23 Nisan 2024 Salı

Işık Bulut yazdı | İnsanlığın sırtındaki ur: Kapitalizm

Bugün sosyalizm dünyaya yayılmış olsaydı, koronavirüs salgını karşısında, gerekli tüm ihtiyaçları ve hakları garantilenerek, bütün insanların yaşamları korunacaktı. Çünkü sosyalizmde kar uğruna rekabet tarihe karışmış olacaktı. Çok geç değil! İş işten geçmiş değil! İnsanlığın sırtında çıkmış bu emperyalist/kapitalist sistem urunu söküp atmanın, toplumda ve doğada oluşan tahribatı sosyalizm ile tedavi etmenin zamanı geldi.

Devletler ve halklar nezdinde Covid-19 pandemisinin artık olağan bir hal aldığını gözlemleyebiliriz. Bunda şaşılası bir yan da yok. Çünkü olağanüstü bir olayın süreğenleşerek hayatın rutin bir parçasına dönüşmesi sonucu, birçok olgu insan tarafından kanıksanır. Bununla birlikte emperyalist/kapitalist sistem, sağlık kriziyle oluşan yeni durumdan ve kanıksama halinden yararlanarak, kendine yeni olanaklar yaratma çabasına girişmektedir.

KRİZİ FIRSATA DÖNÜŞTÜRMEYE ÇALIŞMAK
Bu olanakların ilki, kapitalist devletin "pandemiye karşı aldığı önlemler" ile birlikte yeni bir güvenlik ve denetim sistemi kurmasıdır. Dünyada Covid-19 virüsünü takip altında tutmak amacı ile aşı kimliği/pasaportu -Türkiye'de HES (Hayat Eve Sığar) kodu- gibi yöntemlere başvuruluyor. Bu yöntemlerle virüs temaslısının takip kontrolünün yapılmasının ve aşı olmayanlara uygulanan kısıtlamalar sayesinde aşının teşvik edilmesinin amaçlandığı söyleniyor. Türkiye gibi sermaye-emek ve devlet-halk çelişkilerinin son derece keskin olduğu ülkelerde ise bu denetim aygıtları, devletin doğrudan emekçileri siyasi denetim altında tutmasında, devrimcileri takibe almasında ve demokratik hakları gasp etmesinde kullanılıyor.

Pandemi önlemlerinin faşist şef Erdoğan tarafından işçilere ve ezilenlere, devrimcilere ve komünistlere karşı nasıl kullanıldığı ortada. HES kodu kontrolü adına polis her köşe başını tutuyor. Mitingler, eylemler, konferans ve kongreler, 8 Mart, Newroz ve 1 Mayıs pandemi bahanesiyle yasaklanıyor. Faşist şeflik rejimi, yürürlüğe sokmak istediği ama halk tepkisinden çekindiği için yürürlüğe sokamadığı yasaları, fırsat bu fırsat diyerek meclisten geçiriyor.

Başkaca emperyalist/kapitalist devletlerin de bugün aşı kimliği uygulamasını salt bir pandemi önlemi olarak kullanıyor olsalar bile pandemiye karşı bu ve benzeri önlemleri şiddetlenecek sınıf mücadelelerinde birer siyasi denetim ve bastırma önlemi olarak değerlendireceklerinden şüphe duyulamaz.

Öte yandan, başta Avrupa ülkeleri olmak üzere bir dizi ülkede, aşı kimliği kısıtlamalarına karşı eylemler gerçekleşiyor. Bu eylemler, esasen faşist hareketlerin kendilerini konsolide ettikleri bir siyasi manevraya dönüşüyor. Olgusal gerçeklerle bağdaşmayan iddialarla, "koronavirüs diye bir şey yok" ya da "aşıyla insanlara mikroçip takıyorlar" gibi komplo teorileriyle örgütlenen bu faşist hareketler, aynı zamanda, toplumsal hareket ediş tarzına karşı bireysel "aşı olmama hakkı" düzleminde propaganda yürütüyorlar.

KAPİTALİST SİSTEM VE PANDEMİYLE MÜCADELE
Kapitalist devletler, pandeminin ilk dönemlerinde ve halen daha bir dizi önlem almaya çalışsalar da pandemiyi bitiremediler. Çünkü fiziksel temasın olabildiğince kesilmesi gereken bütün süreçlerde kendi sınıfsal çıkarları uğruna işçileri fabrikalara göndermeye devam ettiler. Hatta pandemi için özel işçi kampları ve kampüsleri kurdular. Ve tabii ki, nüfusun çoğunluğunu oluşturan işçi sınıfında virüs bulaşı devam ettikçe, pandemi sonlandırılamadı. Sermaye devletleri, bu pratiği maskelemek için "sosyal mesafe" ve "evde kal" gibi tekerlemeler söylemekten geri durmadılar. Bir dizi ülkedeki üretim düşüşlerini fırsat bilen Türk burjuva devleti ise işçileri topluca fabrikalara göndererek, daha da güvencesiz çalışmaya zorlayarak, ucuz işgücü sayesinde yabancı sermaye yatırımcılarını çekmeye çalıştı.

İşçiler koloniler halinde çalışmaya zorlanırken, zenginler kendilerine adalar alarak veya şehir içinde güvenli adalar oluşturarak keyif sürmeye devam ettiler. Bu bakımdan, Covid-19'un bir işçi sınıfı hastalığı olduğu defalarca kanıtlandı.

Bir yandan da pandemiyle birlikte oluşan aşı pazarından pay almak isteyen sermaye tekellerinin ve onların devletlerinin aşı savaşları başladı. Bir şirketin aşı çalışmalarında kat ettiği yol diğer şirketlerden gizlendi ve böylece aşının bulunması gecikti. Bu süre zarfında insanlar kitleler halinde ölmeye devam ettiler.

Sonunda aşı bulundu bulunmasına ama aşılardan ilk yararlananlar emperyalist ülkeler oldu. Nüfuslarından kat ve kat fazla miktarlarda aşı sipariş edip bunları stokladılar. Buna karşılık, dünya nüfusunun neredeyse yüzde 17'sini barındıran Afrika kıtasının tamamında aşılanma oranı yüzde 9,53 seviyesinde kaldı. Afrika'nın mali-ekonomik sömürge ülkelerindeki halklar, Kuzey Amerika ve Avrupa'nın yüzde 10'u kadar bile aşı olamadılar.

Bugün gelinen noktada, emperyalist ülkelerin nüfuslarının büyük kısmı aşı olmuş durumda. Aşı olmayanlar da aşının bulunmamasından kaynaklı değil, aşı yaptırmak istemedikleri için olmuyorlar. Bu durumda emperyalist devletler stokladıkları aşıları saklamaya devam ediyorlar. Mali-ekonomik sömürge ülkelerin halkları ise halen aşıya ulaşamıyorlar. Edinilen aşı bilgisi ise kapitalist patent kurumundan kaynaklı saklanıyor. Dahası, ilaç aşıdan daha fazla kar getirdiği için ilaç çalışmaları hızlanıyor. Salgın giderek normalleştiriliyor ve virüsü kapanların piyasaya sürülen ilacı kullanmak zorunda kalacakları bir durumun oluşması isteniyor. Böylelikle ilaç piyasası için yeni bir yığınsal talep yaratılmış oluyor.

Nüfuslarının büyük kısmını aşılayan emperyalist ülkeler, uluslararası seyahatlerde aşılanmış olma zorunluluğu getiriyorlar. Bu da yeni bir toplumsal adaletsizlik ortaya çıkarıyor. Aşı bulamayan ülkelerin halklarının uluslararası dolaşım hakkı gasp ediliyor, dahası bu halklar ölümle yüz yüze bırakılmış oluyor.

Artık kolayca öngörülebileceği gibi kapitalist sömürü düzeninin dünya üzerinde yarattığı korkunç tahribat neticesinde ve gelinen emperyalist küreselleşme evresinde, yeni pandemiler hiç de uzak değil.

SOSYALİST BİR DÜNYADA PANDEMİ OLSAYDI...
Bugün sosyalizm dünyaya yayılmış olsaydı, ekolojik tahribat bu kadar had safhada olmayacaktı. Doğa ve iklim dengesinin gerekleri karşılanacaktı. İnsanlar, kapitalist rekabet cenderesi içerisinde, yoksulluktan veya gıda yetersizliğinden kaynaklı vahşi hayvanları yemek zorunda kalmayacaklardı. Sınırsız ve sınıfsız toplumumuzda, gıda daha tropik bölgelerde yaşayan insanlarla karşılıksız paylaşılacaktı.

Koronavirüs benzeri bir salgın karşısında, gerekli tüm ihtiyaçları ve hakları garantilenerek, bütün insanların yaşamları korunacaktı. Çünkü sosyalizmde kar uğruna rekabet tarihe karışmış olacaktı. Virüs bulaşı hızla durdurulacak veya yavaşlatılacak, dünyanın tüm coğrafyalarından bilim insanlarının kolektif çalışmasıyla en hızlı biçimde aşı bulunacaktı. Gelişmiş teknolojiyle, insanlar fabrikalara tıkılmaksızın, dünyanın her yerinde aşı üretilecekti. Dünyanın her yerinde, çünkü patent denen aşağılık bir tekelci mülkiyet kurumu bulunmayacaktı. Virüsün takibi yapılması gerekiyorsa, kapitalist devletin birer siyasi denetim aracı olarak kullandığı yöntemlerin yerine, toplumun ortak yararını ve haklarını temel alan virüs takip yöntemleri devreye sokulacaktı. Hangi virüsün hangi koşullarda ortaya çıkacağını öngören araştırmalardan sırf parasal maliyetler nedeniyle kaçınan kapitalizmin aksine, sosyalizmde aslolan insan ve doğa olacağından, önleyici bilimsel araştırmalar tamamen özgürleşmiş olacaktı.

Çok geç değil! İş işten geçmiş değil! İnsanlığın sırtında çıkmış bu emperyalist/kapitalist sistem urunu artık söküp atmanın, toplumda ve doğada oluşan tahribatı sosyalizm ile tedavi etmenin zamanı geldi.