30 Nisan 2024 Salı

HDP'den 5. Yargı Paketi'ne şerh

5. Yargı Paketi'ne şerh koyan HDP, "çocuğun üstün yararı ilkesi"nin yok sayıldığını ve kadınların korumasız bırakıldığının altını çizdi.

Halkların Demokratik Partisi (HDP) önümüzdeki günlerde Genel Kurul'da görüşülmesi beklenen 5. Yargı Paketi olarak bilinen İcra ve İflas Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi'ne şerh düştü.

Kanun koyucunun, yasayı toplumsal sorunların çözümü için vaaz ettiği ve yasa yapmada esas olanın toplumsal ihtiyaçların giderilmesi olduğu belirtilen şerhte, "Oysaki komisyona daha önce de örneğini çok fazla yaşadığımız şekilde toplumun ihtiyacını gidermekten son derece uzak, asıl sorunu çözmenin çok uzağında, hatta sorunları daha kronik hale getirecek bir yasa teklifi getirilmiştir. Oldukça kritik konularda hazırlanan bu torba kanun teklifi maalesef beklentileri karşılamaktan oldukça uzaktır. Mevcut yasa ve genelgeler pratikte uygulanmaktan uzakken gelen teklifinin, bu açıkları kapatmadığı gibi işleri daha da zorlaştıracağı kuvvetle muhtemeldir" denildi.

'YAPISAL SORUNLARA ÇÖZÜM SUNULMAMIŞTIR'
İcra iflas daireleriyle ilgili düzenlemelerin çocuğun velayeti, boşanmış ebeveynler için disiplin hapsi ve yaptırım gibi konuları içeren teklifin, her şeyden önce alt komisyon tarafından görüşülmesi ve konunun uzmanı kişilerin dinlenmesi gerektiğine dikkat çekilen şerhte, "Çocuk velayeti gibi hassas bir konuda pedagog, sosyal hizmet uzmanı, çocuk alanıyla ilgili STK'lar ve kadın kurumlarının görüşünün alınmamış olması konuya ciddiyetsiz yaklaşıldığının en açık göstergesidir. Yine aynı şekilde velayete ilişkin maddelerin dışında kalan cebri satışa ve icra dairelerine, ilişkin maddelerde de baroların görüşüne başvurulmamıştır. Yasa teklifi, kötü ekonomi yönetimi ile borçlular ve icralıklar ülkesi yapılan ülkede, icra iflas müdürlüklerinde yaşanan en temel sorunların başında gelen fiziki yetersizlik ve yoğun iş gücüne çözüm üretmeyi amaç edinmemiştir. Kısacası icra iflas dairelerine ilişkin düzenlemelerin yapıldığı teklifte, yapısal sorunlara çözüm sunulmamıştır" ifadelerine yer verildi.
 
Şerhte, "Küresel karşılaştırma açısından borçların temerrüde düşme risk düzeyi en yüksek ülkelerden biri Türkiye'dir. Yani kişiler aldığı borcu ödeyememektedir ve neredeyse her kişiden biri icralık durumdadır. Bu riskin oluşmasının sorumlusu ise 2002 yılından bu yana ülkeyi yöneten AKP iktidarı ve ekonomi politikalarıdır. AKP'nin finans politik yaklaşımı bağlamında borçlandırma ve bağımlı kılma politikaları, COVİD-19'un hızlandırıcı etkisi ile de geldiğimiz noktada yurttaşları, haneleri, esnafı, şirketleri, kamuyu büyük bir ekonomik çöküşün eşiğine getirmiştir. Türkiye'de 28 milyon kişi icralık, 35 milyon kişi borçludur. Yani ülke nüfusunun yüzde 75'i borçludur. Pandemi sürecinde vatandaşın yaşamını idame ettirebilmesi için ekonomik önlemler alınmaması nedeniyle yaşanan kredi patlaması borçlu sayısında mutlak bir artışla sonuçlanmıştır. Böylece konut, ihtiyaç ve taşıt kredilerinden oluşan bireysel kredilere borçlu kişi sayısı 2021 yılında yaklaşık 35 milyona, bu kişilerin toplam borcu ise 899 milyar TL çıkmıştır" denildi. 

'ÇİFTÇİNİN BORCU 72 KAT ARTTI'
Öte yandan, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu'nun (BDDK) üçüncü çeyrek verilerine göre her ilde bireylerin kredi kartı ve kredili mevduat hesabının büyüdüğüne dikkat çekilen şerhte, "Yayınlanan verilere göre 9 ayda kredi kartı harcamaları toplamda yüzde 30,44 artmış, en yüksek artış gösteren ile ise yüzde 43,44 ile Hakkari olmuştur. Kredili mevduat hesabı harcamaları ise toplamda yüzde 41,31 yükselmiş, KMH'ta en fazla artış gösteren il ise yüzde 59,1 büyümeyle Dersim olmuştur. 2003'te 2.5 milyar TL olan çiftçilerin toplam borcu, 180 milyar TL'yi buldu. Yani, AKP iktidarları döneminde çiftçinin borcu 72 kat artmıştır" verileri paylaşıldı. 

'KREDİ KARTI VE BORÇLARIN FAİZLERİ SİLİNMELİ'
AKP hükümetinin iktadırın sürdürmek için kamuyu her geçen gün daha fazla faiz ödemesine yönlendirdiğine dikkat çekilen açıklamada, "Faiz oranları sadece kamu için değil bireyler, firmalar ve bankalar için de yüksektir. Ülkenin kredi risk primi, AKP'nin iç ve dış politikaları nedeniyle, yüksek olduğundan bu fatura her sosyal kesime yansımaktadır. İktidar, koca bir ülke kredi kartları ile ayakta durmasına rağmen vatandaşı icra bataklığına sürükleyen politikalardan vazgeçmeden göstermelik düzenlemeler ile halkı oyalamaya ve borçlu vatandaş imal etmeye devam etmektedir. Oysaki vatandaşın derdi icralık olan evinin satışının kolaylaşması değil icralık olmamak için gerekli önlemlerin alınmasıdır. Efektif olmaktan uzak düzenlemelerden ziyade acilen vatandaşın borç batağından çıkmasına yardımcı olacak düzenlemeler yapılmalıdır" ifadeleri yer aldı. Bu nedenle tüm vatandaşların 50.000 liraya kadar olan kredi kartı ve kredi borçlarının faizlerinin silinmesi gerektiğinin altı çizdi. 

'KANUN TEKLİFİ ÇOCUĞUN ÜSTÜN YARARI İLKESİNE AYKIRI'
Kanun teklifinin çocuğun , çocuğun üstün yararı ilkesine aykırı olması,  kadınların ve çocuklarının şiddete karşı korunmasına yönelik somut tedbirler içeren kurumsal bir mekanizma örgütlememesi, idari belirsizliklerle dolu olması, cins eşitlikçi bir yapıda olmaması ve birçok konuda anayasaya aykırılık içermesi sebebiyle geri çekilmesi gerektiği vurgulanan şerhte, "Partimizin defaatle dile getirdiği gibi kadınların ve çocukların korunması kadın dernekleri, feministler, çocuk hakları dernekleri ile konuyla alakadar sivil toplum örgütlerinin katılımı ve işbirliği ile çalışan bir Çocuk Bakanlığının kurulması gerekmektedir. Çocukları ilgilendiren bu önemli mevzunun Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı'nın da dahiliyetiyle Çocuk Bakanlığı bünyesinde oluşturulacak alt birimler tarafından ele alınması elzemdir. Çocukları ve kadınları ilgilendiren bu düzenlemenin alelacele ve hiçbir hassasiyeti gözetmeden yapıldığı ortadadır" denildi. 

'ÇOCUK TEKLİFTE ÖZNE DEĞİL NESNE OLARAK DEĞERLENDİRİLİYOR'
Muhalefet şerhinde, gerekçeler şöyle devam etti: "Teklif ilk bakışta, çocukların cebri icra yoluyla teslimini değiştirme iddiasında olması sebebiyle olumlu bir düzenleme gibi görünse de teklifin genel gerekçesi ile maddelerine bakıldığında 'çocuğun üstün yararı'  ilkesinin neredeyse baştan sona yanlış yorumlandığı görülmektedir. Teklifin genel gerekçesinde çocukla kurulacak kişisel ilişkinin 'annelik veya babalık duygusunun tatmini'ne indirgenerek düzenlenmesi; çocuk, mal varlığına ilişkin 'verme borcunun'  konusuymuş gibi 'çocuk teslimi' ifadesinin kullanılması; çocuğun kişisel ilişki kurmasının salt olarak ebeveynlerin hakkı olarak görülmesi ve tam da bu noktada çocuğun gerekirse kolluk marifetiyle ve zor kullanılarak 'hak sahibi' ebeveyne tesliminin sağlanmasıyla teklif, çocuğun üstün yararını gözetmekten çok verilen mahkeme kararının her ne olursa olsun icra edileceğinin altını çizmektedir. Bu bağlamda çocuğun teklifte ilişkiyi kuracak özne olarak değil kendisiyle ilişki kurulacak nesne olarak değerlendirildiği açıktır.

'TEKLİF AYRIMCILIK İÇERİYOR'
Teklif, her ne kadar ebeveynler arasında bir ayrıma gitmediği için 'eşitlik' ilkesine aykırı görünmüyor olsa da somut koşullar göz önüne alındığında teklifin cinsiyetçi bir düzenleme olduğu ortadadır. Şöyle ki; TÜİK verilerine göre sadece 2020 yılında kesinleşen boşanma davaları sonucunda 124 bin 742 çocuğun velayete verildiği görülürken bu çocukların velayetinin yüzde 75,8 oranında anneye verildiği görülmektedir. 'Bakım verme görevi'nin kadına yüklendiği bu koşullarda erkek şiddetinden kaçmak durumunda olsa dahi hapis cezası dahil her türlü yaptırımla karşılaşacak kesimin çok yüksek oranda kadınlar olduğu göz önünde bulundurulduğunda ayrımcılık içeren bu teklif karşısında mutlak eşitlikten bahsetmek mümkün olmayacaktır.

'DÜZENLEME KADINLARI KORUMASIZ BIRAKIYOR'
Kanun teklifinde Adalet Bakanlığı bünyesinde faaliyet gösteren Adli Destek ve Mağdur Hizmetleri Müdürlüğü'nce belirlenen çocuk 'teslim mekanları'nda kadınların boşandıkları veya boşanma sürecinde oldukları erkeklerin şiddetine maruz kalma ihtimalleri düşünülerek kadınları ve çocukları erkek şiddetine karşı koruyacak bir tedbir düzenlenmemiştir. Her gün en az üç kadının adliye kapılarında, okul önlerinde şiddete uğradığı, öldürüldüğü gerçeği düşünüldüğünde kadınları korumasız bırakan bu düzenleme kabul edilemez. Kanun teklifinin bu haliyle yasalaşması halinde kadınlar şiddet tehdidi, can güvenliği riski olduğu için çocukları 'teslim etmemeleri' halinde disiplin hapsi ile karşı karşıya bırakılmaktadırlar. Bu durumda hem kadınlar cezalandırılmak istenmekte hem de çocuğun disiplin hapsi karşısında içine itileceği psikoloji göz ardı edilerek çocuğun üstün yararı yok sayılmaktadır.

'ÇOCUK HİÇBİR SURETTE KOLLUK ZORUYLA KARŞI KARŞIYA BIRAKILMAMALIDIR'
Teklif metninde konu icra müdürlüklerinin görevinden çıkarılıyormuş gibi görünse de kararın yerine getirilmesindeki işleyişin değişmediği, sırf göstermelik bir düzenleme yapıldığı ortadadır. Çocuk hiçbir suretle kolluk zoruyla karşı karşıya bırakılmamalıdır. Ancak düzenleme mevcut durumundan farksız bir yöntem geliştirememiştir. 'Teslim' emrine uyulmaması ve çocukla kişisel ilişki kurulmasının engellenmesi halinde kolluk zoru uygulanacağı düzenlenmiştir. Kadına yönelik erkek şiddetinin yoğun yaşandığı gerçeğinden hareketle görüşmeler esnasında kadınların, çocukların ve diğer görevlilerin erkek şiddetine karşı korunması amacıyla kolluk bulundurulmalıdır. Ancak bu kolluğun çocukta bir travmaya sebep olmaması açısından sivil giyimli olması, pedagoji eğitimi almış olması, çocuğu ve tarafların hikayesine vakıf olması gerekmektedir.

'SAKINCALAR DOĞURACAK'
Teklif metninde adli destek ve mağdur hizmetlerinde çalışan uzmanların mahkemeden bağımsız görev yapacağından söz edilmektedir. Bu durum rastgele görevlendirilen, her seferinde değişme riski olan uzmanın çocuğu tanımadan, her somut olaya özgü özellikleri, ilişkilerdeki şiddet geçmişini bilmeden raporlama yapma tehlikesini doğurmaktadır. Teklifte sözü edilen 'danışmanlık tedbiri' de oldukça muğlaktır. Bahse konu danışmanın uzmanlık alanı, tecrübesi ve yetki sınırları belirsiz bırakılmıştır. Ayrıca Adalet Bakanlığı bünyesinde faaliyet gösteren adli destek ve mağdur hizmetleri müdürlüklerince yürütülmesinin söz konusu birimde hem yeterli ve donanımlı çalışanın olmaması hem de boşanmış ailelerinin mağdur olduklarına dair ön kabulün ve boşanmanın kötü olduğu düşüncesine yol açması bakımından da sakıncalar doğuracağı ortadadır."