18 Nisan 2024 Perşembe

Direnişin birliği

İstanbul sokaklarında Gezi ruhu ve bilinci dolaşıyor. Çok değişik bilinçten insanlar yan yana geliyor ve öfkelerini açığa vuruyor. İstanbul'un semtlerinde ve ilçe merkezlerinde ortaya çıkan bu hareketin öyle yada böyle örgütlenmesi durumunda sadece faşizmi yenmek için kitlelerin mücadelede ileriye atılma hamlelerinin önü açılmayacak fakat aynı zamanda faşizmi yenmek için sağlam bir kitle gücü inşa edilmiş olacaktır. Aslolan direniştir. Faşizm sokata yenilecek, devrim sokakta kazanacaktır.
Atılım gazetesinin 376. sayısındaki "Gündem" köşesinde; İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimlerinin iptal edilmesi ve bu süreçte yapılması gerekenler işlendi.
 
Atılım Gazetesi'nin Gündem yazısı şöyle:
 
Faşist şef Erdoğan ve faşist Bahçeli daha baştan 31 Mart yerel seçimlerini Saray rejiminin referandum oylaması olarak sunmuştu. AKP-MHP iktidarının geleceğini Türkiye'nin "bekası"na eşitleyerek yürütülen seçim stratejisi toplumun şovenizm zemininde arkalanmasını ve iktidarlarının buna dayanarak güvencelenmesini öngörüyordu. Ne varki evdeki hesap çarşıya uymadı. Ekonomik krizin ağırlaştırıcı yükü altında ekmek, özgürlük, iş, aş isteyen milyonlara, "Bir merminin fiyatı nedir, biliyor musunuz?" minvalinde alıp başını giden yavan demagoji dikiş tutmadı. Devletin tüm imkanlarına ve adeta AKP'ye kapalı devre yayın yapar hale getirilen medyaya rağmen yenildiler. Kürdistan'da yenilecekleri zaten allahın emriydi! Baskıyla, şiddetle, el koymayla, devlet terörüyle yapıp yapabileceklerini yaptılar. Ama yinede kayyum siyaseti yenildi. Faşist şef arka bahçesi olarak gördüğü Türkiye'ye dayanarak kara düzen alıp başını gidebilirdi. Ne var ki sadece Kürdistan'da değil Türkiye'nin belli başilı metropollerinde de yenilgiye uğramaktan kurtulamayan, özellikle de İstanbul'u kaybeden bir siyasetin artık hayati bir noktaya geldiği bir riskle karşı karşıya olduğu açıktır.
 
Faşist şef konuşmalarında, "İstanbul sadece İstanbul değildir. İstanbul Türkiye'dir. İstanbul'u kazanan Türkiye'de kazanır" diyerek çıtayı yükseğe çekmişti. Asıl amaç, faşizmin politik İslamcı resterasyonunun yerel yönetimler ayağını tamamlamaktı. Buradan da Kürt demokratik halk hareketini, devrim ve özgürlük mücadelesini bastırarak faşist rejim için dikensiz gül bahçesi yaratılacaktı. Ancak gerçekle ilişkisini koparmış ve artık patolojik bir hal almış bu hayalcilik gerçek karşısında tuzla buz oldu.
 
Ne oldu?
 
Kürdistan'da sandık başlarına polis ve asker yığarak, sandıklara el koyarak, sınır kentlerine seçmen kaydırarak, polisleri seçmen olarak yerleştirerek bazı belediyeleri ele geçirmesi dışında bir sonuç elde edemedi. Kürt halkı kayyum atanan belediyeleri önemli ölçüde yeniden kazandı. Kayyumları kovdu. İradesini özgürlükten yana koydu. HDP'nin kazandığı Muş, Malazgirt gibi yerlerde usulsüzlüklerle, şaibeyle ve YSK eliyle "kazandı"ğını ilan etti.
 
Yenilgiyi hazmedemeyen AKP bu kez HDP'nin kazandığı bazı yerel yönetimlere KHK'lı oldukları gerekçesiyle el koydu. Halkın yüzde 73 oranında oy alarak kazandığı belediye başkanlığını iptal ederek yüzde 25 oy alan ikinci adaya verdi. Böylece AKP Kürdistan'da kayyum politikasından vazgeçmeyeceğini gösterdi.
 
Kürdistan'daki kayyumlara seyirci kalan bunu bir 'demokrasi' sorunu olarak görmeyen CHP İstanbul'da, Vali'nin kayyum atanmasına da karşı durma basiretini gösteremedi. Bir kez daha açığa çıktı ki, şimdi tecrit de, kayyum politikası da sadece Kürt halkına yönelik bir saldırı politikası değil Türkiye'nin bütününe yöneliktir.
 
Sarayın nüfus yoğunluğunun olduğu İstanbul, Ankara, İzmir, Antalya, Adana, Hatay gibi belli başlı metropol kentleri kaybetmesi sadece meşruiyetini zayıflatmakla kalmadı fakat aynı zamanda iktidarını besleyen arpalıklarını da kaybetti. AKP'nin kaybettiği bütün belediyelerde ortaya saçılan belgeler bunun en açık kanıtı. Amed Belediyesi'nde milyonlarca para harcanarak yapılan lüks banyolardan, yüzbinleri bulan yiyecek harcamalarına, yandaşlarına çalışmadan  dağıtılan paralardan, vakıflarına peşkeş çekilen milyonlara kadar  soygun düzeni gözler önüne serilmeye başladı.
 
AKP-MHP faşist ittifakı tüm bunlardan vazgeçmek istemiyor. İktidarı kendiliğinden bırakıp gideceği şeklindeki beklentileri yıkarak iktidarını fiili olarak sürdürmek istediğini gösterdi. Halk iradesinin onun için hiç bir önemi yoktur. Onlar için önemli olan yağma ve soygun düzenini zorbalıkla devam ettirmektir.
 
Yerel seçimlerde aldığı yenilgi diktatörün dengesini sarstı. Yerel seçim sonuçları iktisadi krizle de birleşerek rejim krizini derinleştiren bir faktöre dönüştü. Zaten içte dışta ekonomik,siyasi ve askeri olarak üst üste binen bir dizi kriz faktörü karşısında tutunmakta zorlanan rejim şimdi gelinen aşamada hayali bir tehlikeyle karşı karşıya.
 
Egemen sınıflar arasındaki güç ilişki ve dengeleri yeniden karılıyor.
 
1 Mayıs'ın ardından İstanbul seçim sonuçlarının iptal edilmesinden sonra ortaya çıkan yeni koşullarda kitle hareketi meşruiyet gücü ve özgüven kazanıyor.
 
İstanbul seçimlerinin iptal edilmesine karşı ortaya çıkan kitle tepkisi  bu gerçeğin en son örneği. Bu öfkenin örgütlü bir güce dönüştürülüp dönüştürülemeyeceği an'ın öncelikli ve temel görevidir. Saray faşizmine karşı gelişen tepkileri ve öfkeyi nasıl ve hangi biçimlerde örgütleyebiliriz? Hareketin sürekliliğini sağlayacak araç ve biçimler neler olabilir? Bu sorulara kim doğru yanıt verirse geleceği onlar kazanacaktır. Semtlerde şimdiden ortaya çıkan kendiliğinden kitle gösterilerinin yerel örgütler biçiminde örgütlenmesi, birleşik bir kitle hareketi olarak şekillendirilmesi olmadan hareketin ilerlemesi zordur.
 
Sorun faşizme karşı direniş ve mücadelenin güçlendirilmesi, bu imkanların faşizme karşı kalıcı direniş ekseni olarak inşa edilmesi sorunudur. Görüldü, diktatör halk iradesine darbe yapmayı, seçmen iradesini tanımamayı kendine hak olarak görmektedir. Bu gücünü halkın, demokrasi ve özgürlük güçlerinin, anti faşistlerin örgütsüz oluşundan almaktadır.
 
Sosyalistlerin şu an yakalaması gereken halka budur. Türkiye'de seçimlerin iptaline karşı sokağa dönen hareket ile  Kürdistandaki  zindan direnişleri  etrafında kümelenen özgürlük güçlerini buluşturacak bir zemin olgunlaşmaktadır. Kürt halkının direnişi ile Batı'da gelişmekte olan antifaşist mücadelenin ortak bir eksene, birleşik bir hedefe doğru çekilmesi mücadelenin sıçrama imkanlarını artıracaktır.
 
Kitlelerin Saray'a öfkesi devrimci demokrasi kanalına değil de CHP'nin parlatılarak sol jargonlarla kitlelerin karşısına çıkarılması devrimci demokrasinin mutlaka gözetmesi gereken bir durumdur. Çünkü sorun Saray diktatörlüğüne karşı kitlelerin tepkisini kimin arkalayacağı sorunudur.
 
Bu sorunun çözümü yerel ve merkezi her düzeyde anti faşist güçlerin, devrimci demokrasinin birliğinin sağlanmasıdır. 23 Haziran seçimlerinin ilerisini de gören bir birleşik demokratik, özgürlükçü direniş güçlerinin birliği temel bir sorundur. Birleşik mücadelenin örgütlenmesi Saray faşizmine karşı gelişen tepkileri ve kitle mücadelesini faşizmi yenme mücadelesi ile birleştirme görüş açısı tek geçerli yoldur.
 
İstanbul sokaklarında Gezi ruhu ve bilinci dolaşıyor. Çok değişik bilinçten insanlar yan yana geliyor ve öfkelerini açığa vuruyor. İstanbul'un semtlerinde ve ilçe merkezlerinde ortaya çıkan bu hareketin öyle yada böyle örgütlenmesi durumunda sadece faşizmi yenmek için kitlelerin mücadelede ileriye atılma hamlelerinin önü açılmayacak fakat aynı zamanda faşizmi yenmek için sağlam bir kitle gücü inşa edilmiş olacaktır. Aslolan direniştir. Faşizm sokata yenilecek, devrim sokakta kazanacaktır.