktasında sosyalistlerin önünde hangi görevler duruyor?
 
SİYASALLAŞMA POLİTİK ÖZGÜRLÜK BİLİNCİ İLE MÜMKÜNDÜR
 
Bu sorunun yeteri kadar tartışıldığını söylemek güç. Sosyalist aydınların ve örgütlerin azımsanmayacak bir kısmı için ya böyle bir soru bugünün konusu değil ya da mesele basitçe işçiler arasında sosyalizm propagandasının yaygınlaştırılmasına indirgeniyor. Yani, işçi mücadelesinin yeteri büyüklükte bir güç haline geldiğinde "kendiliğinden" iktidara yönelebileceği varsayılıyor. Son tahlilde mesele daha çok bu işçi direnişleri ile dayanışma, yeni direnişleri mayalama, birleştirme ve böylece işçi hareketini büyütme görevine indirgeniyor.
 
İşçi hareketi ile sosyalist hareketin kulvarlarının tarihsel ayrılığını ve ilkinin uzun süreli örgütsüzlüğünü ve eylemsizliğini düşündüğümüzde, sosyalistlerin işçileri patronlara ve iktidara karşı kendi mücadelelerinde desteklemelerinin zorunluluğundan ve öneminden bahsetmeye elbette gerek yok. Bunu ıskalayan ve bir nebze dahi olsun önemsizleştiren hiçbir çabanın sosyalist sıfatını hak etmeyeceği de ortada.
 
Ancak işçi sınıfının "öz" ve/veya "öncelikli" eylemini işyeri temelli direnişler olarak kavrayan, işçi hareketi ile sınıf savaşı arasındaki ayrımları belirsizleştiren, işçi direnişleri dışında yürüyen sınıf savaşımını hiçe sayan ve demokratik görevlerini geri plana atan bu tutumların işçi hareketini siyasallaştıramayacağını hatırlamamız gerekiyor.
 
Faşizm koşulları altında politik sınıf bilincinin içeriği, sanıldığı gibi sadece sosyalizm propagandasından oluşmaz. Aynı zamanda, işçilere kurtuluşlarının yolunun öncelikle faşist rejimin yıkılıp, politik özgürlüğün (tüm halk için söz-eylem-örgütlenme özgürlüğünün) kazanılmasından geçtiği de kavratılmalıdır. "Ekonomik sorunlar işçinin, politik özgürlükler de ezilenlerin sorunudur" bakış açısı açıkça yanlıştır. Politik özgürlüğe her şeyden önce sendikalı olma, gösteri ve yürüyüş düzenleme, grev yapma, çıkarlarını dillendirme hakları ortadan kaldırılan işçinin ihtiyacı vardır. Politik özgürlük bilinci işçilere baskıcı rejimin çok yönlü teşhiri yoluyla taşınabilir. İşçi, fabrikadaki sorunlarının yanında yaşamının diğer alanlarında bizzat yine kendisinin, yakınlarının ya da diğer ezilen tabakaların uğradığı baskı ve şiddete karşı mücadele etmezse politik sınıf bilincini ilerletemez. İşçinin zihnini ve eylemini fabrikadaki mücadelenin sınırları dışına çıkaramayan, sınıf siyaseti değil, işçi sınıfının burjuva siyaseti olmaktan öteye gidemez.
 
İŞÇİ HAREKETİNİN BİRLEŞİK MÜCADELEYE İHTİYACI VARDIR
 
Günümüz Türkiye’sinde temel görevinin işçilere rejimin çok yönlü politik teşhirini ulaştırmak olduğunun bilincine varan sosyalistler, işçilerin siyasallaşma sürecinin tarihsiz, yapısız, oda sıcaklığında ve sürtünmesiz bir ortamda gerçekleşemeyeceğini de görür.
 
Zira her ne kadar işçi hareketi, örgütlülüğü ve bilinci emperyalist küreselleşmenin bir dizi sonucu 90'ların ortalarından sonra "nesnel" olarak gerileme evresine girmiş olsa da sınıfın mücadelesi asla gerilememiş, ileri işçiler ve toplumsal tabanı işçi sınıfı içerisinde eriyen ezilen toplumsal kesimler burjuva-faşist rejime karşı demokrasi ve özgürlük bilinciyle yaşam alanlarında isyanı yükseltmişlerdir. Gezi, serhildanlar ve Rojava Devrimi bunun en yakın örnekleridir. Üstelik bu mücadeleler, öncülerin iradi çabasıyla politik özgürlük hedefiyle birleşik mücadeleye sevk edilmeye çalışılmış emekçi karakterli demokratik mevzilerde ortaya çıkmıştır. HDP-HDK bu bakımdan örnek olarak verilebilir.
 
Bunun karşılığında sadece iktidarı değil, bir bütün olarak rejimi tehdit ettiği için ezilenlerin birliği karşısında egemenler de birlik olmuş, faşizm, ezilenlere karşı tarihinin en ağır saldırılarından birini başlatmıştır. Yani, işçi direnişleri yükselişe geçmeden önce halihazırda yürüyen bir sınıf savaşı vardır. Mayalanan işçi hareketi, bu saflaşmanın içine doğacaktır. Mesele, işçi direnişlerinin bu savaşta hangi safı güçlendireceğidir.
 
Sosyalistler yükselişe geçen işçi direnişlerine politik sınıf bilinci taşımak istiyorlarsa yapmaları gereken şey, sınıf savaşımındaki güncel saflaşmayı görmezden gelmek ve "sadece" emek sömürüsünü ve iktidarın kapitalist yönünü teşhir etmek değil, "aynı zamanda" onlara bu burjuva-faşist rejim yıkılmadan kendi sorunlarına çözüm bulamayacaklarını, bu mücadelede önderliği ele almaları gerektiğini ajitasyon ve propaganda yollarıyla anlatmak ve onları birleşik mücadeleye katmaktır.
 
Birleşik mücadele sadece işçi hareketine güçlü ittifaklar kazanmanın değil, aynı zamanda işçi hareketinin politik sınıf bilincinin ve eyleminin geliştirebilmesinin yoludur. Sınıfın bunu kazanması gerekir. Bu da ancak "terör" safsatası, grevlerin ve sendikal hakların yasaklanması, dinsel gericilik ve sosyal hakların tırpanlanması arasındaki bağların siyasal pratik içerisinde geniş işçi kitlelerine gösterilmesi, eylemle tüm demokrasi mücadelelerinin öncü savaşçısı haline getirmekle mümkün olur.
 
Sözde bağımsız sınıf siyasetinin inşa edilmesi adına işçinin mücadelesini faşizme karşı mücadele mevzilerinden ve taleplerinden bir süre de olsa ayrı tutmaya çalışmak sosyalizme değil, tastamam burjuvaziye hizmet eden bir stratejidir. Zira burjuvazi bu bağı görünmez kıldığı, yani işçilerin sendikalı olma hakkını toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkından, ifade özgürlüğü hakkından, seküler yaşam hakkından, laik ve bilimsel eğitim hakkından, kadınların eşitlik hakkından, Kürt halkının ulusal-kolektif haklarından hem zihinsel hem de eylemsel olarak ayırabildiği ve birbirinin karşısına koyabildiği ölçüde kendi iktidarını koruyabilmektedir.
 
BİRLEŞİK MÜCADELENİN İŞÇİ HAREKETİNE İHTİYACI VARDIR
 
Birleşik mücadele cephesinin bugün bırakalım faşizmi yıkmayı, asgari programatik olarak niyetlendiği şeyleri gerçekleştirme başarısının dahi, mayalanmakta olan işçi hareketi ile dayanışmacılığı fersah fersah aşan bir ilişki geliştirebilmesine, işçiler içerisinde çalışmasına, işçilerin taleplerini bayraklaştırmasına ve işçi sınıfının iktisadi çıkarlarını savunabilmesine bağlı olduğu ortadadır. Yani, işçi hareketini birleşik mücadeleye katarken, bu mücadeleyi de işçi hareketine katabilmek zorunludur.
 
İşçi hareketi yükselme eğiliminde. Peki sosyalist hareket bu eğilimi kucaklayıp kendi yolunu açacak bir basamak olarak değerlendirebilecek mi? İşçi sınıfının önderleşmesi 100 yıl önce olduğu gibi bugün yine bu soruya bağlıdır ve bunun imkanları ekonomizmi, anarko-sendikalizmi ve burjuva demokratik sınırları aşıp birleşik mücadele cephesini büyütmek için kitleleri güncel olan her mevziden harekete geçebildiğimiz yerde başlamaktadır.