19 Nisan 2024 Cuma

Kriz, seçimler ve halkçı bir ekonomi programı

Ne toplumsal muhalefet ne de burjuvazinin diğer blokuna yedeklenen kitleler açısından halkçı çözüm kesinlikle "yabancı sermayeye güven vererek" girişleri arttırmak olamaz. Sorunun özü emperyalist kapitalizme tam entegrasyonla gelen dışa bağımlık iken, yabancı sermayeye güven vermeye odaklanmak, söz konusu bağımlılığı tedavi etmek değil, beslemek anlamına gelecek, bunun bir sonraki adımı da yeni bir IMF programı olacaktır.
Lenin, İki Taktik adlı eserinde Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi'nin 3. Kongresi'nde alınan kararları açıklayıp değerlendirirken, halkın muazzam çoğunluğunun çarlık hükümetinden tamamen, kesin ve açık biçimde yüz çevirmeye başladığını tespit etmiş ve bu yüzden önceliğin sosyalist değil, demokratik devrim olduğunu şu sözlerle belirtmişti: "Rusya'daki politik durum böyle sorunları [İktidarın işçi sınıfı tarafından ele geçirilmesi – b.n.] henüz hiçbir şekilde gündeme getirmemiştir (...) Kongreler, şu ya da bu yazarın yerli yersiz değindiği sorunları değil. bilakis anın koşulları sayesinde ve toplumsal gelişmenin nesnel seyri sonucunda ciddi politik önem kazanan sorunlan ele alıp karara bağlamalıdır."(1)
 
İşçi sınıfının tekçi rejim tarafından dikey olarak bölünüp saflaştırıldığı, emek-sermaye çelişkisinin kendisini devlet-halk çelişkisi zemininde gösterdiği bu coğrafyadaki işçilerin, emekçilerin ve tüm ezilenlerin en acil sorunu da faşizme karşı özgürlüğün kazanılmasıdır. Demokratik devrim yolunda önemli tarihsel duraklardan birisini teşkil eden 24 Haziran seçimlerinde faşizmin yenilgiye uğratılması bu yüzden temel gündemdir. Bunu önemsizleştirip sözde sosyalist devrim lehine boykota kilitlenmek ve halkların demokrasi ve özgürlük taleplerini  küçümsemek sadece faşizme hizmet edecek, niyetlenilen sosyalist devrimin üzerine yükseleceği zemini de dinamitleyecektir.
 
Ancak her ne kadar güncel politik sorun faşizme karşı özgürlüğün kazanılması olsa da sosyalistlerin yaklaşan iktisadi krize karşı da hazırlıklı olmaları, sosyalist propagandayı ve halkçı seçeneği bugünden gündeme getirmeleri gerekiyor.
 
Tarihin bu döneminde böylesi bir farkındalığa özellikle ihtiyaç var. Zira kapitalizmin varoluşsal krizi ile birlikte üretici tözün buharlaştığı ve sosyal-devletin maddi zeminin yok edildiği Türkiye gibi mali-ekonomik sömürge ülkelerdeki burjuvazinin halkın iktisadi taleplerini düzen içine çekebilme yetenekleri ortadan kalkmış durumdadır. Kitlelere sunabilecekleri tek şey "meçhul bir gelecekte" refaha ulaşılacağı vaadiyle onları IMF'ye ve kemer sıkma programlarına teslim etmektir. Hiçbir partinin işsizliği bitirme ya da azaltma sözünü verememesi de tam olarak bunun işaretidir.
 
Bu seçim süreci elbette ne sosyalizmin oylanacağı, ne de demokratik halk iktidarının kurulacağı bir momenttir. Ancak bu durum halkçı seçeneğin hegemonyasının bugünden kurulmaya başlanmayacağı anlamına gelmez. Zira komünistlerin de tespit ettiği gibi, "Emperyalist küreselleşme koşullarında, antiemperyalist mücadele ile antikapitalist mücadele, proletaryanın demokratik ve sosyalist görevleri daha fazla iç içe geçmiştir."
 
Peki, sosyalistler demokratik görevlerini yerine getirip, aslolarak faşizme karşı özgürlük taleplerini örgütlerlerken, iktisadi anlamda halkçı seçeneği nasıl gündemleştirebilirler, sosyalist ajitasyonu nasıl yükseltebilirler? Bunun için öncelikle halkçı seçeneğin "ne olmadığını" açıkça teşhir etmeleri gerekir.
 
HALÇI SEÇENEK NE DEĞİLDİR?
 
Mali-ekonomik sömürgeleşme sürecini yöneten AKP iktidarı ülke ekonomisini tamamen yabancı sermaye girişine ve borca bağımlı, üretken bir sanayisi ve tarımı olmayan, inşaat sektörü ve tüketim ile büyüyen balon bir ekonomi haline getirmiştir. Bu süreçte burjuvazi, kârlarını esas olarak emeğin ucuzlaştırılması ve borçlandırılması yoluyla kazanmıştır. Ancak üretken bir üretim yapamayınca mevcut düzeyi sürdürmek için burjuvazi de daha çok borçlanmak zorunda kalmış, bağımlılığı artmıştır. Milli gelirin yarısı dış borçtur. Küresel aşırı-üretim krizi etkisiyle sermayenin mali-ekonomik sömürgelerden çıkması ve rejim krizinin iktidarı zorladığı çatışmacı eğilimler sebebiyle yükselen kurlar, bu borçluluğu patlamaya hazır bir bomba haline getirince de şirketler iflasın eşiğine sürüklenmiştir. Bunun halka yansıması temelde işsizlik ve hayat pahalılığının daha da artması olacaktır.
 
Ancak ne toplumsal muhalefet ne de burjuvazinin diğer blokuna yedeklenen kitleler açısından  halkçı çözüm kesinlikle "yabancı sermayeye güven vererek" girişleri arttırmak olamaz. Sorunun özü emperyalist kapitalizme tam entegrasyonla gelen dışa bağımlık iken, yabancı sermayeye güven vermeye odaklanmak, söz konusu bağımlılığı tedavi etmek değil, beslemek anlamına gelecek, bunun bir sonraki adımı da yeni bir IMF programı olacaktır. Bu açıdan bakıldığında, sadece muhalefetin değil, "küresel sermayeye güven verme" noktasında en mahir iktidar olan AKP'nin de geleceği yer burasıdır. Bu kötümser bir tahmin değildir. Tarihin bizzat gösterdiği ve yakın zamanda da Türkiye ile büyük ekonomik benzerlikler gösteren Arjantin'in başına gelen şeydir. 16 sene boyunca özel sektörün borç yükünü vergiler yoluyla emekçilerin sırtına yükleyenler, mülksüzleştirme mekanizmaları tıkanınca isteseler de, istemeseler de IMF ile borç anlaşmasına gitmek zorunda kalacaklardır. "Yapısal uyum" adı altında gelen IMF programı bu mülksüzleştirme sürecinin daha da büyütülmesi anlamını taşıyacaktır. Bunun da daha fazla işsizlik, yoksulluk ve hak gasplarından başka bir şey olmayacağı herhalde yakın tarihi tecrübeyle sabittir.
 
Halkçı çözüm kapitalizmin yeni üretim düzenine entegre olabilmek için "dijital dönüşüme ve nitelikli işgücüne dayalı bir üretim reformu yapmak" da değildir. Kapitalizmin yeni üretim düzeni denen şey, daralan pazarlar ve düşen kâr oranları karşısında emek maliyetlerini daha çok kısmak için robotlu/dijital üretime giderek işsizliğin arttırılması projesidir. Kapitalist üretim tarzı içerisinde ekonomiyi sözde yeniden üretken kılabilmek adına "işgücünü daha nitelikli hale getirmek" demek de, daha az işçinin daha çok iş yapması, yani yine işsizliğin artması demektir. Bu anlamda yandaş kapitalizmi denen şey karşısında yandaş olmayan sermaye blokunu desteklemenin de halkçı hiçbir içeriğinin olmayacağı ortadadır.
 
Halkçı çözüm, kulağa her ne kadar emekten yana gelirse gelsin, sadece "vergi ve bütçe adaleti" ile israfları kısmak ve sermayeden alıp emekçi halklara dağıtmak da olamaz. Sermaye kesiminin en duyarlı olduğu şey, vergi oranlarıdır. Apple gibi uluslararası tekeller dahi vergiden "kaçınmak" için üretim ve yönetim merkezlerini düşük vergi oranlı ülkelere taşımakta, bunun için büyük cezalar ödemeyi dahi göze almaktadır. Ülkemizdeki sermaye kesimi ise zaten neredeyse vergi ödememektedir. Tüm vergi borçları affedilmekte, yatırımlarda yüzde sıfır vergi uygulanmakta, reel kurumlar vergisi tahsilatı yüzde 1-5 arasında gerçekleşmektedir. Oysa sermaye için durum bu kadar "avantajlı" iken dahi vergi cennetlerine en fazla para kaçıran burjuvazilerden biri Türk burjuvazisi olmakta ve şirketler en ufak bir krizde operasyonlarını dışarı taşımaktadırlar. Öte yandan, neoliberal model ile sosyal devletin maddi-ekonomik temeli yıkıldığı bu çağda kamu bütçesi sermaye için bir numaralı pazar haline gelmiş durumdadır. Bu koşullarda sermaye aleyhine bir vergi ve bütçe uygulamak demek, kapitalist sınıfı mülksüzleştirmeye başlamak, yani onunla açık bir sınıf savaşına girmek anlamına gelir. Buna yönelmeden vergi adaletini sağlamaya çalışan her türlü naif çaba karşısında önce bürokrasi direnecek, sermaye kesimi de tepkisel olarak üretimi kısacak, enflasyonu ve işsizliği tırmandırarak krizi harlayacaktır. Yunanistan'dan Venezuela'ya yakın tarih bunun örnekleriyle doludur. Bunun bir sonraki adımı ise sermaye destekli Amerikancı bir darbe olacak, en iyi ihtimalle de burjuvazi birikimiyle birlikte ülkeyi terk ederek ekonomiyi kötürüm bırakacaktır. Kısacası, eğer siyaset "tercihte bulunmak" ise, sermayenin tercihi siyasi iktidarınkinden çok daha belirleyici olacaktır. Çünkü ilkinin elinde maddi gücün kendisi, ikincisinin elinde ise o gücün üzerinde yükselen ve o zemin olmadan bir anlamı olmayacak bir "söz" vardır sadece. 
 
HALKÇI SEÇENEK NEDİR?
 
Emekçi halklar için nihai çözüm elbette işçi sınıfının üretim araçlarına el koyacağı ve kâr için değil, toplum için üretimin yapılacağı sosyalist üretim tarzıdır. Kapitalist seçeneğin aksine, sıfır işsizliğe ve refah artışına paralel bir şekilde üretken bir ekonomi inşa etmenin tek yolu da budur. Ancak sosyalizme giden yolda anti-emperyalist demokratik halk iktidarının da emekçilerin burjuvaziye karşı açık sınıf savaşımında elini güçlendirecek kimi koşulları sağlaması gerekmektedir. HDP bir demokratik devrim aygıtı olmasa da işçi sınıfı ve ezilenlerin birleşik demokratik mücadelesinin çimentosu hükmündedir. Bu haliyle halkçı seçeneği görünür ve umut edilebilir kılacak olan, tarihsel bir mevzidir.
 
Bu açıdan bakıldığında HDP'nin "Hakça Dağıtım Programı" dediği bütçe ve vergi adaleti merkezli ekonomi planı ve 24 Haziran seçim programı her cümlesiyle sonuna kadar savunulacak halkçı bir programdır. Ancak zenginliğin dağıtımında emekçiden yana durmak ancak ve ancak üretim ve mülkiyet ilişkilerine de dokunulmaya başlanması ile maddi bir zemin kazanabilir. Bu kapsamda, yabancı sermayeye borç ödemelerinin bir an önce durdurulması; özel sektöre dağıtılan teşvik, hibe ve kredilerin durdurulması ve geri çağrılması; özelleştirilen KİT'lerin tekrar kamulaştırılıp, bilimsel, etkin ve demokratik üretime geçmesi; köyde ve kırda üretici kooperatiflerinin kurulup yaygınlaştırılması; kamu üretimi ile kooperatifler üretiminin birbirini destekler mahiyette bir toplumsal sektör oluşturması hayati önem arz etmektedir.
 
Kamu destekli bir toplumsal sektör perspektifi zaten HDP'nin 7 Haziran programında açık bir şekilde yer almaktaydı. Bu iddiayı gevşetmek için ortada hiçbir sebep yok. Bilakis, neoliberal birikim rejiminin tıkandığı ve krizin zincirlerinden boşanmak üzere olduğu bugünün koşullarında IMF vb. kemer sıkma politikalarını reddedebilmenin yolu, bu iddiayı mülksüzleştirme sürecini tersine çevirme noktasında daha da ileri taşımaktan geçecektir.
 
KAYNAKLAR
 
(1) V.I. Lenin (1994), Demokratik Devrimde Sosyal Demokrasinin İki Taktiği, sf. 20, İstanbul