30 Ekim 2024 Çarşamba

ÇEVİRİ | Dimitris Koufontinas'ın kapanış konuşması

Devrim yolunu seçenler, kendi sınıflarının çıkarlarına karşılık gelen doğrudan eylem, yöntem ve etiği ararlar; emekçi dünyanın çoğunluğu, zayıf ve yoksullar, sömürü kurbanları. 17N bu sola aittir. Lenin, Che ve Aris'in soludur, Ekim Devrimi'nin, İspanyol, Çin ve Küba devrimlerinin soludur; ELAS'ın soludur, Cezayir'den Vietnam'a sömürge karşıtı devrimlerin, Mayıs 1968 ve Kasım 1973 ayaklanmalarının soludur, kent gerillalarının soludur.

17N örgütünün militanlarından Dimitris Koufontinas, 2002 yılında bir eylem sırasında bombanın erken patlamasını takip eden örgüte yönelik tutuklama ve ihanet-işbirliği saldırısının ardından örgütünün tarihini ve devrimci amaçlarını savunmak için yeraltından çıktı. Tutuklanan Koufontinas'ın 24 Temmuz 2003 tarihinde Atina Özel Mahkemesinde yaptığı konuşmayı tarihi önemi nedeniyle yayınlıyoruz.

Sayın Başkan,
Benden yapmamı istediğiniz şeyi yapmayacağım. Kendimi savunmayacağım, çünkü suçlamaları ve iddianameyi reddediyorum. Devrimci bir örgütün suçlu olarak mahkum edilmesine ve siyasi bir olgunun toplumsal köklerinden koparılmasına katılmayacağım. Çünkü 17 Kasım, son 30 yıldır içinde faaliyet gösterdiği toplumsal, siyasi ve tarihsel koşulların dışında ele alınmaktadır. Burada devrimci solun yargılandığı gerçeğini reddediyorum. Bu yargıyı reddediyorum çünkü bu yargı toplumsal olguları yargılayamaz.

Onların yargısı 17N'nin gerçekliğini kavrayamaz. Bizi ancak eşitsizlik yasası ve kabul edemeyeceğimiz bir ceza yasası ile yargılayabilirsiniz. Yasanızın varlığını görmek zorundayız, ama onu tanımak zorunda değiliz. Bu ikiyüzlü bir hukuk sistemidir. Güçlüleri ve zenginleri cezasız bırakan bir sistemdir: Endüstriyel kazalarda cinayet işleyen sanayici, eski gemilerinde insanları boğan armatör ve kamu servetini soyan hırsız -bu yasa hiçbiri için geçerli değildir. Mahkemeleri otoriter bir istisnai yasa temelinde kurulmuştur.

Bu mahkeme, üyeleri skandal bir ön yargıyı meşrulaştırmış olan, uygun düzenlemelerle donatılmış özel bir mahkemedir. Yasanın paragrafları, 17N uygulamasını "siyasi suç" olarak nitelendirmenize izin verebilirdi. Ancak hakim düzen başka bir şey talep ediyor. Bizim ne olduğumuzu değil, "adi suçlular" olarak mahkum edilmemizi istiyor: Savaş ilanı olmayan bir savaşın, zengin ve fakir, güçlü ve zayıf, sömüren ve sömürülen arasındaki tüm sınıfların başlangıcından beri süren uzlaşmaz bir toplumsal savaşın rehineleri.

17N'nin bir üyesi olduğumu ve eylemlerinin siyasi sorumluluğunu üstlendiğimi beyan ettim. Örgütün bütün teori ve kararlarına katılıyorum. 17N'li yoldaşlar tarafından üstlenilen tüm faaliyetlerle dayanışma içindeyim. Aynı dayanışma insanların barış ve özgürlük dolu bir dünya için, sömürünün, adaletsizliğin ve sahte adaletin olmadığı bir dünya için yürüttükleri her türlü mücadele için de geçerlidir.

İstediğinizi yapmayacağım. Mantığınıza uymayacağım.

Bizim etiğimiz işbirlikçiliği ve ihaneti hoş görmez. Bu nedenle örgütle olan pratik ilişkim hakkında konuşmayacağım. Sizi herhangi bir faaliyete katılmadığıma ikna etmeye çalışmayacağım. Ortak sanıklar hakkında konuşmayacağım. Benim pozisyonum budur ve benden kişisel olarak ne bedel istenirse istensin bu duruşu koruyacağım.

17N başından beri sıradan halk savaşçılarından oluşan bir örgüt olduğunu ilan etti. Üyeleri onun kalbinden geliyor, onun sesini duyuyor ve onun çıkarlarına hizmet etmeye çalışıyordu. Hesap verebilirliğin sadece halka karşı olduğunu düşünüyorlardı. Örgüt ve pratiği hakkında konuşacağım ve bize inanan, bizi manevi olarak destekleyen ve kendileri için bir umut kıvılcımı olduğumuz herkese hitap edeceğim. Tanıklardan biri bunu şu şekilde ifade etti: "Bizler rahat bir nefes aldık, adaletin yerini bulduğu bir andaydık" -sizin asla olamayacağınız bir şey, Sayın Başkan.

Aynı zamanda hayal kırıklığına uğrattığımız, kararlarımıza mesafeli duran ama yine de barikatların bizimle aynı tarafında olan ve gökyüzünün fırtınasından heyecan duyanlara da sesleniyorum. Ayrıca, bizden yada karşı taraftan kaynaklanıp kaynaklanmadığına bakmaksızın, eylemlerimiz sonucunda acı çekenlere de sesleniyorum. Hedef alınanların ailelerine sesleniyorum.

Yaşananların doğru mu yanlış mı olduğunu tarih yargılayacak; neyse ki tarih bu yargıdan farklı kriterler izliyor.

DEVRİMİN YOLU
Aralık 1975'de bir grup militan CIA'in Yunanistan'daki temsilcisini infaz etti. CIA temsilcisi o zaman da, şimdi olduğu gibi, ABD yönetiminin ülkemizdeki uzun koluydu. Askeri hükümet, siyaseti, sosyal ve ekonomik hayatı ABD'nin çıkarları doğrultusunda kontrol edebilmek için hükümetin, devlet aygıtının, ordunun, partilerin ve basının kritik noktalarına 300 ila 400 ajan yerleştirmişti. Hükümet suçun arka planını karanlıkta tutmak istedi. Partiler ve kitle iletişim araçları bir örtbas ve dezenformasyon kampanyası yürüttü: "Karanlık güçlerden", cunta üyelerinden, provokatörlerden, ajanlardan ve mafyadan bahsedildi. Ancak Yunan halkı CIA valisinin neden infaz edildiğini ve bunu kimin yaptığını hemen anladı. Örgüt sorumluluğu üstlendi ve bildiriyi Atina'nın proleter mahallelerinde binlerce kez dağıttı.

17N devrimci solun bir örgütüydü; solun, mevcut toplumsal sistemin toplumsal eşitsizlikleri azaltamayacağına, çünkü bunları kendisinin yarattığına ve bunlara dayandığına inanan kesiminin örgütüydü. Sistem işsizlik sorununu çözemez çünkü işsizliği yaratır ve ona ihtiyaç duyar; savaşları ortadan kaldıramaz çünkü savaşları çıkarır ve onlardan beslenir.

Tüm ülkelerin eşit kalkınmasını teşvik edemez, çünkü yoksul ülkelerin yağmalanmasına dayanır. Sistem gezegenin ekolojik felaketiyle ilgilenmez, çünkü bu krizin nedeni kendisidir; insanların farklı kültürlerine saygı duymaz, çünkü yalnızca yüce olana inanır.

Bu sistem reforme edilemez ya da demokratikleştirilemez, sadece toplumsal devrimle yıkılabilir. Bu, iki yüzyıldır solu biri reformist diğeri devrimci iki ana akıma bölen sorundur. Bu fark ne soyut ne de gelecekle ilgilidir ve hiçbir şekilde salt teorik değildir; pratik, somut ve bugünle ilgilidir, çünkü yarın bugünün dolaysız araçlarını belirler.

Devrimci çözümü reddedenler halkın öfkesini dizginlemeye çalışmaktadır.

Devrim yolunu seçenler ise kendi sınıflarının, yani iş gücünün çoğunluğunun çıkarlarına uygun doğrudan eylem, yöntem ve etik arayışındadırlar. Devrim yolunu seçenler, kendi sınıflarının çıkarlarına karşılık gelen doğrudan eylem, yöntem ve etiği ararlar: Emekçi dünyanın çoğunluğu, zayıf ve yoksullar, sömürü kurbanları. 17N bu sola aittir. Lenin, Che ve Aris'in soludur, Ekim Devrimi'nin, İspanyol, Çin ve Küba devrimlerinin soludur; ELAS'ın soludur, Cezayir'den Vietnam'a sömürge karşıtı devrimlerin, Mayıs 1968 ve Kasım 1973 ayaklanmalarının soludur, kent gerillalarının soludur. 17N kendisini devrimci solun merkezi olarak görmediği gibi, eylem biçimlerinin de benzersiz olduğuna inanmıyordu. Her zaman mücadelenin uzun vadeli olduğunu, tüm mücadele biçimlerinin birlikte devreye konulması gerektirdiğini ve her şeyden önce hemen başlanması gerektiğini vurguladı.

Örgütün hedefleri nelerdi? Her şeyden önce "yeni Roma", yeni imparatorluğu hedef aldı. Tarihteki her imparatorluk gibi bu imparatorluk da küresel hegemonya ve dünya zenginliklerinin yağmalanmasını istiyor. Hiçbir etik ilke tanımıyor, sadece orman kanunu ve orman yasasını tanıyor. İmparatorluk, her şeye gücü yeten kitle iletişim araçları tarafından kontrol edilen apolitik vatandaşlara, bölünmüş toplumların vurguncularına ve faşist yasalarda ve modern toplama kamplarında ifadesini bulan seçilmiş ABD ulusunun ideolojisine dayanmaktadır. Ancak bu savaş makinesi dünya çapında yayıldıkça, arkasındaki direniş de o kadar güçleniyor. Partizan savaşı, zayıfların savaşı, "birçok Vietnam'ın yaratılması", halkların yüksek silahlı imparatorlukla karşılaşması için kalan tek umuttur. 17N, 27 yıl boyunca istihbarat örgütlerini kandırdı ve Hollywood'un süper ajan imajını yerle bir etti.

Bize karşı duydukları öfke ve intikamı anlamanın tek yolu budur.

Aralık 1944'de Amerikalılar Atina'nın yoksul mahallelerine günde 2 bin 500 bomba attı. İç savaş sırasında napalm kullandılar.

Biz bunu ailelerimizin anlattıklarından öğrendik. Yenilginin, mahrumiyetin, terörün ve sürgünün, polisin ve askeri yargıçların mutlak gücünün acısını hissettik. Hainler ülkemizde devlet ricali oldu, karaborsacılar armatör ve sanayici oldu. Solun sisteme nasıl satıldığını ve onlarca yıllık mücadelenin kazanımlarını nasıl terk ettiğini gördük. Dedik ki: Yeter artık!

Çünkü öteki yanağını çevirmeyen ama dişlerini gösteren bir sol da var; müreffeh ve düzenli bir sol değil, çözümün ancak devrimci olabileceğine ikna olmuş itaatsiz bir sol.

Manifesto'da Marx ve Engels, komünistlerin görüşlerini ve niyetlerini gizlemelerinin yakışıksız olduğunu yazmışlardır. Amaçlarını ancak mevcut toplumsal sistemin tamamını yıkarak gerçekleştirebileceklerini açıkça ilan ettiler. Marx, şiddetin yeni bir topluma gebe kalan her eski toplumun ebesi olduğunu yazmıştır.

Acil silahlı eylem, silahlı mücadelenin koşullar olgunlaşana kadar bekleyemeyeceği gerçeğine dayanır. Bu, Tupamaros'un bir tezinden çıkarılabilir: Devrimci eylem ve kendimizi silahlandırmamız, kendimizi hazırlamamız, lojistiği inşa etmemiz ve burjuva düzenini ihlal etmemiz, bilinci, örgütlenmeyi ve devrimci koşulları yaratır.

17N karakollardan silahlar, savaş müzesinden bazukalar ve kışlalardan mühimmat aldı. Bunlar kan dökülmeden gerçekleştirilen silahlı propaganda eylemleriydi. 17N kendi gücüne güvendiğini ve uzaktan kumandalı olmadığını kanıtladı.

Aris partizan grubuyla birlikte bir köye gidip köy halkıyla konuştuğunda silahlı propaganda yapmış oluyordu. Almanların burnunun dibinde eylemler gerçekleştirmenin mümkün olduğunu gösterdi. Sonuç, daha sonraki eylemler için gerekli koşulları yaratan bir şok oldu. Kuşkusuz 17N, Aris partizanlarıyla kıyaslanamazdı -Yunanistan'da oligarşiyi meşrulaştıran bir burjuva demokrasisi vardır- ancak 17N'nin mücadelesi yine de partizan mücadelesiyle benzerlikler taşıyordu.

17N'nin pratiği "terörizm" olarak nitelendirilmektedir. Biz diyoruz ki: Hayır! 17N, emperyalizmin ve kapitalizmin unsurlarına ve sembollerine karşı yönelmiştir. Küçük ülkemizdeki ABD büyükelçiliği dünyanın en yüksek güvenlik harcamasına sahipti. Tüm Batılı ülkelerin gizli servisleri Yunanistan'a uzmanlarını gönderdi. Büyük sanayiciler ve armatörler kaleler inşa etti, koruma orduları bulundurdu, paralarını zırhlı araçlara ve elektronik güvenlik sistemlerine harcadı. Tüm bu insanlar, birkaç bin kişi -evet, terörize edildiler ve 17N bununla gurur duyuyor. Ancak Yunan halkı ne 17N korkusuyla uyandı ne de bu korkuyla yatağa girdi. Pire'deki patlamadan kısa bir süre önce yapılan bir kamuoyu yoklamasında, katılımcıların sadece yüzde ikisi terörizmi toplumsal bir sorun olarak gördüklerini söylemiştir. Bunun yerine insanlar devletin şiddetinden, yoksulluğun, işsizliğin ve yabancılaşmanın şiddetinden korkuyorlar.

17N her düzeyde savaş yürütmedi. Elindeki olanaklara rağmen eylem düzeyini yükseltmekten kaçındı. Hiçbir zaman arzularını gerçeklikle karıştırmadı ve şiddeti aceleyle kullanmadı. 17N faaliyetlerinin odağında metinler ve bildiriler değil, her ne kadar bunları vazgeçilmez görse de, eylemler vardı. Bu nedenle ABD elçiliğine yapılan saldırı sırasında herhangi bir açıklama yapılmadı. Halk gücünün propagandası eylemin kendisi aracılığıyla yapılmalıdır. Eylem halk tarafından anlaşılmalı -dediğimiz gibi "kendi adına konuşmalı". Eylem rejimi teşhir etmeli ve diğer hareketler ya da emekçiler için olumsuz sonuçlar doğurmamalıdır.

17N'nin hedefinde iktidar sembolleri vardı: Burjuva rejiminin temsilcileri ve kurumları, emperyalist hegemonya, kapitalist sömürü ve devlet baskısı. 17N eylemleriyle bir örnek oluşturdu. Devletin üstün gücüne direnen insanların var olduğunu ve her zaman var olacağını gösterdi. Bu şekilde halkın onurunu ve gururunu güçlendirdi. 17N'nin faaliyetleri, aşağılanma ve sömürüye maruz kalan Yunan halkı tarafından sadece bir halk direnişi olarak görülüyordu. Özellikle tutkulu bir 17N karşıtının açıklamasına değinmek istiyorum: Bir Yeni Demokrasi milletvekili toplumun yüzde 23.7'sinin, yani 2 milyon 370 bin Yunanlının 17N savaşçılarına sempati duyduğunu söyledi. 17N'nin toplumsal kökleri olduğu ve uygulamalarının toplumsal çelişkilerden kaynaklandığı nesnel bir gerçektir.

MASKELER DÜŞMELİ 
Afganistan, Yugoslavya ve Irak'ı düşünelim. Yıkılan mahalleleri ve binlerce sivil kaybı, İngiliz kaynaklarına göre Irak'ta kanserden ölecek 500 bin kişiyi düşünün. Bu yüz binlerce ölü, halkın karşı şiddeti sonucu ölen birkaç yüz ABD askeri ile karşılaştırılabilir mi? Ve ölümlerin sayısı bir yana, nitelik açısından aynı mıdır? Karşılaştıramayız, eşitleyemeyiz. Burada profesör Roussis'ten alıntı yapıyorum: "17N'nin şiddeti, onu doğuran ekonomik ve toplumsal çelişkilerle karşılaştırıldığında önemsizdir." Maskeler düşmeli. Göçmenleri, küçük hırsızları ve göstericileri vuran devlet görevlileri beraat ediyor yada sadece sembolik cezalara çarptırılıyor. Buna karşılık 17N için özel yasalar, özel mahkemeler ve özel hapishaneler oluşturuldu. Demokrasinin temel ilkelerinden biri olan kanun önünde eşitlik mevcut değildir. Yasalar güçlüler için geçerli değildir.

Neoliberal kasırga, onlarca yıllık mücadelenin kazanımlarını silip süpürüyor. Zayıf ve hastalarla ilgilenmeyen, dayanışma nedir bilmeyen bir toplum demokratik değildir. Tüm Yunanlıların yüzde 20'si yoksulluk sınırının altında yaşıyor, yüzde 15'i işsiz ve gençler arasında bu rakam yüzde 33'e kadar çıkıyor. Kamu mülkleri, servetleri ve topraklar zenginlere veriliyor. Milyarlarca dolarlık silah anlaşmalarındaki komisyonlardan mı bahsetmeliyim? Kamu binalarındaki süreğen suçlardan mı? Kitle iletişim araçlarının baronları hakkında mı?

Olimpiyatlar gibi harika bir fikirden mi? 2004'ten sonra kaç yıl daha para ödeyeceğiz? Düzen için yasalar çıkaran bir parlamentodan mı bahsetmeliyim? Güçlülerin kölesi olan zayıf hükümetten mi?
Bu nasıl bir demokrasi?

Silahlı devrimciler şiddet fanatikleri değildir. Bu tür insanların dürtülerini gerçekleştirmeleri için başka yasal yollar da vardır. Siyasi analizlerine dayanarak acil bir önlem olarak şiddetten yana karar veren devrimciler, kendilerine ve inançlarına sadık kalmak için aşırı sonuçlara katlanmak zorundadır. Kararları her şeyden önce kendi çıkarlarına karşıdır, çünkü kendilerini koruma içgüdülerini paradoksal bir inançla aşmak zorundadırlar, çünkü hem özgürlüklerini hem de hayatlarını kaybedebilirler. Hepsinden önemlisi, tek bir çıkarla karşı karşıyadırlar. Her şeyden önce, yaşam sevgisi ile yaşama karşı harekete geçme ihtiyacı arasında katlanılması zor bir çelişkiyle karşı karşıya kalırlar. Devrimciler bu çelişkiyi trajik ve büyük acılarla yaşarlar. Onları paramparça eder. Ama insanı insanlıktan çıkaran ve barbarlığa sürükleyen bir şiddete karşı mücadelede yer aldıklarını bilirler.

Bize karşı kullandıkları terimler "suçlular", "katiller" eylemlerimizi yargılayamaz. Silahlı devrimciler yaşama saygı duyarlar. Yaşama kötü davranan ve onu aşağılayanlara karşı yaşamı savunmak için silaha sarılırlar. Devrimci davayı ilerletecekse bir canın kaybını kabul edebilirler. Kendi yaşamlarıyla yeni bir ilişki kurarlar. Mücadele gerektiriyorsa kendilerini feda etmekten çekinmezler. Silahlı devrimciler muazzam eşitsizliklerin olduğu bir topluma, her iki taraftan da bedel isteyen ilan edilmemiş bir savaşın sürdüğü bir topluma müdahale ederler. Ama bir taraftan daha fazla bedel ödeniyor, diğer taraftan daha az. Bu savaş somut insanlar tarafından yürütülüyor. Onlar, kendilerini seven, yetiştiren ve kendileri için yeri doldurulamaz olan bir aileye sahip olan insanlardır. Bu ailelere saygı ve şefkat borçluyuz.

Sayın Başkan, neden hep bizim 45'lik Colt'larımız konuşuluyor da polisin kullandığı 38'lik tabancalar konuşulmuyor? Madenlerdeki endüstriyel kazalarda ve gemi kazalarında hayatını kaybedenlerin isimlerini kim biliyor? Kimler bu suçlarla itham edildi? Kimler mahkum edildi? Hangi siyasetçi sadece timsah gözyaşları döktü? Hangi kurbanların ortak davacıları vardı? Hiç ortak davacı var mıydı? Tüm bu aileler çocuklarını kaybetti. Onlar için bir kürsü var mıydı? Hiçbir televizyon ekibi onlarla ilgilendi mi? Bu toplumsal çelişkiden doğan savaş uzun süredir devam ediyor. Bazen görünür, bazen görünmez, bazen hukukun üstünlüğü maskesini takar, sonra yine gerçek yüzünü gösterir. Sınıflar var olduğu sürece bu savaş da var olacaktır. İnsanlık nihayet barbar tarih öncesinden, savaş, yoksulluk, cehalet, yağmadan çıktığında, özgürlük, eşitlik ve engelsiz insani gelişim alanına girdiğinde, insan insanlığını yeniden kazandığında, ancak o zaman yaşam gerçek değerini kazanacaktır.

17N'nin 30 yıl boyunca gerçekleştirdiği tüm eylemler "suç örgütü üyeliği, silah bulundurma, banka soygunları ve suikastlar" kapsamında davada görüşüldü. Savcılık toplam 2 bin 500 suçlama yöneltti. Atina Kadın Hapishanesinde 19 sanık için yeraltı hücrelerinden oluşan özel bir bölüm kuruldu. Vasilis Tzopzatos, Iraklis Kostaris, Savvas ve Christodoulos Xiros bir ile birkaç müebbet hapis cezasına çarptırıldı. Dimitris Koufontinas on üç müebbet hapis cezasıyla en yüksek cezayı aldı. Kapanış konuşması günlük Elephterotipia gazetesinde yayınlandı. Önlem olarak gazete tirajını iki katına çıkarmıştı ama daha öğleden önce tükenmişti. Kapanış konuşmasının burada yayınlanan versiyonu "Libertad" tarafından yapılan çeviriye dayanmaktadır ve o dönemde sadece Yunanistan'daki günlük siyasi olaylar ve kişilerle ilgili bölümler çıkarılarak kısaltılmıştır.

*Dimitris Koufontinas'ın 24 Temmuz 2003 tarihinde Atina Özel Mahkemesinde yaptığı kapanış konuşması Ivana Benario tarafından ETHA için Türkçeye çevrilmiştir.