Elif Bayburt yazdı | Özgür-Sen üyesi işçilerin grevi polis zoruyla engellendi
Burada, Maraş'ta ortaya serilen mizansenin, işçilere bir gözdağı olduğu kadar ve hatta daha fazla, TİSK Olağan Genel Kurulunun en ön sıralarına dizilmiş patronlara bir vaat olduğunu söylemek gerekiyor. Bu iki olayın aynı günde gerçekleşmesinin tesadüf olmadığı bir gerçektir.
Maraş'ta 12 Aralık günü Özgür-Sen üyesi işçiler, ücret zammı talebiyle greve çıktı. "Hak, hukuk, adalet" pankartı açan işçiler, "Grev haktır", "Adil yaşam", "Zam isteriz" dövizleri taşıdı. Halaylarla grevi sürdüren işçilerin eylemi, polis saldırısıyla engellendi. Biber gazı ve coplarla saldıran polis, çok sayıda işçiyi ters kelepçeyle gözaltına aldı.
Aynı gün, tam da polis saldırısının yaşandığı saatlerde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye İşverenler Sendikası (TİSK) 29. Olağan Genel Kurulunda konuşuyordu. "Refah ve istikrarı tehdit eden sınamalarla mücadelede" TİSK'in rolünden övgüyle söz eden Erdoğan, devlet olarak "emekçi kardeşlerimizin güvenli ortamlarda gönül huzuruyla ve rahatça çalışabilmesi için elindeki tüm imkanları azami ölçüde seferber ettiklerini" savundu.
Aynı zamanda bir sonraki gün Asgari Ücret Tespit Komisyonunun ilk toplantısının gerçekleştirileceğini hatırlatan Erdoğan, patronlara "TİSK heyetinden ellerini taşın altına koymalarını bekliyorum" çağrısı yaptı.
Her gün okuyabileceğimiz türden bir grev haberi ve oldukça aşina olduğumuz tipte bir tezatlık, değil mi? Bir yandan greve çıkan işçilere polis saldırısı, diğer yandan Erdoğan'ın "emekçi kardeşlerini" ne kadar önemsediğine dair açıklamaları. Ancak bu sefer hikayenin içinde küçük bir sürpriz var. Maraş'ta greve çıkan işçiler ve sendikaları Özgür-Sen, gerçek değil.
12 Şubat günü Maraş İl Emniyet Müdürlüğü, "Grev ve Lokavt Önleme Planı" kapsamında Maraş'ta bir "grev tatbikatı" düzenledi. Polislerin bir kısmı hakkını arayan işçi oldu, diğer polisler de onlara nasıl saldıracaklarının provasını yaptı. Ücret zammı talep eden, "Hak, hukuk, adalet" sloganı atan "işçi"leri, büyük bir başarıyla zapt ettiler. Manzaranın trajikomikliğinden dem vurmaya gerek yok, polislerin bir tanesinin bile "biz burada ne yapıyoruz" diye durup düşünmemesi de pek şaşırtıcı değil. Haber ister istemez, bir gün sonra gerçekleşecek Asgari Ücret Tespit Komisyonu öncesi bir gözdağı olarak nitelendirildi. Bu sene yine, yeniden, işçileri asgari ücret masasında sefalete mahkum etmeden önce verilen bir mesajdı bu. "Sizi mahkum edeceğimiz sefalet ücretine itiraz etme ihtimalinize hazırlanıyoruz" deniyordu.
Tespit doğru ve haklı, ama biraz eksik. Eksikliği tamamlamak için TİSK toplantısına dönmek gerekiyor. Yukarıda bahsettiğimiz üzere Erdoğan, tam da sosyal medyada bu görüntüler tartışılırken TİSK toplantısında konuşuyor, patronlara asgari ücret konusunda "ellerini ceplerine atma" çağrısı yapıyordu. Üstelik son dönemde yaşanan Dilovası ve Gayrettepe gibi iş cinayetlerine, Kartalkaya gibi sosyal cinayetlere dikkat çekiyor, patronların üzerilerine düşen görevi "titizlikle" yerine getirmesi gerektiğini vurguluyor, "güvenli ortamlardan", "gönül rahatlığıyla çalışmaktan" bahsediyordu. İSİG Meclisi verilerine göre, sadece 2025'in ilk 11 ayında en az bin 956 işçinin iş cinayetlerinde katledildiği bir ülkede yaşadığımız gerçeğiyle bağdaşmayan, beklenmedik sözlerdi bunlar.
Burada, Maraş'ta ortaya serilen mizansenin, işçilere bir gözdağı olduğu kadar ve hatta daha fazla, TİSK Olağan Genel Kurulunun en ön sıralarına dizilmiş patronlara bir vaat olduğunu söylemek gerekiyor. Bu iki olayın aynı günde gerçekleşmesinin tesadüf olmadığı bir gerçektir. Maraş'taki grev tatbikatı, TİSK Genel Kurulunun kürsüsünde çıkıp ne denirse densin, gerçekte olup biteceklere dair somut bir hatırlatıcı, patronların gönlünü ferahlatma amaçlı bir gösteridir. Sözler söylenir ve geçer, pratik kalır. Mehmet Şimşek'in halkın boğazına çöken IMF'siz IMF programının ve bu programı parlatmak için her gün başka bir finans zirvesinde çıkıp ettiği lafların, TÜİK'in çarpıtılmış enflasyon oranlarının, grev yasaklarının, sosyal yardım adı altında dağıtılan kuş kadar sadakaların, sansürün, gözaltı ve tutuklamaların örtemediği bir öfke birikmektedir. Türk-İş, Hak-İş, (1 Mayıs, Genel-İş vukuatları ve diğer her şeyin üstüne son olarak Ankara'ya taşınma kararıyla buraya dahil edebileceğimiz) DİSK'in göstermelik eylemlerinin, Türk-İş'in en son "masada olmayacağız" açıklamalarının da bir anlam ifade etmediğinin farkında bir öfke bu. Sahiden, ne olmuştur da Türk-İş artık bu sene bardağın taştığına, asgari ücret komisyonuna katılmalarının mümkün olmadığına kanaat getirmiştir? Tabanında kendisine yönelen tepkiyi soğurmak, "bakın duruşumuzu gösterdik" demek için yapılmış bir danışıklı dövüşten başka bir anlam ifade edebilir mi bu boş jest? Evet demesi zor. Kaldı ki bu sarı sendikaların bir kısmı, TİSK toplantısında da yerlerini almışlardır. Bu bağlamda TİSK toplantısında patronlara yapılan çağrı da, Türk-İş'in masadan kalkma kararı da birbirinin eşi ve tamamlayıcısıdır. Geçen sene "lütfen bizi greve çıkmak zorunda bırakmayın" diye patron tarafına yalvaranlar ve patronlar içini ferah tutsun diye grevdeki işçileri dövdürmenin provasını yapanların işçi sınıfını hiçbir şekilde düşünmediği açıktır.
Ancak bu öfkenin soğurulması, öyle kolay olmayacaktır. Bunu 2021-2022 grev ve direniş dalgasında, tekstil işçilerinin Başpınar'ı saran öfkesinde, bugün devam eden direnişlerde görmek mümkündür. Bunu katledilen çocuk işçiler -sadece bu sene 87- için zirveleri basan, Dilovası'nda yaşanan katliamın ardından sokakları kuşatan gençliğin eyleminde görmek mümkündür. Önümüzde hepimizi bekleyen temel bir görev var, açlığa mahkum edilen, intihara sürüklenen, korkunç çalışma koşullarıyla, güvencesizlikle, kayıtdışılıkla sınanan, derme çatma evlerde yanarak can veren işçi ve emekçilerin, sermaye rejiminin tüm aygıtlarıyla, kurumlarıyla, medyasıyla, işbirlikçi sarı sendikalarıyla sarıldığı bu kuşatmayı yarmak zorundayız. Yoksa önümüzde daha çok tatbikat değil, gerçek ezme saldırıları bizi bekliyor olacak.