22 Aralık 2024 Pazar

'Beka' fotoğrafı

19 Mayıs'ta yansıtılan 'beka' fotoğrafı gerçek saflaşmayı özetlemektedir. Düzen güçleri bu saflaşmada aynı tarafta durmaktadır. Ve bu tarafın karşısında açık ki ezilenler ve devrim güçleri durmaktadır. Faşizmi dört bir yandan açmazın eşiğine getiren, çözülmeye zorlayan gerçek güç ezilenlerin ortadoğuda Kürdistan'da ve Türkiye'de direnişidir. Devrim ve değişim için bu tabloyu flulaştırmak değil açık hale getirmek gerekir.
Diktatör daha bir kaç ay önce 'fıratın batısından girip doğusundan çıkma' naraları atıyordu. Ekonomik kriz dış güçlerin oyunu, muhalefet terörün oyuncağıydı. Tecrit ve direnenler diye bir sorun yoktu! Her şey devletin beka sorunu parantezine alınarak anlamlandırılıyordu.
 
Peki şimdi ne oldu da her şey ters yüz olmaya başladı?
 
Ortadoğu bataklığından Rusya ve ABD arasındaki salınımlarla yol açma arayışları tıkandı. Afrin'e karşı İdlib pazarlığı sonuç almayınca Rusya, İran ve Suriye cephesiyle pazarlık zemini daraldı. Eldeki tek koz Rusya'nın S-400 üzerinden Türkiye'yi NATO-ABD ekseninden uzak tutma pazarlığıydı. Artık bunun da sonlarına gelindi. Hem ABD hem de diğer NATO ülkelerinin Türkiye'yi bir karar anına doğru sürüklemesi yeni bir krizin fitilini ateşledi. Tüm ekonomik, askeri ve siyasi düzenini NATO eksenine bağlı kurgulayan Türkiye'nin herkes kendi yoluna diyebilecek bir tercih gücü olmadığı ortada. O zaman o fitilin kriz patlamadan önce sönmesi için yapabilecekleri tek şey peyderpey ekseni yeniden NATO'ya doğru çekmek olacak. Ancak bu da Rojava- Suriye sahasında tutunma olanaklarının iyiden iyiye zayıflaması demek. Aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık hesabı! Ve açık ki krizin kesen noktası Kürt sorunu. 'Bir gece ansızın gelebiliriz' lakırdılarının zayıflaması, neredeyse duyulmaz hale gelmesi boşa değil yani.
 
İkincisi ekonomik krizin uluslararası siyaset alanında yaşanan tıkanma ve krizle buluşarak çarpan etkisi yapmasına değinmek gerekir.  Yapısal olarak emperyalist ekonomiye entegre bir ekonominin dış siyasetteki gelişmelerden bu kadar yoğun etkilenmesinde şaşırtıcı bir yan olmasa gerek. Rahip Brunson krizi sırasında yaşanan kur dalgalanmalarını ve uluslararası sermayenin çekilme eğilimini düşündüğümüzde yaklaşan İran ya da S-400 krizlerinin ekonomik kriz bakımından yaratacağı çarpan etkisini daha somut biçimde tahayyül edebiliriz. IMF'siz IMF programı ile emperyalist sermayeyi teskin etme ve düşüşü yavaşlatma arayışlarının bu gerçeklik içinde bir karşılığının olmadığını da geride kalan haftalarda somut biçimde görmüş olduk. Yani ekonomik krizi yönetme ve saraya pahalıya malolacak bir siyasi çıktıya dönüşmesini engelleme olanaklarınında sonuna gelmiş durumdalar. Ve yine bu konunun ucu Ortadoğu ve dış siyasette Kürt sorunu ekseninde yaşanan açmaza dayanmaktadır.
 
Değinilmesi gereken bir diğer nokta Saray merkezli olarak yenilenen devlet aklının gösterdiği parçalanma eğilimidir. 31 Mart seçimleri bu parçalanma eğilimini derinleştirmiştir. Kürdistan'da kayyum siyaseti büyük oranda yenilgiye uğrayan AKP-MHP ittifakı, Türkiye'de ise  büyük oranda etkisizleştirdiği düzeniçi 'alternatifi' HDP oylarıyla CHP-İmamoğlu şahsında yeniden karşısında bulmuştur. Dahası bu parçalanma eğilimi hem AKP-MHP ittifakı hem de AKP içinde çatlak sesleri ve yeni yol arayışlarını hızlandırmış görünmektedir. Ve açıkki bu gelişmeler Sarayın toplumsal desteğini zayıflatmakta, yönetme yeteneğini azaltmaktadır. Ve yine altını çizerek vurgulayalım bu krizinde merkezinde Kürt sorunu durmaktadır.
 
Yani yeni rejimin Kürt sorununda ez çöz politikasıyla yol alma yönelimi onu bir kez daha yeni bir krizler toplamıyla yüz yüze bırakmıştır.
 
Tecride karşı direniş Kürt özgürlük hareketinin ve devrimci güçlerin bu gerçeklik içinde faşist saldırganlığı yarma hamlesi olarak özel bir anlam kazanmaktadır. Sorunun ve direnişin oynadığı stratejik rolü  bu gerçeklik içinde anlamak bu nedenle büyük bir önem taşımaktadır. Tecritte açılacak bir gedik, faşizmin yenilgisi ve devrimci demokratik güçlerin yeni bir sıçramasına yol açacaktır.
 
AKP-MHP'nin Türkiye ittifakı söylemiyle başlayan, İstanbul seçimleriyle İmralı görüşmesinin eşzamanlı ilanına uzanan, oradan Suriye, ABD ve Rusya arasında zik zak yapan açık ve gizli diplomasi trafiğine uzanan 'değişim' belirtileri açık ki Saray rejiminin yaşadığı krizin ulaştığı aşamayı mimlemektedir. Rejim nefes alamayacağı bir noktaya gelip dayanmıştır. Ve bunu aşmak, manevra alanı yaratmak için bu tip hamlelere başvurmaktadır.
 
19 Mayıs törenlerinde verilen fotoğraf rejim krizinin ulaştığı aşamada  devlet aklının buluşma noktasını imlemektedir.
 
Düzen güçleri tüm iç çelişkilerine karşın 'beka' tablosunda buluşmuştur. Sorun şu ki içine girdiği kriz sarmalında bu tablonun bir imajdan öte bir karşılığı yoktur. Dahası devletin ve rejimin Saray merkezli olarak kurgulandığı yeni durumda Saray rejiminin ömrünü uzatmaktan, ona nefes aldırmaktan öte bir sonuç yaratmayacaktır. Tabi yaratabilirse!
 
CHP'yi bir çıkış yolu olarak gören, onun etrafında kümelenen emekçi sol güçler bu durum üzerine bir kez daha düşünmelidir. 19 Mayıs'ta yansıtılan 'beka' fotoğrafı gerçek saflaşmayı özetlemektedir. Düzen güçleri bu saflaşmada aynı tarafta durmaktadır. Ve bu tarafın karşısında açık ki ezilenler ve devrim güçleri durmaktadır. Faşizmi dört bir yandan açmazın eşiğine getiren, çözülmeye zorlayan gerçek güç ezilenlerin ortadoğuda Kürdistan'da ve Türkiye'de direnişidir.  Devrim ve değişim için bu tabloyu flulaştırmak değil açık hale getirmek gerekir. HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan'ın Kemal Kılıçdaroğlu ile yaptığı ve basına yansıyan telefon konuşmasında  ifade ettiği "Davet etselerdi, Samsun'da olmak isterdik" sözleri bu gerçeği ıskalamaktadır. HDP başta gelmek üzere tüm emekçi sol güçler bu görüş açısından hareket edebildiği oranda üçüncü cephe gerçek bir örgütsel ve politik merkez olarak öne çıkabilecektir. Rejimin içine girdiği açmazlar ve Saray karşıtı geniş yığınların, düzen güçlerinin saray etrafında buluştuğu koşullarda alternatifsiz kalabileceğini düşündüğümüzde bu gerçek bir olanak olarak önümüzde durmaktır.